Avrupa’nın göbeğinde, Berlin’de bir “koruyucu melek” var dinci faşizm için. Türlü çeşit adımlarla her defasında Ankara’yı adeta “ipten kurtarıyor”! Merkel’den ve onun şahsında Almanya’nın Türkiye’yi bir şekilde arkalamasından bahsediyoruz.

Kuşkusuz çokları için bu durum, RTE ve Merkel’in kişiliklerine, kişisel özelliklerine yoruluyor. Peki gerçekten öyle mi? Yanıtı merak ediyorsanız, hemen yandaki “Editör” yazımızı okuyun. Böyle kazın ayağının öyle olmadığını, işin temelinde bambaşka bir gerçekliğin yattığını göreceksiniz.

Bir karşı-devrim merkezi olarak Türkiye, emperyalistler tarafından korunup kollanıyor kuşkusuz. Öte yandan kimi zaman rol çalma, kimi zaman kendini pazarlama stratejisi olarak inisiyatif geliştirip adımlar da atıyor. Kimini atmadan önce emperyalist efendilerle birlikte konuşup anlaşarak yapıyor, kimini doğrudan atıp sonrasında olur alma yolunu tutuyor. Kuşku yok ki bu tür “inisiyatif geliştirmeler” her zaman istenen sonucu doğurmuyor. Libya bunun bariz örneklerinden biridir. Doğu Akdeniz “faciası” ise bir diğer örnektir.

Dinci faşist iktidar bu uzatmalı Doğu Akdeniz oyununu hala zorluyor. Bu “İkinci Kandıralı Vakası”nın naz kaldırır yönü olmadığını söylemiştik. Lakin Merkel’in şahsında Almanya’nın ağırlığını koymasıyla bizim Kandıralı’ya bir kıyak daha geçildi AB liderler zirvesinde.

Ekim ayını daha yeni yarıladık. Bu yarım aylık sürede iki kez toplandı AB liderleri. Ve bu ikinci toplantıda da Türkiye’ye yaptırım kararı çıkmadı. “Türkiye'nin tek taraflı ve provokatif eylemlerinden üzüntü” duymakla yetindi AB liderleri. Henüz sopayı kullanmayı istemediklerini, şimdilik havuçla yetineceklerini beyan etmiş oldular. Kıbrıs ve Yunanistan’ın “sert tavır” beklentileri boşlukta yitip gitti.

AB Konseyi Başkanı Michel, “Ancak tabii ki, bölgedeki durumu gün be gün ve her hafta çok dikkatli bir biçimde yakından takip ediyor olacağız” diye ekledi.

Kıbrıs’ta Maraş’ın açılmasını provokasyon olarak nitelendiren AB, “Eylül’de Gel” şarkısı misali, Aralık’ta yaptırım konusunun yeniden ele alınacağını söyledi.

Macron, Yunanistan ve Kıbrıs’a desteklerini teyit etti; ama öte yandan “deniz yetki alanları meselesinde Ankara ile diyaloğa da açığız” dedi.

“Koruyucu meleğe” gelince... Angela Merkel “Türkiye'nin son günlerdeki tek taraflı ve elbette ki provokatif adımlarının gerilimi düşürmek yerine tırmandırdığında hemfikir kaldık. Bu çok esef verici ve aynı zamanda gereksiz. ... AB olarak, Türkiye'nin Akdeniz'de attığı adımların gerilimi daha arttırdığına mutabık kaldık.” dedi ve o ünlü “havuç-sopa” taktiğine atıfla “İlişkileri iyileştirmek hem Türkiye'nin hem AB'nin çıkarına” diye ekledi.

Görünen o ki, AB emperyalizmi geri adım atması ve “iç kamuoyuna” dönük manevra yapabilmesi için “bizim Kandıralı”ya Aralık’a kadar zaman tanıdılar. Bugün Sinop’ta S-400’ün test edilmesi de bu “manevrada” bir adım olsa gerek.

Emperyalist-kapitalist dünya düzeninin sopasız hizaya girmesi mümkün değil. Almanya “kayırmacılığındaki” Türkiye’ye sadece parmak sallamak, sınırlı bir etkiye sahip olacaktır. Sopa devreye girdiğinde ne olduğunu ise Oruç Reis’in soluğu Antalya limanında almasında zaten gördük. Şu aralar asıl sert açıklamalar ABD’den gelmeye başladı. Brüksel’e kulak kesmişken Washington’dan gelen kükremeler, Ankara açısından pek hayra alamet değil. Emperyalist hesaplarla uyuşmayan adımlar atıldığını gösteriyor. Bu “yanlış adımlardan” yüz geri dönmesi yakındır dinci faşizmin. Her zaman olduğu gibi, yine büyük “zafer muştularıyla” geri vitese taktıklarını hep birlikte göreceğiz. Tabii ondan önce Transkafkas bölgesinde başına başka belalar gelmezse!