< “Yasallık Bizi Boğuyor”

İçişleri Bakanı S. Soylu Kızılcahamam’da Anayasa Mahkemesi Başkanı'na verip veriştirirken, adeta Avrupalı burjuva yöneticilerinin “yasallık bizi boğuyor” çığlığını yankılıyordu 150 yıllık bir arayla. Konu, işe gireceklere yönelik güvenlik soruşturmasının “anayasaya aykırı olduğu gerekçesiyle” kaldırılması kararı. Yani AYM, fişlemenin anayasaya aykırı olduğunu söylüyor.

Ankara'nın Kızılcahamam ilçesinde düzenlenen Toplumsal Olaylarda Müzakere Kursu açılış töreninde konuşan Bakan SS, “Anayasa Mahkemesi karar veriyor. Güvenlik soruşturmasını kaldırın, ne olacak FETÖ'cüler girsin, PKK'lılar girsin ne olacak. Anayasa Mahkemesi Başkanı'na buradan söylüyorum. Madem özgür bir ülkeyiz, ana caddelerde, sokaklarda özgürce yürüyüş hakkının ortadan kaldırılmasını geçen gün onayladınız. Polis koruması almana gerek yok. Bisikletinle işe git gel bakalım. Hadi git gel, özgürüz ya. Tamamen her şey güvenlik altında ya, hadi git, niye polis koruma alıyorsun, niye eskortlarla geziyorsun o zaman? Ben varım, sen var mısın? Sayın Anayasa Mahkemesi Başkanı, kendi arabamla tek başına gitmeye ben varım, sen var mısın? Biz buralardan gideriz ama bu ülke büyük bir mücadele içerisinden geçiyor. Ayağımızı topal bırakmayın. Bizi naçar bırakmayın, zorluk içerisinde bırakmayın ne olursunuz ya yapmayın, etmeyin bu ülkeye. Nolursunuz yapmayın. Son aldığınız karar; 'bütün şehirler arası yollar her türlü eylem ve etkinliğe açıktır.' Açarız, dertlerini Anayasa Mahkemesi Başkanı'na anlatsınlar” diyor.

Görüldüğü gibi yakınma, yakarma, tehdit, isyan... hepsi var konuşmada. (Konuşmanın tamamı tam ibretlik. Yok yok!) İçişleri Bakanı SS buna çok kızmış. Fiilen yaptıkları fişlemenin yasal olmayışına veryansın ediyor. Bağırıp çağırmalarının tek tümcelik özeti de “yasallık bizi boğuyor” oluyor.

19. yüzyıl sonlarında Avrupalı burjuva siyasetçisinin bu sözleri, aslında sermaye iktidarlarının her daim gizli belgisi olmuştur. Feodal aristokrasiye karşı iktidar mücadelesinde yasalara, “toplumsal sözleşmelere” özel vurgu yapan burjuva sınıf, iktidarı ele geçirdiğinde, “alt sınıfların” vadedilen “hukuksal eşitlik”, özgürlük, “toplumsal sözleşme”de tanımlanan haklar vb üzerinden kendi çıkarları doğrultusunda örgütlenmeye başladığında, burjuva düşün insanlarının büyük bir arzu ile tanımladıkları kurallar silsilesinin nasıl kendisine dönmüş bir silah olduğunu gördü. Sonuçta toplum sınıflardan oluşmaktaydı ve farklı çıkarlara sahip sınıfları uzlaştırmak mümkün değildi. Kendi egemenliğinin yasal çerçevesini belirleyen burjuvazi, bizzat bu yasal çerçeveye dayanarak ilerleyen işçi sınıfını durduramayacağını gördüğü her dönem, önce kendi yasalarını çiğnedi, ardından bu yasal çerçeveleri sürekli değiştirdi.

Sınıflar savaşımının keskinleştiği her dönem, istisnasız bir şekilde kendi yasalarını çiğneyen, kendi anayasasını (“toplum sözleşmesi”ni) ayaklar altına alan, burjuvazi olmuştur. Çığlık çığlığa haykırır burjuva siyaset erbabı böylesi dönemlerde: Yasallık bizi boğuyor!

Ama bu işin sonu yok. Toplum dinamik bir organizma. Sınıflar savaşı hareketli bir mekanizma. Koşulları sürekli değişir. Haliyle mevcut yasalar ve yasal çerçeve, fiili uygulamada zaten sürekli değişmektedir. Çoğu zaman göstermelik bir hükmü bile kalmaz. Yasayı yapanlar değil, uygulayanlar (yorumlayanlar)dır asıl güç sahibi. İktidar dediğiniz olgu sürekli yürütmede toplanma eğilimindedir. Bu konuda “yasa yapıcılar” çoğu kez basit incir yaprağından öte anlam ifade etmez.

SS, Kızılcahamam’da tam da bu tarihsel ve toplumsal gerçekliği dile getiriyor. Devlet ve dinci faşist iktidar tarihinin en zorlu dönemlerinden birinde. Soylu’nun deyimiyle “bu ülke büyük bir mücadele içerisinden geçiyor”. Anayasa Mahkemesi’nin kararları bu mücadelenin hızına ve ihtiyaçlarına ayak uyduramıyor. En güdük haliyle bile yasallık iktidarı boğarken, Anayasa Mahkemesi’nin biçimsel kararlarına nasıl tahammül göstersin İçişleri Bakanı! Üstelik bu en üst Mahkeme’nin tahliye kararları bile uygulanmıyor fiiliyatta.

Şu halde bundan sonrası, yeni yasal çerçeveler oluşturuluncaya kadar, eski çerçevenin daha açık ve sürekli olarak çiğnenmesi şeklinde ilerleyecek. Zamanında Özal “anayasayı bir kere delmekten bir şey olmaz” demişti. Öyle günlerdeyiz ki, 12 Eylül faşist anayasasını sistematik olarak çiğnemeden burjuva düzenin ayakta kalması mümkün değil. Artık belirli türde yasallık değil, her tür yasallık sermaye düzenini boğuyor. Yasalara olmadık önem atfedenlere duyurulur.