Aziz Nesin’in 6-7 Eylül’e dair kitabının adıdır: Salkım Salkım Asılacak Adamlar. Şöyle özetler Nesin: “6/7 Eylül faciasında (…) dürtüleri baskı altında tutulan ve bu yüzden ezilen bireylerdeki saldırganlık gizli gücünün supabı devlet eliyle açılmış ve o facia ortaya çıkmıştı (…) 6/7 Eylül faciasının gerçek sorumlu ve suçlusu hükümetti. O olayın çapulcu, talancı ve yağmacıları da hükümetin el altından kışkırtıp sonradan dizginleyemediği ayaktakımı (lümpenler) idi. Peki biz neydik? Hücreye atılanlardan hiç birimizin bu olayla uzaktan yakından en küçük bir ilişkimiz yoktu… Sıkıyönetim Komutanının emri şuydu: Solcular 6/7 Eylül suçlusu olarak salkım salkım asılacak.”
“Netekim”in “asmayıp da besleyelim mi” veciz sözü ile malum devlet-i ali geleneği... bu pirûpak sermaye egemenlik aygıtı... bu aç kurtlar düzeni... tüm tarihi boyunca sayısız insanlık suçunu tertipleyen, organize eden, kimilerine esin kaynağı olan bu acımasız diktatörlük... kopkoyu bir ırkçılık ve dinci gericilik temeline dayanır.
Kimilerinin “sevgili cumhuriyeti” öyle sanıldığı gibi laik, ilerici vb. olarak doğmadı. Bir din devleti, bir Türkleştirme ve İslamlaştırma aygıtı olarak doğdu. Ve aynı zamanda bu devlet, “kendi burjuva sınıfının” birikimi konusunda tüm gayrimüslim burjuva kesimi budamaktan çekinmedi. Böylece iktisadi ve siyasi erekleri ırkçılık-Türklük-müslümanlık ekseninde birleşti.
“Tehcir”, Varlık Vergisi, 6-7 Eylül, 1964 zorunlu göçleri (sınır dışı etme)...
Altını kalın çizgilerle çizelim. Bu “devlet geleneği” Türk kapitalizminin (ve doğal olarak Türk burjuvazisinin) sınıfsal politikasıdır. Öyle “derin devlet”, “kontrgerilla” tarzı yapılar aramaya gerek yok. Son derece iktisadi saiklere dayanan siyasal bir etkinliktir. Bir sınıf olarak Türk burjuvazisinin hem birikim sorunlarının kısmî çözümleridir (tüm bu vahşet uygulamalarında el değiştiren sermaye ve varlık-değerlere bakın), hem de siyasal egemenliğinin pekiştirilme eylemleridir. Yoksa karanlık odalarda bir takım karanlık tiplerin iş olsun diye kurguladıkları etkinlikler değil!
Sermaye sınıfının egemenliğinin biçimlenişi bu temellerde gerçekleşince, ırkçılık ve şovenizm, tüm bir toplumu zehirleyen temel ideolojilerden biri oldu. Başka ulus ve ulusal toplulukların egemenlik altına alınması, onların kökten inkarı Türkiye kapitalist düzeninin temel yapı taşıdır. “Türk’ün Türk’ten başka dostu”nun olmadığı bir hayali evrende yetiştirilir kuşaklar. Bizzat egemen ulusun işçi ve emekçileri bu zehirli atmosferi solur tüm yaşamları boyunca. Burjuva sınıf açısından emek-sermaye çelişkisini milliyetçilik tülüyle, şovenizm şalıyla sarmalanmasıdır bu. Yalnızca işçileri bölmeye yaramaz, diğer ulus ve ulusal topluluk işçilerini doğrudan siyasal araçlarla da baskılamaya yarar.
Güncel versiyonunu Sakarya’da Kürt tarım işçilerine saldırı olayında gördük. Keza Suriyeli göçmen işçiler bir başka güncel örnektir. Bugün Suriyeli göçmenlerin yaşadıklarını 90’lar boyunca pek çok yerde (Ezine, Bayramiç, Fethiye, Tavas, Erzurum...) art arda patlayan “Kürt karşıtı gösterilerde” yaşayan Kürt emekçilerdi.
Uzun sözün kısası, 6-7 Eylül, “saygın” Türk burjuvazisinin karanlık yüzü olarak bir tarihsel sürekliliğe sahiptir. Kapitalist düzen altında 6-7 Eylül’le, ya da 6-7 Eylüllerle yüzleşmek mümkün değildir.