Karabağ’da (Astrakh) çatışmalar şiddetlenerek sürüyor. Karşılıklı suçlamalar, tehditler ve raporlar gelmeye devam ediyor.
Türkiye’nin bizzat sahada, savaş cephesinde yer aldığı iddia ve hatta kanıtları artmakta. En son Ermenistan’a ait Su-25’in TSK F-16’sı tarafından düşürüldüğünü bizzat Ermenistan Savunma Bakanı açıkladı. Başbakan Paşinyan ise Türkiye’nin savaş cephesinde aktif olarak bulunduğunun “bir olgu” olduğunu söyledi.
Aliyev, dünkü RTE’nin “sanki Aliyev suçlamaları kabul edecek” lafından sonra bugün “Türkiye çatışmalarda taraf değil” açıklaması yaptı. Gerek Ankara’dan çeşitli mevkilerden yapılan tonla açıklama, gerek sahadan yansıyanlar, bu açıklamayı komik ötesi bir hale getiriyor. Zaten kimse de bu söyleme inanmıyor.
Dinci çetelerin mal pazarlığı usulü kiralanıp savaş hattına taşınması meselesine gelince, bu artık The Guardian’a bile konu olacak kadar alenileşmiş bir durum. Zaten söz konusu çetelerin tüm sosyal medya hesapları bu “yeni cihat cephesi” görüntüleriyle dolu.
Suriye’den dinci çetelerin paralı asker olarak Libya’dan sonra bu savaş hattına da taşınması, TC’nin elindeki Suriye (ve Rojava) topraklarının bir “çete ihraç merkezi” olduğunu gösteriyor. Dinci faşizmin Suriye’deki amaç ve görevlerinden biri buydu. Kuşkusuz toprak işgali, yayılmacılık, petrol... pek çok arzu, iştah kabartan hayal sıralanabilir. Doğrudur. Ama onun asıl misyonu, ABD emperyalizminin destek ve teşvikiyle üstlendiği sorumluluk, özünde, bir karşı-devrim merkezi olarak, tüm bölgedeki devrimci gelişmelere karşı bir vurucu güç olmaktı. Ankara, dinci çetelerin bu iş için kullanışlı aparat olduklarını pratikte göstermiş oluyor.
Türkiye, çok uzun bir süredir bölgesel karşı-devrim merkezi görevini üstlenmiş durumdaydı. Özellikle Suriye çatışmalarıyla birlikte bu misyonunda bir üst aşamaya ulaşmış oldu. Önce cihatçı caniler Türkiye sınırlarında eğitilip yönlendirildi, Suriye’de işgal bölgeleri geliştikçe, eğitim merkezleri oraya kaydı. İşgal altındaki Suriye ve Rojava toprakları, ÖSO etiketiyle Türkiye’nin elinde bir “cihatçı üretim merkezi”ne dönüşmüş durumdadır.
Bu dinci çetelerin, “ideolojik saikler” ile süslenmiş kiralık katil (kibarcası “paralı asker”) olma tarihleri, Afganistan Devrimi'ne karşı başlatılan emperyalist destekli dinci savaşla genellik kazanmıştır. Bu güruhu daha sonra Çeçenya’da, Bosna’da ve Kosova’da gördük. Orta Asya ülkelerinde (Tacikistan başta olmak üzere) hala görmekteyiz. Emperyalizmin paralı askerlerinin bir kolunu teşkil etmektedirler. Nikaragua’da FSLN yönetimine karşı savaşan Honduras’ta üslenmiş ölüm mangaları neyse, yakın coğrafyamıza yayılmış olan bu dinci tosuncuklar odur. Değişik ideolojik giysiler giydirilmiş olması hiçbir şey değiştirmiyor.
Genel olarak İhvancılar, yönetime geldikleri tüm ülkelerde, bizzat emperyalistlerin aktif desteğiyle, o ülkelerdeki ve bölgedeki devrimleri ve devrimci gelişmeleri boğmak üzere “işe alındılar”! Toplumları dinci gericiliğin pençesine almak, devrimlere ve devrimci gelişmelere karşı “vurucu güç” oluşturmak temel görevleriydi. Bu uğurda emperyalistler tarafından aktif bir şekilde desteklendiler. İsteneni verememiş oldukları bir dizi ülkede iplerinin çekilmiş olması, bu gerçeği değiştirmiyor.
Türkiye ise ABD ve AB emperyalizmi için önemli bir karşı-devrim merkezi olarak her dönem etkin bir dış desteğe sahip oldu. Görünenin aksine, emperyalistler dinci faşist iktidarı ve Türk tekelci kapitalizmini her daim desteklediler. Hala da destekliyorlar. Suriye başta olmak üzere attığı pek çok adım bizzat emperyalistlerin destek ve teşvikiyle atılıyor. Zira dinci faşist iktidar, bölgede gerici savaşlar ve kargaşa yaratma işinde türdeşlerinin içinde bir gömlek üstün olduğunu gösterdi. Alabildiğine geniş bir sahada, kimi zaman görünürde “bağımsız” inisiyatifle giriştiği harekatlar, gerçekte emperyalistlerin destek, izin ve onayıyla olmaktadır. Dinci faşizmin “sınırı aştığı” her olayda emperyalistler doğrudan kulak çekme operasyonuyla onu hizaya getirmesini bildiler. Son vukuat, Doğu Akdeniz’deki gelişmelerdir. Atıp tutma faslının sonu, Macron’dan füze dilenme ve Doğu Akdeniz için “diplomatik çözüm” lapasını çiğneme oldu. Daha önce de belirttik. Bağımlılık ilişkiler ağında emperyalist ülkeler çok istisnai durumlar haricinde her zaman istediklerini alırlar. Bağımlı ülke kaçınılmaz olarak pes eder, isteneni yapar. (Bunu, dinci faşizme olmadık payeler biçenler için yeniden hatırlatmış olalım.)
Ankara planlayıcılığında ve doğrudan örgütleyiciliği altında başlatılan Karabağ savaşı, Rusya’yı güneyden “dengeleme”, “dizginleme” ve mümkünse “karıştırma” yan amaçlarına da sahip görünüyor. Bu, “Rusya’nın kuşatılması” stratejisiyle uyumlu bir adımdır. Dinci faşist iktidar bir kez daha emperyalistlere kendi “kıymetini” sergileme yolunda. Daha açık ifadeyle, Ankara, giriştiği bu türden “oyunlarla” emperyalistlere “ben amaçlarınız için en uygun araç konumundayım” demektedir. NATO ve emperyalistlerin bu mesajları almamış olması düşünülemez.
Bölgeye yığdığı dinci çete ihracı üzerinden bir “sonuç” alındığında, bu, tıpkı 90’larda olduğu gibi, “Rusya’nın yumuşak karnı” olan bölgelerin (Kafkas bölgesinin) dinci çeteler eliyle karıştırılmasının devreye girebileceği anlamına gelmektedir. Rusya, 2015’te Suriye’de doğrudan savaşa dahil olurken dile getirdiği gerekçelerden biri, tam da bu dinci çete tehdidi idi. Ki bunun, önemli sebeplerden biri olduğuna inanmak için fazlasıyla tarihsel materyal mevcut. Bu açıdan mevcut şekliyle Ankara-Bakü ortak savaşı, Rusya açısından bir tehdit teşkil etmektedir.
Kuşkusuz bölgenin cihatçı canilerin merkezlerinden birine dönüşmesi, en başta Azerbaycan işçi sınıfı ve emekçileri olmak üzere tüm bölge halkları için bir tehdittir. Türkiye, dinci faşist iktidarın marifetiyle uluslararası karşı-devrim merkezi olma konusunda ağırlığını artırmaktadır.
Ankara bir kez daha koca bir savaşı doğurabilecek sınırda adımlar atıyor. Tüm bu açılardan bu küçücük alanda patlak veren savaş, çapı son derece geniş etkiler yaratacak gibi görünüyor.