Hazine ve Maliye Bakanlığı tarafından hazırlanan ve 2021-2023 dönemini kapsayan Orta Vadeli Mali Plan, Resmi Gazete’de yayımlandı. Bütçeden bakanlıklara, çeşitli devlet kurumlarına ne kadar pay aktarılacağı da yer alıyor planda.

Elinde kılıç, minber minber dolaşan takkelinin kurumu Diyanet İşleri Başkanlığı, yaklaşık 13 milyar TL alacak! Bütçe gelirleri 1,1 trilyon TL, giderleri 1,3 trilyon. Bu miktarla o, İçişleri, Dışişleri, Enerji, Kültür ve Turizm, Sanayi, Çevre ve Şehircilik ile Ticaret bakanlıklarından daha fazla pay alıyor olacak.

Bu rakam, geçtik diğer bakanlıkları, İçişleri Bakanlığı'nın payından daha fazla! Üstüne basa basa yineleyelim. İçişleri Bakanlığı'nın bütçesinden fazla. O bakanlık ki, sermaye iktidarının demir yumruğudur. Faşist baskının temel direklerinden biridir. İşçi ve emekçiler üzerinde, Kürt halkı üzerinde, sosyalistler ve komünistler üzerinde tam bir terör estiren bakanlıktır. Takkelinin Diyanet’i işte bu bakanlığın bütçesinden daha fazla para alıyor bütçeden!

Pek çok bakanlığın paylarında dramatik düşüşler olmuş. Çalışma Bakanlığı dahil bazılarınınki artmış. Gözünü sandık bürümüş darkafalılar, bu artışlara (Diyanet’inki dahil) bakarak hemen “seçim mi geliyor” demeye başladılar. Atılan her adımı yalnızca sandık üzerinden okuyup, dinci faşist iktidarın seçimle gideceğini düşünen darkafalılar bunlar.

Oysa Diyanet, hükümetin değil, sistemin ayakta kalması için son derece önemli roller üstlenen bir kurum. Bu konuyu anlamayan, sorunu sadece “dinci AKP” olarak gören ahmaklar sürüsü, takkelinin kılıç şovları dahil her şeyi sandık ve oy hesabı üzerinden okuyup duruyorlar.

Genel olarak sistemin iç çelişkilerinin ve yıkımlarının had safhaya çıktığı nokta, yığınlar arasında dinsel duygu ve düşüncelerin de yaygınlaştığı noktadır. Buradan kimileri “yığınlarda gericileşme” sonucu çıkarır. Oysa tam da bu, dinsel eğilimlerin yaygınlaşması, (bununla birlikte “umutsuzluk” ve “karamsarlık” gibi duyguların yaygınlaşması) büyük altüst oluşların habercisidir(Lenin). Bu “çelişik” durum çoklarına anlaşılmaz gelir.

Marx, dinin bu yönüne işaret etmişti: “Din bu dünyanın genel teorisini, onun ansiklopedik özetleme kitabını, onun halksal biçimdeki mantığını, onun tinselci point d'honneur'ünü [onur sorununu], kendinden geçmesini, ahlaksal onaylanmasını, görkemli tamamlayıcısını, teselli ve aklanmasının evrensel temelini oluşturuyor. (...) Dinsel üzüntü, bir ölçüde gerçek üzüntünün dışavurumu ve bir başka ölçüde de gerçek üzüntüye karşı protesto oluyor. Din ezilen insanın içli ezgisini, kalpsiz bir dünyanın sıcaklığını, tinin dıştalandığı toplumsal koşulların tinini oluşturuyor. Din, halkın afyonunu oluşturuyor.”

İşte bu yüzden, toplumsal yapının en bunalımlı, en karamsar dönemlerinde, acılarını hafifletmek isteyen geniş yığınlarda kendiliğinden bu “afyona” yönelme eğilimi artıyor. Ve aynı şekilde burjuvazi, emekçi yığınlar tam anlamıyla uyuşsun, bir daha ayılmasın diye, bütün gücüyle dinsel kurumlara yükleniyor; onlara tüm imkanlarını sunuyor. Son dönemlerde artan fetvaları, “sabır ve şükür telkinlerini”, “öbür dünya ve cennet” vaazlarını bu açıdan ele almak gerekiyor. Yoksa kafalarını sandığa gömmüş olanların oy hesaplarına göre değil.

Buradan Marx’ın dini olumladığı gibi bir yanlış anlaşılma çıkmaması için, “insanın çevresinde dönen aldatıcı bir güneşten başka bir şey oluştur”mayan dinin, eleştirilmesi için söylediklerini de ekleyelim: “Halkın aldatıcı mutluluğu olarak dini ortadan kaldırmak, halkın gerçek mutluluğunu istemek anlamına geliyor. Halkın kendi durumu üzerindeki yanılsamalardan vazgeçmesini istemek, halkın yanılsamalara gereksinim duyan bir durumdan vazgeçmesini istemek anlamına geliyor. Öyleyse dinin eleştirisi, dinin aylasını oluşturduğu bu gözyaşları vadisinin tohum halindeki eleştirisi anlamına geliyor.”

İki şeyi birbirinden ayırmak gerek. Burjuvazinin, dinci faşizmin bütün gücüyle dinsel gericiliğe yönelmesi, emekçi yığınları bu “afyon” ile uyuşturma ve “gerçek toplumsal eleştirinin” önünü alma çabasıdır. Ama tam da bu çaba, toplumsal koşulların bir altüst oluş dönemine kapı açtığının itirafıdır. Geniş halk yığınlarının, kendiliğinden bir şekilde dinsel eğilimlere prim vermesi ise, bir gericileşme değil, katmerlenen ve dayanılmaz hale gelen toplumsal sorunlara, toplumsal acılara katlanma çabasıdır. Lenin’in bu türden eğilimleri de devrimin olgunlaşma belirtileri arasında sayması bundandır.

Şu halde, dinci faşizm milyarları takkelinin emrine sunuyorsa, buradan çıkarılacak sonuç, toplumsal altüst oluş koşullarının, ayaklanma koşullarının gittikçe olgunlaştığıdır. Onlar, halk yığınlarını, toplumun dışsallaşmış güçlerinden olan dinsel düşüncelerle denetim altına almak, dinsel yasak ve cezalarla korkutmak istiyorlar.

Biz, Marx’la birlikte, “Halka cesaret vermek için kendi kendinden korkmasını öğretmek gerekiyor” diyoruz. Pratik toplumsal eleştiri, emekçilerin yaşamlarını kökten değiştirecek yegane şeydir. Ve artık eleştiri silahı, silahların eleştirisi halini almaktadır.