21. yüzyıl adına yaraşır bir yüzyıl olarak ayaklanmalarla ve savaşlarla başladı. Bu kahramanlar çağı, bu “Che Yüzyılı” dünyanın dört bir yanında büyüyen isyanlar, ayaklanmalar, toplumsal hareketler, çatışmalar ve savaşlar eşliğinde sürüyor. Gelişmeler çok, ama çok hızlı. Kimse yetişemiyor. Kitlelerin pratik (ve büyük oranda kendiliğinden) kahramanlığı, yüzyılın daha bu ilk çeyreğinde tüm dünyayı altüst etti bile.
Kriz ve savaş sarmalındaki sermaye egemenliği, yaşadığı çöküşe paralel olarak, emekçi yığınların sürekli büyüyen bu hareketine karşı bütün imkanlarını seferber ediyor. Bir yandan baskı ve saldırı, diğer yandan tavizler ve sosyal reformistler eliyle uzlaşma eğilimi bir arada uygulanıyor.
Bu büyük altüst oluş koşullarında harekete geçen milyonlar, kapitalist düzeni iliklerine kadar sarsmakla birlikte, onu tümden havaya uçuracak ve yerine emeğin iktidarını kuracak adımı atamıyorlar bir türlü. Kurulu kapitalist düzenler çoğu yerde sarsılıyor, eski biçimleri yıkılıyor.
Tüm Arap Devrimlerinde buna tanık olduk. Hepsinden çok daha ileri giden Sudan Devrimi’nde gördük. Belirli bir aşamaya ulaşan devrimler, o son sıçrayışı yapamıyor. Bunda en temel sebeplerden biri, hiç kuşkusuz, proletaryanın siyasal öncüsü olarak devrimci sınıf partilerinin yokluğu ya da güçsüzlüğüdür. Bu aynı konuyla ilişkili bir şekilde proletaryanın kendi iç örgütlülük, hazırlık ve bilinç durumunun yetersizliği bir diğer etkendir.
Tarihin hiçbir döneminde emekçi yığınlar, tüm dünyada yüz milyonlar, böylesine etkin, böylesine eş zamanlı bir kalkışma içinde olmadı. Tarihin hiçbir döneminde yığınların kendiliğinden hareketi bu denli güçlü olmadı. Bu, toplumsal dönüşüm için, insanlığın ileri sıçraması için muazzam bir olanak. Günümüz koşullarında ne “zamansız bir devrim” söz konusu, ne de “zamansız bir çıkış”. Koşullar ve insanlık, büyük devrimci hedefler uğruna cüretkar atılımlara hiç olmadığı kadar açık.
Tek tek olaylardan bahsetmiyoruz. Hepsinin ortak sonucu olan bir durumdan bahsediyoruz. Tüm mücadelelerin, bütün isyan ve kalkışmaların ortak eksikliğinden, tümünün karşımıza çıkardığı temel görevden söz ediyoruz. Bu koşullarda devrimci partiler, bu krizden, devrimin zaferi için yararlanacak hedef açıklığına, önderlik yeteneğine, iktidarı ele geçirecek, burjuva egemenliği yıkacak kararlılığa hazır olmalılar.
Bugün, bu altüst oluş şartlarında proletaryanın devrimci sınıf partisi adını hak edenler, koşullardan bir devrim için yararlanmayı bilenlerdir. Politik iktidar sorununu her şeyin başına koyan, ve pratikte tüm enerjisini bu ereğe ulaşmak için harcayanlardır. “Ama”larla, “fakat”larla oyalanmayan, mevcut pratiğiyle bu doğrultuda yürüyenlerdir. Sadece söz değil, eylem ile bu doğrultuda mücadeleyi sürdürenlerdir.
Devrimci dönemler, net, ikirciksiz, açık konuşmayı şart kılar. Bilinç berraklığı ve hedef açıklığı gerekir. Geniş yığınların önüne bu netlikte, bu açıklıkta çıkmak gerekir. Karnından konuşmayan, ama aynı zamanda söylediğini yapan bir öncülük zaferi getirebilir.
Kapitalist sistem ömrünü tüketti. Artık gideceği yol yok. “Kapitalizmin kriz aşma başarısı” üzerine lafı eveleyip geveleyenlerle işimiz yok. Büyük bir kararlılıkla ve ısrarla yineliyoruz. Emperyalist-kapitalist sistem çöküyor. Hiçbir baskı ve zor, hiçbir sosyal reformist destek, onu ayakta tutmayı başaramaz. Sorun, bu çökmekte olan çürümüş sistemin, devrimci zor ile kaldırılıp atılmasıdır. Aksi halde o, toplumun üzerine çökecek. Bütün bir toplumu, insanlığı ve doğayı yok edecek.
Nesnellik budur. Politik iktidarın fethini en başa koyan devrimci etkinlik, devrimci eylem, günün en yakıcı görevidir. Bu nesnelliğe uygun olan etkinlik, öznel eylem, ancak devrimci bir tarzda ortaya konabilir.