Çalışıyorsunuz... bir fabrikada, atölyede, bir ofiste, tarlada, madende, taşımacılıkta... Her gün, her sabah, daha gün ışımadan çoğu zaman, yollara düşüyorsunuz, yol parası veriyorsunuz. Sonra ücretinizi vermiyorlar. Emek-gücünün değerini ödeseler bile emeğimiz üzerinden karlar kazanan patronlar, bu değerin çok çok altında asgari ücretlere çalıştırarak ek karlar kazanıyorlar. Ama bu da yetmiyor. Hiç ücret ödemiyorlar! Böyle bir durumda ne yaparsınız?

Bunlar tekil örnekler değil. Çok yaygın bir durum. Hemen her şehirde, her tür işletmede alabildiğine yaygın olarak karşılaşıyor işçiler bu bayağı kölelik uygulamalarıyla.

Her onurlu insan isyan eder bu duruma. Sömürünün en vahşisinden bile beter bu soygunu kabul etmez elbette. İşçiler de isyan ediyor. Ve karşılarında polis, asker, mahkeme!.. Devlet sermayenin, işçinin karşısına dikilecek elbette.

4 yıldır patrondan alacaklarını (ücret ve tazminatlarını) bir türlü alamayan Bimeks işçileri örneklerden biri. Patronun yakasını bırakmayan Bimeks işçilerinin karşısına her defasında polis dikiliyor. Gözaltına alınıyor işçiler.

Konya Ermenek'te bulunan Cenne Madencilik işçileri ayrı bir örnek. 13 aydır maaşlarını alamıyorlar, geçmişe dönük giriş çıkış yapılmış tarihlere ait tazminatları ve diğer ücret alacakları ödenmiyor... Ve madenciler, sendikalarıyla birlikte fiili eylemler yürütüyorlar. Bağımsız Maden İş Sendikası “Ermenek maden işçilerinin hakları ödenmez ise 1 Ekim'de başlatacağımız Ermenek Ankara Madencinin Hak Yürüyüşü'yle özgürlük hakkımızı kullanacağız” diyor. Ve kuşku yok, yürüyüşün ilk adımından itibaren karşılarında polis ve jandarma olacak yine.

Sayısız örnek var böyle. İrili ufaklı nice örnek...

Hiçbir patron, iflas etmiş olanları bile, lüksünden, yaşam alışkanlıklarından, “yaşam kalitesinden” vazgeçmez.

Peki ya o kötünün kötüsü olan ücretini bile alamayan işçiler?

Bir madenci eşinin şu sözü tüm acımasız gerçekliğin özeti aslında: “Parmağımdaki alyansı bir yağa, bir çaya, bir tuza verdim.”

Bırakın belirli bir “standart” yaşamı, işçiler “yarını değil yalnızca bugünü düşünmek zorunda” uzun süredir. İşler bu noktaya geldiğinde, artık gerçekten kaybedecek bir şey kalmamış demektir.