< < İktidarın Kaderi

Bugün yine hedefte demokratik kitle örgütleri vardı. Ve tabii en başta da son dönemde dinci faşist iktidarın saldırı ve baskılarına açıkça meydan okuyan TTB...

Barolarla ilgili yaptığımız kanun değişikliğiyle önemli adım atmıştık. Türk Tabipleri Birliği başta olmak üzere, ne zamandan beri terörle iç içe olanlar Tabipler Birliği gibi bir kuruluşun başına geçebiliyor? Bunun adı terör örgütlerinin sivil toplum kuruluşlarına adet el koymadı hadisesidir. Sağlıkta attığımız adımlar ortada. Bu hükümetin en başarılı olduğu alanlardan birisi sağlık. Fiziki altyapısıyla, görmediği yatırımları yapan bu hükümete hala çirkin yaklaşımlar içinde bulunmak kabul edilebilir değildir. Biz bunlara hastalarımızı nasıl teslim edeceğiz? Teröristten bu beklenir mi? TTB başta olmak üzere meslek kuruluşlarındaki sorunlar da tahammül edilemez seviyeye ulaşmıştır. Anayasada amaçları dışında faaliyet gösteren meslek kuruluşlarının organlarının görevine mahkeme kararıyla son verileceği de hükme bağlanmaktadır. TTB, bunun gibi kimi meslek kuruluşları açıkça Anayasa'ya aykırı faaliyet içindedir. ‘Çoklu baro’ gibi çalışmayı burada da yapmalıyız. Cumhur İttifakı olarak bu çalışmayı başarılı bir şekilde yürüteceğimize inanıyorum.”

Bu sözler grup toplantısında konuşan RTE’ye ait. Sadece bir kısmını aldık sözlerin. Yoksa sayıp döktüğü inciler bu kadarla sınırlı değil! Artık “Saray fotoğrafçısında düğün resmi çektiren” başsavcı, işareti (yahut emri) aldığına göre, harekete geçecektir. Tabii şimdiye kadar geçmediyse!

Bunun adı güç gösterisi mi? Güç nedir? Bir toplumsal ilişki olan iktidarın gücü nerden gelir, güçlü olması nedir?

Eğer gücü “kaba kuvvet” olarak anlıyorsanız, evet, dinci faşist iktidar ve onun başı “güç/gövde gösterisi” yapıyor. Her gün bir “devlet kurumuyla” kavgalı. Birilerine “ayar veriyor”, “hizaya getiriyor”. Sadece bu değil. Bütün demokratik kitle örgütlerine azgınca saldırıyor, meslek örgütlerini hırpalıyor!

Yasak, yasak, yasak... İşine gelmeyen her şey yasak. Sürekli saldırı, baskı, gözaltı, emre amade mahkemeler, zindan... Üstelik “siyasi” de olmanız gerekmiyor bu cenderede ezilmeniz için. Kadıköy’de maske takma tartışması yüzünden polisin saldırısına uğrayan genç kadın örneğinde olduğu gibi. İktidar ile yığınların ilişkisi, devlet ile birey ilişkisi, “Reis” ile “millet” ilişkisi... velhasılı kelam, toplumsal çelişkiler öyle bir hal almış durumdaki, artık bu karşı karşıya gelişteki her şey, istisnasız her şey, politik. Artık dolayımlar da kalktı ortadan. Her şey doğrudan bir kutuplaşma vesilesi veya başka bir kutuplaşmanın nesnesi.

İşler öyle bir hal aldı ki, devlet kurumları birbiriyle kavgalı, yürütme erki devletin geri kalanıyla neredeyse kanlı bıçaklı! Neden? Devlet aygıtında, iktidara sahip sermaye kesimi ile diğerlerinin çelişkilerinin yansıması her daim vardır. Her daim bir mücadele, kavga olur. Ama bunlar çok özel istisnalar dışında sürdürülebilir niteliktedir. Ama eğer “taban”, emekçi yığınlar durumdan hoşnutsuz bir şekilde yoğun hareketlilik içindeyse, “aşağıdan” gelen baskı “tepeyi” sürekli hırpalıyorsa, ezcümle, devrimin baskısı sermaye iktidarını sürekli örseliyorsa... bugün karşılaştığımız tablo çıkar kaçınılmaz olarak. (İnanmayan ABD dahil tüm kapitalist dünyadaki örneklere bakabilir.)

Bu tür dönemlerde avazı çıktığı kadar bağırır iktidardakiler: “Yasallık bizi boğuyor”! Tıpkı belirli bir süredir dinci faşizmin yaptığı gibi. SS’in, ardından Bahçeli’nin, nihayet “tam zamanında” bir “ışıklar yanıyor krizi” ile RTE’nin (ve aşağı doğru bir dolu gereksiz zevatın) Anayasa Mahkemesi’ne yüklenmesi, iktidar açısından durumun vahametini göstermekten başka bir işe yaramıyor.

İşler böyle bir aşamaya geldiğinde, iktidar dediğiniz yapı tüm temel alanlarda gücünü ve yönetme kabiliyetini yitirmiş demektir. İktidarların gittikçe artan oranda kaba kuvvete yönelmesi, çıplak zoru devreye sokması, o iktidarların (basitçe hükümet değil, iktidarların) üzerinde yükseldiği toplumsal yapının bir “değişimi” zorladığı, “eski yöntemlerle yönetemediği/egemen olamadığı” anlamına gelir. Gittikçe artan oranda çıplak zora ve baskıya başvurmak, yapısal güçsüzlüğün ifadesidir.

Dinci faşist iktidar (ve bu iktidar eliyle tekelci sermaye) toplumu yönetmiyor, yönetemiyor. Toplumla savaşıyor. Öyle böyle değil. Soluksuz bir savaş. Dişlileri sürekli sıkılaşan bir baskı cenderesi. Bir öğütme makinesi.

Hâlâ anket ve sandık üzerinden mi okumaya çalışıyorsunuz gelişmeleri? Sahi RTE aynı konuşmasında o “engin vizyonu” ile bir cümle daha sarf etti: “Artık Cumhur İttifakı'nın kaderiyle ülkemizin kaderi bütünleşmiştir.” Yoksa bu lafı konu bağlamında salt hamaset mi sanıyorsunuz?