Bir yılda 1370 kişi, “geçim sıkıntısı nedeniyle” canına kıydı. Böyle söyleyince etkisi hiç hissedilmiyor değil mi? Her gün türlü çeşit nedenlerle insanların yaşamlarını kaybettiği, korona ölümlerinin alıp başını gittiği (gizlemek için ne taklalar atıyorlar oysa!) bir ülkede, basit bir istatistik rakam, o kadar!

Oysa her birinin yaşam hikayesi vardı. Acılı, sevinçli yaşam öyküleri. O 1370 kişiden biri, Emine Akçay’dı mesela. Hatırladınız mı onu? Yokluk ve sefalet içinde yaşam mücadelesine daha fazla dayanamamıştı. Cebindeki son 6 TL ile çocuklarını ısıtmak için odun almaya çalışmış, çocuklarını ısınsın diye fön makinesini açmış ve yan odada kendini asmıştı. O kısacık hikayesini hatırlamadınız mı yoksa?

İsmail Devrim desek... çıkar mı bir anımsayan? Hani canına kıydığında cebinden 20 TL çıkan baba. “Çocuklarıma bakamıyorsam, çocuğuma bir pantolon alamıyorsam niye yaşıyorum ki” idi son sözleri. Torna işçisiydi, kolu sakat olduğu için çalışamıyordu bir süre. Okulun istediği pantolon yok diye okula almamıştı okul idaresi.

Adem Yarıcı, boyacılık yapıyordu, işsizdi. “Çocuklarım aç, iş istiyorum anlamıyor musunuz?” diyerek kendini yaktı. Vicdan denen hissi çoktan yitirmiş olan kimileri şov yapmakla “suçladılar”. Hastaneye varmadan öldü Yarıcı. Bir çığlık, son bir protesto çığlığı, hepsi bu.

Nail Yılmaz, 25 yaşında gencecik bir işsiz. Telefonunu emanet bırakıp aldığı 10 liralık benzinle kendini yaktı.

Eyüp Dal, belediyeye iş başvusunda bulunmuştu. Darp ederek dışarı attılar. Kardeşinden borç aldığı parayla benzin alıp kendini yaktı belediye önünde.

Yavuz Polat, zabıtanın tezgahına el koymasından sonra kendini yakarak intihar etti.

Levent Akar, 39 yaşında, üç çocuk babasıydı. Çayırova’da dış cephe işiyle uğraşıyordu. Borçlarını ödeyemediği için işyerinde kendisini asarak yaşamına son verdi. İntihar etmeden önce eşini arayıp, “Ben artık yapamıyorum. Kendine ve çocuklara iyi bak. Hakkını helal et” dedi.

Van’da intihar eden Mesut Babat için ise kardeşi Hüsnü Babat, şöyle demişti: “Kardeşimin borçları vardı ama ödenmeyecek kadar büyük borçlar değildi. Ancak işsizlik, maddi sıkıntılar nedeniyle kendini çaresiz hissetti. Borcu olduğunu da bizlere söylemedi. Hep içine attı. Kardeşim intihar ettiğinde en küçük çocuğu 14 aylık, en büyük çocuğu ise 16 yaşındaydı. Çocuklar hep babalarını soruyor. Onları öyle gördükçe içimiz parçalanıyor. Kardeşim intihar edecek bir insan değildi ancak işsizlik, yoksulluk nedeniyle kendi canını kıydı ve bizleri de öldürdü.

Ve daha sayamadığımız niceleri... Her birinin kendince öyküsü var. Sevenleri, bekleyenleri var. Şimdi TÜİK istatistiklerinde sıradan bir rakam hepsi.

Burada, bu rakamlarda bahsi geçenler, kapitalizmin cinayetlerinden sadece bir kısmı. Varlığı, doğuşu her tür insanlık suçuyla yüklü, “tüm gözeneklerinden kan ve irin akarak” dünyaya gelen sermayenin egemen olduğu bu düzen, yalnızca savaşlarda öldürmüyor insanı ve insanlığı. Kurulu düzen olarak var olduğu her gün, her dakika, her saniye ölümlere, yıkımlara, korkunç suçlara sebep oluyor. “Kapitalizmin kara kitabı”, en genel haliyle bile insanlık tarihinin en vahşi dönemidir. Bu “günlük cinayetler” eklendiğinde, onu tarif etmek imkansızlaşıyor.

İntihar, bireysel protestonun, başkaldırının bir biçimidir aynı zamanda. Kapitalist toplumun ömrünü tamamlaması ve çürümesi oranında yaygınlaşıyor. Krizler derinleşip çıkışsız hal aldıkça, intiharlar da yaygınlaşıyor. Kitleselleşiyor. Ne acıdır ki bir “çağ dönümü”nü, bir toplumsal sıçrama anını ölçmenin trajik göstergelerinden biri oluyor.