Merkel’in 28 Ağustos tarihli çıkışı, Türkiye’ye (ve haliyle RTE’ye) “Kandıralı sen de dur” demek mahiyetinde. Diplomasinin dolambaçlı dilini yani Ankara’nın bir türlü anlamak istemediği dili bir kenara bırakmış, doğrudan şahsa hitap ederek konuşuyor: “AB üye ülkeleri olarak hepimizin, Yunan dostlarımızın haklarını ve söylediklerini ciddiye alma ve haklı oldukları yerde destekleme görevimiz var.”
Daha önce Maas, Yunanistan’ı arkalayan açıklama yapmıştı. Ardından AB ülkeleri gayrı resmi toplantısında aynı yaklaşım sergilendi. AB Yüksek Temsilcisi Borrell, “Türkiye tek taraflı eylemlerden kaçınmalı” dedi. AB’nin hemen her katından bir şekilde uyarılar yükseldi. Ama dinci faşist iktidar anlamazdan geldi. Her defasında vites yükseltti. Oruç Reis’in araştırma programının süresini, gerilimi artıracak şekilde, peyderpey uzattı.
RTE, Malazgirt’te yaptığı konuşmada “Türkiye'nin artık sabrı sınanacak, kararlılığı, imkanları ve cesareti test edilecek bir ülke olmadığını herkesin görmesini istiyoruz. Yaparız diyorsak yaparız ve bedelini de öderiz. Varsa bedel ödeme pahasına karşımıza çıkmak isteyen buyursun gelsin. Yoksa çekilsinler önümüzden biz kendi işimize bakalım” sözleriyle üst perdeden meydan okuyunca, Merkel “Kandıralı sen de dur” dedi.
Artık “bizim Kandıralı” hikayedeki gibi parlak zekasını konuşturur ve belalı durumlardan kazasız belasız çıkmayı başarır mı, yoksa işler iyice sarpa sarar ve gerilim çatışmaya varır mı, bilinmez. Ama lafla geçiştirilecek eşiğin aşıldığı aşikar. Taraflar artan yoğunlukta askeri gövde gösterisi (tatbikatlar) yapıp duruyor.
Bu saatten sonra Ankara’dan yapılan ve yapılacak olan her açıklama, şu Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Aksoy’un yaptığı tarzda olanlar en başta, görüntüyü kurtarma çabasından öte anlam ifade etmeyecektir. Bu bilek güreşi ve mevcut politikalar artık devam edemez. Çatışmayla veya geri adımla, Doğu Akdeniz’de dramatik değişimlerin yaşanması kaçınılmaz.