Kapitalist sistem çöküyor. Her yerde çöküyor. Ve bu çöküş belirginleştiği oranda tek gerçek düşmanına, proleter sosyalizme, komünizme saldırısı yoğunlaşıyor. Her tür sözde özgürlük, hem de “en demokratik ülkelerde” birer birer kaldırılırken, tüm toplumların belleklerini silmek ve yeniden biçimlendirmek adına tarihin yeniden yazımına girişiliyor her yerde.

Daha yakın zamanda Sovyetler’i Nazi Almanyası ile birlikte savaşı başlatan suçlu ilan etti sermaye sınıfı! Baltık’taki faşist güruh, Nazi işbirlikçisi birlikleri “özgürlük savaşçısı” diyerek selamlarken, Sovyet saflarının gönüllülerini tutuklamaya kadar vardırmak istedi işi. Nazileri dize getiren Kızılordu’ya adanan anıtlar yıkıldı bir bir. Akla hayale gelmez yalanlar boca edilmeye başlandı. Kopkoyu bir anti-komünizm, emperyalist burjuvazinin yönlendiriciliğinde tüm kapitalist dünyada gemi azıya aldı.

Avrupa Parlamentosu’nun geçen yıl “komünizm simgelerini yasaklama” kararı anımsansın yeter!

Çöküş süreci derinleştikçe sermaye, anti-komünizmi en başa koymaya başladı. Yalnızca sosyalist ülkelere yönelik değil, adına “jeopolitik karşılaşma/jeopolitik çatışma” dedikleri adımlarda bile temel öge anti-komünizmdir. Özellikle Avrupa sınırlarındaki Rusya’yı kuşatma mücadelesi, kelimenin gerçek anlamında faşist saldırganlık biçimine bürünüyor.

Ukrayna’da, “Avrupa’nın göbeğinde” bütün bir emperyalist kamp olarak neo-Nazileri iktidara getirdiler. Maydan gösterileri ile açtılar kapıları her tür sınırsız faşist vahşete. Artık ortada Ukrayna bile kalmadı.

Şimdi aynı plan, aynı senaryo, aynı rejisörlerce Beyaz Rusya'da sahnelenmek isteniyor. Savundukları ekonomi paketinin adı bile Ukrayna’daki faşistlerin Maydan gösterilerinde dile getirdiklerinin aynısı: “canlandırma reform paketi”! Bu muhalefet de bayraklarına “komünizmden arındırma”, “Sovyetsizleştirme” yazıyor. Adları türlü çeşit. İçlerinde “halk cephesi” adını alanlar da var, tıpkı 1989-91 karşı-devrimlerinde olduğu gibi. Ama hepsinin boydan boya kesen kırmızı çizgi, tartışmasız anti-komünizmdir, anti-Sovyetizmdir.

“Demokrasinin yüksek standartları” diye yutturdukları Avrupa Birliği Parlamentosu’nda komünizm simgelerini yasaklayacak ve sosyalizmi Nazizmle (yani kapitalizmin kendi çocuğu olan faşizmle) bir tutacak kadar gözünü karartmış bir sınıftan başka türlü bir hareket beklemek saflık olurdu.

Lukaşenko’ya karşı olan kelimenin gerçek anlamında bir avuç azınlık durumundaki proleter ögeler (ki bunlar, “Emperyalist ülkelerin menfaatlerine uygun protestoda bulunmamız size de tuhaf gelmiyor mu?” diyerek kendilerini bu karşı-devrimci “muhalefetten” ayırıyor, hatta gösterilere karşı tutum alıyorlar) dışında, emperyalist-kapitalist dünyanın ayakta alkışladığı, AB-ABD-NATO aktif desteğine mazhar olan “muhalefet” işte bu anti-komünist zeminde birleşiyor. Bir kez daha görülüyor ki, anti-komünizm sermaye sınıfının en temel karakteristiğidir. İşçi ve emekçiler kesinlikle anti-komünizme ödün vermemelidir.