“Türklerin gen yapısı” nedeniyle korona salgınından muaf olduğunu söyleyen şarlatan haklı çıktı! Bütün kapitalist dünyada korkunç bir şekilde tırmanan korona vakaları, Türkiye’de en başından beri “yatay seyir” izliyor. Ama malum şarlatanın “Türk gen yapısı” zevzekliği nedeniyle değil. Tıpkı TÜİK olayında gördüğümüz gibi istatistik cambazlığı sayesinde!

Popüler Sağlık Bakanımız, baskılara daha fazla dayanamayıp “vaka sayısını değil hasta sayısını açıklıyoruz” deyiverdi. Bu zırvalık derecesindeki saçmalama ,bir doktor olan Bakan’ın ağzından döküldü. Böylece “resmi evrakta sahtecilik” suçunun bir kısmı kabul edilmiş oldu.

Lakin durum Bakan’ın söylediği kadar basit değil. Yani “her pozitif test sonucu hasta değildir” gibi bir inci, mevcut rakamları izah etmeye yetmiyor. Görece sıkı tedbir alan ülkelerde bile vaka sayısı Türkiye’yi dörde beşe katlıyor. Üstelik nüfus üzerinden düşündüğünüzde katsayı 7-8’i buluyor. Şu halde, Bakan’ın söylediği “biz sadece hastaların rakamını veriyoruz” sözü de gerçeği yansıtmıyor. Yani Bakanlık, kendi deyimleriyle “sadece hasta olanları” da bildirmiyor gerçekte. Hele ölüm oranları/rakamları hiçbir şekilde gerçeği yansıtmıyor. Yakınlarını koronadan kaybeden sayısız insan, raporlarda gerçeğin gizlendiğini ifşa ediyorlar sürekli sosyal medyada. “Resmi evrakta sahtecilik” bizzat hükümet eliyle hem vaka, hem “hasta”, hem de ölüm sayılarında yapılıyor.

Ara sıra çıkış yapsalar da tüm CHP’li belediyeler, ölümler açısından gerçek rakamlara sahip oldukları halde açıklamıyorlar. Sınıfsal tutumlarını net olarak ortaya koyuyorlar. Bir not olarak eklemiş olalım.

Salgının ilk dönemlerinde İngiltere, “sürü bağışıklığı” uygulayacağını duyurduğunda, bu vahşi politika nedeniyle yoğun tepki aldı. Sonra sözüm ona “politika değişikliği” yaptı İngiltere. Özellikle başbakan Boris Johnson’ın virüs kapmasından sonra. Ama zamanla gördük ki, özünde, tüm kapitalist dünya adı konulmamış “sürü bağışıklığı” uyguluyor. Fark, bunu İngilizler gibi açıktan söylememiş olmaları. Zira ilk dönemde sağlık sistemlerini çökerten yığılmadan sonra uygulanan lockdown’lar ve devreye sokulan “ekonomi paketleri” sorunu çözmedi. Tatil dönemi ile birlikte “normale dönüş” başlatıldı. Oysa virüsün bulaşıcılık ve yayılmasında bir değişiklik yoktu. “Tatil sezonu” boyunca “normal” uygulandı. Sonuçta vaka sayıları tekrar patladı.

Şimdi kapitalist dünyadan art arda korku açıklamaları yükseliyor. İspanya, Madrid’te olağanüstü hal ilan etti. Fransa, bir günde 20 bin vakayı aşarak “rekor kırdı”. İtalya keza salgının ilk dönemlerindeki yıkıcılığın eşiğine gelmiş durumda. Salgının başından beri durumun görece kontrol altında olduğu Almanya'da günlük vaka sayısının 10 bine çıkacağı öngörülüyor. Bütün Avrupa'da hızla yeni kısıtlamalar devreye giriyor.

Merkel, “yeni bir kapatmayı göze alamayız” mealinde açıklamalar yaptı. Bu bakış açısı tüm kapitalist dünyanın ortak bakış açısıdır. Zaten “kapatma” yaptıkları dönemde de işçiler tüm bu kapitalist ülkelerde fabrikalara, üretim birimlerine gönderilmeye devam etmişti. Salgının birinci evresinde devreye konan bu yarım yamalak “kapatmalar”, salgının yayılmasını engelleyemedi. Kapitalist sistem, bu tür bir salgınla başetme yeteneğinin olmadığını istisnasız tüm kapitalist ülke pratiklerinde ortaya koydu. Çin’in, Vietnam’ın, Laos’un, Küba’nın... başarabildiğinin onda birini bile başaramadılar. (KDHC, en başta sınırlarını kapatarak salgına hiç geçit vermedi.) Başarmaları da mümkün değil. Ellerinde imkan olmadığından değil. Sistemin temel işleyiş mantığı, “varoluşsal durumu” buna mani olduğu için.

Salgının seyri iç açıcı değil. Genel olarak yığınların “virüs ile bir arada yaşama alışkanlığı” kazanmasına yani psikolojik olarak o ilk dönemin şaşkınlık ve ürkekliğini atlatmasına rağmen, vaka sayılarındaki hızlı yükseliş, bir kez daha kapitalist toplumları derinden sarsacak. İktisadi bunalımın yıkıcılığını artıran salgın, ufukta beliren ikinci dalga ile birlikte, pek çok kapitalist ülke için “sistemin beka sorunu”nu gündeme getirecek. Tüm kapitalist dünya umudunu aşıya bağladı doğal olarak. Fakat bu aşı konusunda da yine kapitalizmin insanlık düşmanı yüzü çıkıyor ortaya. Rusya’nın Sputnik V aşısını, salt bilimsel kaygılarla reddetmiyorlar. (İçlerinde kuşkusuz bilimsel kaygıyla kuşkulu yaklaşan bilimciler var.) Asıl dertleri, her biri alanında dünya devi olan kapitalist biyokimya tekellerinin milyarlarca dolarlık kazançtan olmasıdır, yoksa milyarlarca insanın hayatı değil.

Hastalığın aşısı yakında ortaya çıkacak elbet. Ama kapitalist sistemin ölümcül hastalığının aşısı yok. Ve olmayacak. Önümüzdeki dönem sertleşen sınıf kavgasıyla bunu bir kez daha hep birlikte göreceğiz.