Zindanlar alarm veriyor. Virüs bulaşan tutsak sayısı her geçen gün artıyor. Ne tedavi, ne test, ne önlem... Tam tersine, salgın günlerinde önlem bahanesiyle her tür hakları budandı. Zaten baskı, hak gasbı, işkence dolu dizgin gidiyordu. Şimdi salgını bahane ederek tamamen gemi azıya aldılar.

Görüşler engelleniyor, hijyen malzemeleri verilmiyor, virüs bir saldırı ve tehdit aracı olarak kullanılıyor, avukat görüşleri kısıtlanıyor, hastalara test yapılmıyor, Covid-19 bulaşan tutsaklar tedavi edilmiyor... Faşist devlet ve tekelci sermaye, politik tutsaklara, bu sınıf düşmanlarına karşı her tür yasadan azade saldırganlıkla yöneliyor.

İşçi ve emekçiler, siyasi tutsaklara, kendi önderlerine, kendi evlatlarına sahip çıkmak zorunda.

Zindanlar konusu her gündeme geldiğinde “siyasi tutuklu ve hükümlü” kategorisinde yalnızca ismi kamuoyuna malolmuş kimi gazetecileri, milletvekillerini, belediye başkanlarını anıp geride kalan on bini aşkın siyasi tutsağı görmezden gelmek, burjuvazinin bilinçli politikasıdır.

“Düşünce suçlusu” kavramlaştırması ile devrimci tutsakları tamamen konu dışına sürerler. Sanki Nasreddin Hoca’nın hindisi gibi durduğu yerde düşünen, ama hiç eylemeyen bir insan olabilirmiş gibi! Sınıflar mücadelesinin sert kapışmalarında düşmana esir düşen binlerce savaşçı, devrimci önderler, militan ve kadrolar, emperyalist Avrupa’nın kıstaslarınca basitçe göz ardı ediliyor. “Terör suçlusu” etiketi ardında unutulmaya bırakılıyor.

Sermaye sınıfının baskı ve saldırılarına, faşist devlet terörüne karşı on yıllardır büyük bir direnç ve sebatkarlıkla mücadele eden devrimciler, dağdaki gerilladan basın bürolarının emekçisine, fabrikalarda işçi önderlerinden mahallelerdeki genç militanlara kadar istisnasız hepsi, birer siyasal eylemci ve mücadeleci olarak büyük fedakarlıklarla yüklü bu savaşımda tutsak düştüklerinde, politik/siyasi tutsak olarak zindanlarda mücadeleyi en ağır şartlarda devam ettiriyorlar. Burjuva liberal tanımlamaların inatla gözlerden saklamaya çalıştığı gerçek işte budur. Ve bu “modaya” uyan pek çokları, devrimci tutsakları bir çırpıda “siyasi tutsak/düşünce suçlusu” kategorisinin dışında bırakıyor. Böylece devrimci tutsakları, aynı anlama gelmek üzere siyasi tutsakları açıktan sahiplenme politikasından uzak duruyorlar. Çoğu yerde yapabildikleri en “ileri çıkış”, hasta tutuklu ve hükümlülerin serbest bırakılması talebi oluyor.

Bu yaklaşım kesinlikle mahkum edilmeli. Devrimci tutsaklar, hiçbir ayrım gözetmeksizin hepsi, emeğin kurtuluş mücadelesinin neferleri olarak politik özgürlük mücadelesinde tutsak düşmüşlerdir. Eylemlerinin içeriği, biçimi, araçları... tümü siyasidir! “Düşünce suçlusu” arıyorsanız, tastamam onlardır. Düşünceleri doğrultusunda fedakarca mücadele yürütmüşler, düşüncelerinden ötürü zindanlara atılmışlardır. Düşüncelerinden ötürü bedel ödemektedirler.

Bu temel gerçeğin üstünden atlanarak zindan politikası oluşturulabilir mi? Ya da böyle bir politika oluşturulmaya çalışılırsa, burjuva “hak hukuk” söylemlerinin bir adım ötesine geçilebilir mi? Kürt halkının özgürlük mücadelesinde tutsak düşenler, işçi ve emekçilerin özgürlük mücadelesinde tutsak düşenler açıktan savunulabilir mi? Savunulamadığı görülüyor. O yüzden de “karnından konuşma” şeklinde asıl sorunun etrafında dolanıp duruyor bu yaklaşımın sahipleri.

Sermaye sınıfı ve faşist devlet bu temel gerçeğin o kadar farkındadır ki, zindanlar ve devrimci tutsaklar meselesini ele alışı tamamen sınıflar savaşımı penceresindendir. Öyle soyut “hak hukuk” söylemleriyle uğraşmaz bile. Faşist devlet, zindana attığı devrimcilere her zaman “rehine” gözüyle bakmıştır. Bütün zindan katliamları, işkenceler ya da idam edilen devrimciler bu bakışın sonucudur.

Devlet, sermaye sınıfının egemenliğini, bu sınıfın ekonomik ayrıcalıklarını koruyan baskı ve zor aracıdır. Bu, devletin varlık nedenidir. Devlet dediğiniz aygıtın en temel ayaklarından biri, zindanlardır. Tarihte devlet aygıtının ortaya çıkış kıstaslarından birisidir zindanlar. Ordu-polis-yargı-zindan zincirinden bir halkayı kopardığınızda bu baskı ve zor aygıtı felç olur, görevini yapamaz hale gelir, dağılmaya başlar.

Toplumun özgürleşmesinin yolu siyasi tutsakların özgürleştirilmesinden geçer. Tüm dünyada özgürlük yolunda büyük sıçrama yapan bütün halkların temel taleplerinden biri, her zaman, politik tutsakların özgürlüğü olmuştur. İstisnasız hepsinde öne çıkan bir durumdur bu. Verili toplumsal düzenin temelden reddedildiğinin, onun “hukuki formlarının” aşıldığının ifadesidir tutsakların özgürlüğü talebi.

Öyle karından konuşmayla değil, doğrudan, apaçık bir şekilde, siyasi tutsakların özgürlüğü talebini bayraklarına yazmaktır büyük nitel sıçrama.

Tam da bu nedenle, emekçi sınıfların, ezilen halkların tek sloganı, “Zindanlar Yıkılsın Tutsaklara Özgürlük” olmalıdır. Emekçi sınıflara, ezilen halklara, işçi sınıfına yapılacak çağrı, verilecek bilinç, zindanları yıkmak ve böylece tutsakları özgürleştirmek üzere mücadele etmek olmalıdır.