Yine deniz sınır hamleleri, yine gerilim... Dar alanda bu kadar gerilim politikasının sürdürülebilirliği yoktur. Hele de çok sayıda kuvvetin sıkıştığı bir alanda gerçekleşiyorsa! Şu sıralar Doğu Akdeniz, neredeyse Basra (Fars) Körfezi’ni geride bıraktı yığılan kuvvet ve karşılıklı hamlelerin yarattığı gerilim konusunda.

Merkel aracılığıyla daha önce düşen Ankara-Atina gerilimi, Mısır ile Yunanistan’ın imzaladığı deniz sınırı anlaşmasından sonra yeniden yükseldi. Türkiye önce Barbaros’u gönderdi araştırma yapmaya. Sonra yeniden Oruç Reis’i. Daha önce ara verilen Meis bölgesinde yeniden arama faaliyetlerine başladı. Oruç Reis’e savaş gemileri ve SİHA’lar eşlik ediyor!

Hem Savunma Bakanlığı, hem Dışişleri bu konuda açıklama yaptı. Dışişleri Bakanlığı tehdit tonundaki açıklamasında “Türkiye kendisine karşı oluşturulan şer ittifaklarını yerle yeksan edecek kudret ve kararlılık ile imkan ve kabiliyetlere sahiptir. Öte yandan bölgedeki askeri varlığımız, herhangi bir tırmanmaya yol açma hedefi taşımamakta olup, tamamen, gerekmesi halinde meşru savunma hakkını kullanmaya yöneliktir. Sivil bir gemimize askeri müdahalede bulunulmasına tabiatıyla izin verilmeyecektir.” dedi.

Yunanistan Dışişleri ise “şantajı kabul etmiyoruz, egemenlik haklarımızı koruyacağız” çıkışı yaptı ve ardından Türkiye’yi “bölge barışı ve güvenliğini baltalayan yasadışı faaliyetlerine derhal son verme”ye çağırdı.

Miçotakis Türkiye’yi NATO’ya “şikayet etti”. NATO Genel Sekereteri bugün Doğu Akdeniz’deki durumla ilgili olarak Yunanistan Başbakanı Kiryakos Miçotakis ile konuştum. Durum müttefik dayanışması ruhuyla ve uluslararası hukuka uygun biçimde çözülmeli” sözleriyle ortaya karışık bir açıklama yaptı.

RTE de bunu takiben hem tehdit hem uzlaşma içeren konuşmasını yaptı: “Bizi sahillerimize hapsetme girişimine rıza göstermeyeceğiz. Gelin Akdeniz’deki tüm ülkeler olarak bir araya gelelim. Herkesin hakkını koruyan bir formül bulalım. Ülkemizi bu çağrısına kulaklarını kapatanlar güçlerinin yetmeyeceği girişimlerle kendi geleceklerini karartıyorlar. Anlaşmazlıkların hakkaniyet temelinde çözümü için biz her zaman varız. Bu konuda sağ duyu hakim olana kadar Türkiye olarak kendi planlarımızı uygulamaya devam edeceğiz.”

Ankara uzun süredir fiili askeri hamlelerle tehdit eşliğinde bir diplomasi yürütmeye (dayılanma diplomasisi) çalışıyor. Her defasında sahaya ciddi askeri güç yığarak muhataplarından koparabileceğinin azamisini koparma amacı güdüyor. Bu, eşikte/sınırda gezinen bir kuvvet politikasıdır. Sıcak çatışmanın hemen eşiğinde bir el yükseltme diplomasisidir. Öyle ki, muhataplar gerekli karşılığı vermek istediklerinde kimi sıcak çatışmaları (hatta yerine göre belirli ölçekte bir savaşı) göze almak zorunda kalırlar. Böylesi durumlarda kar zarar hesapları yapılır. Çoğu zaman o son adımı atmanın yaratacağı zarar daha büyük olduğundan, belirli tavizlerle uzlaşma masasına oturulur.

Belirli güçlerdeki muhataplara karşı etkili olabilecek bir yöntem. Ama bir tarafta sahada kendisi kadar “deli” rakipler, diğer tarafta kendinden daha büyük ekonomik ve siyasi gücü olanlar işin içine girince, Ankara’nın bu bayat oyununun başarı şansı sıfıra yakın bir düzeye iniyor. Üstelik ekonomisi tam bir felaket dönmüş, çöküş yaşanmakta. Her askeri hamle ciddi, çok ciddi külfetler getiriyor. Bu haliyle dayılanmanın/efelenmenin kof olduğunu artık herkes görüyor, anlıyor.

Doğu Akdeniz'deki bu diplomasi oyununda işler “Kandıralı sen de dur” aşamasına geldi artık. Türkiye ne bu “diplomatik oyunu” taşıyabilir daha fazla, ne onu destekleyecek askeri hamleleri sürdürebilir. “Kendi küçüklüğünün farkına var”ması istenen Birleşik Arap Emirlikleri’nin anlı şanlı Ankara ile alay eder açıklamalarını başka neye yorar ki insan! Oyun sahası bozuluyor, artık hamle yapmak güçleşiyor. Hala bu bayat oyunu oynamakta ısrar ederse Türkiye, hiç hesapta olmayan kazaların çıkması artık an meselesidir. Bunca efelenmenin sonucu mahallede esaslı bir kötek yemektir. İşler artık buraya varmış bulunuyor.