Her sakallı dedeniz değildir. Bu halk deyimini pek çok uluslararası olayda tekrarlamak zorundayız. Zira nerede sokaklarda protesto gösterileri görülse, pek çok sosyalist kesimde gösterilere sempati yaklaşımı peydah oluyor. Durumu her defasında yanlış olarak çözümleme yeteneği büyük hüner doğrusu!
Biz bu tür yaklaşımları mesela Hong Kong eylemlerinde gördük. Geçmişte çok daha vahim hataları emperyalizmin paralı askerleri UÇK’nin desteklenmesinde gördük. Çeçenya’da doğrudan dinci çetelerin (ki ABD aparatı vahabilerdi) desteklenmesinde gördük.
Emperyalistlerin “renkli devrimler” operasyonlarından sonra sık sık bu tür kitle hareketlerinin desteklendiğine tanık oluyoruz. El insaf!
Bu “kitle gösterilerinin” karşılarındaki gücün niteliğini, durumunu tartışmak ayrı bir şeydir, bu güce karşı gelişen “kitle gösterilerini” desteklemek ayrı bir şey. Böyle bir politika güderseniz, istisnasız tüm adımlarınızda emperyalistlerin “başarılı operasyonlarının” destekçileri konumuna düşersiniz.
Bir hatırlatma. Ukrayna’da Maydan gösterileri bizde hatırı sayılır bir yelpaze tarafından desteklendi. Sempati gösterildi. Kimdi bu gösterileri organize edenler? Merak ediyorsanız Odessa’da sendika binasındakileri diri diri yakan, baltalarla doğrayanlara bakın. Nazi işbirlikçisi Banderacıların her yerde hazır ve nazır oluşuna bakın. Bu eylemler sonucunda kurulan neo-nazi cuntaya bakın. Hiç mi bir şey öğrenmiyorsunuz tarihten ve olaylardan! Ve tersten, böylesi insanlık düşmanı güruhu desteklemiş olmaktan hiç mi yüzünüz kızarmıyor!
Burada mesela “yetmez ama evet”çilere ağız dolusu sayıp dökmeyi biliyor herkes. Ama “Radio Liberty”nin, CIA’nin, Sorosgillerin organize ettiği, içinde her tür neo-nazi oluşumun ve bilumum “batı değerlerini sahiplenen”lerin toplandığı gösterileri, hatta isyanları desteklemeyi normal sayıyorsunuz!
Bir hareketin içeriğini ne ile belirliyorsunuz? Soyut “özgürlük” söylemlerine bakarak mı? Örgütlü bir küçük çekirdeğin sürüklediği biraz daha geniş “halk kitlesinin” oluşu mu “demokrat” yapıyor o hareketi? Zira devrimciler, tüm dünyada Leninistler de “örgütlü çekirdeğin sürükleyiciliği”ne dayanır malumunuz.
Hareketin neye karşı olduğu, neyi amaçladığı, hangi dinamiklerin etkin olduğu, hangi saiklerin hareketi tetiklediği, etkin siyasal güçlerin durumu/niteliği... bunlar yok mu hesap kitaplarınız içinde?
Beyaz Rusya'daki duruma gelelim. Seçim oldu. Lukaşenko’nun yüzde 80 oy aldığı açıklandı. Ortalık karıştı! Haberler bu şekilde veriyor. Peki böyle mi oldu?
Öncelikle, seçim üzerine uzun uzun gevezelik edecek değiliz. Hiçbir hilenin de diyelim seçimleri kaybeden Lukaşenko’yu yüzde 80’e taşıyıp, seçimleri kazanan Svetlana Tihanovskaya’yı yüzde 9.9 gösterebileceğini düşünmüyoruz. Sorun da zaten sandık durumları değil. Bir sistemi değiştirme, devirme ereğiyle hareket eden bir gücün böyle sandık oranlarına takılıp kalmasını asla doğru bulmayız. Halkların “devrim hakkını” ödünsüz savunuruz. Ve bu devrim hakkı hiçbir şekilde sandıkla ölçülmez. Seçimlerde hile yapılmış, yapılmamış ayrıntılarına takılmaz. Geniş emekçi halk yığınları kendi iradesini sokakta ortaya koyar, devrim hakkını kullanır, yüzde bilmem kaç oy almış olursa olsun, bir yönetimi alaşağı eder. Tartışılacak yön bu değildir. Tartışılması gereken yön, “sokaktaki hareketin” siyasal niteliğidir, “devrim hakkını” kullanan emekçi yığınlar olup olmadığıdır.
Örnek olsun diye söyleyelim. Bolivya’da Morales (MAS) seçimleri kazandı, sokaklara çıktı muhalefet. Hile iddiaları ile gösteriler başladı. Gerçekten hile yapılıp yapılmamasının zerre kadar önemi yok. Sonuçta sokakta göstericiler vardı. Ama bu göstericiler, bu muhalifler, karşı-devrimcilerdi. Zaten bir darbe planının bir adımını teşkil ediyorlardı. Morales direnemedi. Darbeye boyun eğdi. Durum şu an malum.
Venezuela’da yıllardır ABD destekli karşı-devrim, her tür “kitle gösterisini” ve askeri girişimi kullanıyor. “Diktatör Maduro” yönetiminde Venezuela, “yoksulluktan ve özgürlük yoksunluğundan” inim inim inliyor! Üstelik “seçim sistemiyle oynadı”, alternatif meclis oluşturdu... E, ne olacak şimdi?
Kuşkusuz bunlar işin ironisi. Sonuçta sosyalist eğilimli Venezuela halkçı yönetimine karşı emperyalist saldırganlık, sabotaj biliniyor. O yönetime karşı gelişen “halk hareketi” gericidir. Bırakın desteklenmeyi, aktif olarak karşı çıkılmalıdır. Demokratik halkçı yönetimi koşullu desteklemek gerekir. Benzer durum Bolivya için de geçerlidir.
Ortada bu türden demokratik halkçı, veya sosyalist yönetim yoksa... İşte işlerin karıştığı nokta burası. Çoğu kişi burada yönünü şaşırıyor. Ukrayna, Gürcistan, Ermenistan “renkli devrimleri” buna örnektir. Yahut bir dizi eski sosyalist ülkelerde dönem dönem meydana gelen gösteriler genel olarak bu kapsamdadır.
Dönelim Beyaz Rusya’ya. Seçimden men edilen adaylar, tutuklananlar... Doğrudur. Şu an yüzde 9.9 oy alan “emekli İngilizce öğretmeni” Svetlana Tihanovskaya da tutuklanan “muhalif youtuber adayın eşi” sıfatıyla tanıtılıyor.
Seçimlerden önce bizzat Avrupa basını “Lukaşenko’nun seçimleri kazanmasına neredeyse kesin gözüyle bakılsa da, Batı basınına konuşan yorumcular Svetlana Tikhanovskaya ile somutlaşan bu atmosferin ülkede değişim talebini simgelediği”ni yazıp çiziyordu. Yani daha seçimlerden önce Tihanovskaya’nın seçilme şansının olmadığını gaye iyi biliyorlardı. Tişanovskaya, seçimlere birkaç gün kala “Bild” gazetesi üzerinden Almanya Başbakanı Merkel’den yardım istiyordu. Şu halde “seçim hileleri” türünden şeyler değil burada söz konusu olan. Ki BDT gözlemcileri seçimlerin olağan geçtiğini rapor ediyorlar. Yani iş dönüp dolaşıp “değişim isteğine” geliyor.
Altını çizerek yineleyelim. Bolivya’da Morales, gerici OAS örgütünün raporları dahil, tüm gözlemcilerin “hile yok” dediği seçimlerde açık ara lider çıkmasına rağmen, bu türden “seçim protestoları” sonucu gelen darbe nedeniyle sürgüne gitmişti. Orada da asıl mesele “değişim isteği” idi. Soru şudur: Kimin “değişim isteği” ve ne yönde bir değişim?
Biz dünyaya liberal gözlüklerle bakmıyoruz. Şekilsiz bir demokrasi, değişim, ilericilik türünden yavan lapalara karnımız tok. Bizim için desteklenmesi gereken tek değişim, emekten yana olan değişimdir, emeğin iktidarından yana olan değişimdir. Bütün dünyadaki gelişmeleri de bu gözle okuruz. Dünya proletaryasının, işçi ve emekçilerin çıkarına olan hareketleri, “değişim isteklerini” destekleriz. Bunun dışında alabildiğine iki yüzlü bir şekilde “diktatörlüğe karşı” türünden maskelerle sokağa salınmış, emperyalist sermayenin örgenliklerince organize edilmiş, beslenmiş hareketleri, her kime karşı olursa olsun, asla desteklemeyiz, sempati duymayız, olumlu gözle bakmayız!
Eski Sovyet coğrafyasında ve tüm eski sosyalist ülkelerde şu ya da bu şekilde gerçekleşen “halk hareketlerinin” hemen hepsi, ABD-NATO merkezli hareketlerdir. Bunun aksini iddia eden, tek bir örnek olsun göstermelidir. Adım adım Rusya’yı kuşatma adına geliştirilen hareketlerdir. Bu coğrafyadaki karşı-devrimci ve gerici hükümetleri alaşağı etmeye kalkan bu hareketler, “Batı’ya tam entegrasyon” sağlayacak, emperyalist tam ilhak politikasının yürütücülüğünü yapacak parti ve grupları başa geçirmek için örgütlenip geliştirildiler. Hala da aynı mantıkla geliştiriliyorlar. Bu uğurda gerekirse Ukrayna’da olduğu gibi Banderacılar, neo-Naziler, katil sürüleri iş başına getiriliyor; kanlı darbeler düzenleniyor. Ve hepsinin ortak noktası, belirli bir şablona göre örgütlenen “sivil hareketler” üzerinden ilerlemek oluyor.
Beyaz Rusya'da seçimlerde en ufak bir başarı umudu taşımıyorlardı. Bunu kendi yayınlarında da söylüyorlardı. Ama sonuçta “değişim isteği” var, değil mi? Bunun için planlar, yönlendirmeler, kampanyalar... her şey hazırdı.
Polonya’da1 üstlenmiş “en geniş muhalif grup” Nexta, seçim öncesi “potansiyel göstericilere” adım adım ne yapmaları gerektiğini anlatan çağrılar yayımladı. Örneklerini tüm “renkli devrimler”de gördüğümüz “sivil hareket” talimnamesi bir nevi. Burada “potansiyel göstericiler”in önemli bir bölümü zaten bu organizasyonların elemanları. Yoksa siz bu gösterilerin kendiliğinden bir tepki-öfke ifadesi olduğuna mı inanıyordunuz! Göstericilerin bayraklarına bakın. Kraliyet bayraklarını görürsünüz. Bir sonraki gösterilerde artık kraliyet bayraklarına AB bayraklarının eşlik edeceğine şüpheniz olmasın!
Seçim öncesinde, hatta uzun süredir Batı basının “gazeteci diline” bir bakın. Ülkeye dönük muazzam propagandaya bakın. “Muhaliflerin” bizzat parasal ve her tür teknik ekipman olarak desteklenişine bakın. Ondan sonra da mesela bizde, emeğin mücadelesini yürütenler olarak kendi durumunuza, yaşadığınız zorluklara bakın. Varın “diktatörlüğe karşı haklı öfke”yi tüm bunlardan sonra düşünün!
Ayrıca, biz ne zamandan beri burjuva basının, sermaye dünyasının “değer yargıları” üzerinden dünyayı değerlendirir olduk? Hangi sosyalist ülke, komünist lider vardır ki bu aşağılık burjuva dünyanın övgülerine ve hoşgörüsüne mazhar olsun? Bu aşağılık “hür dünya” tarafından diktatör olarak suçlanmamış tek bir komünist lider tanıyor musunuz? “Vahşi diktatörlük” olmakla itham edilmeyen tek bir sosyalist ülke biliyor musunuz? 2011 devrimleri süpürüp atıncaya kadar tüm Arap gericiliği ile yağlı ballı olup onlar hakkında tek kötü söz etmeyen bu “hür dünya”nın değerlendirmelerini ne zamandan beri eleştirisiz kabul eder olduk? Bütün emperyalist metropoller emekçilerin bu ülkelerdeki “özgürlüğe” isyanlarıyla sarsılıyor, ama hala bu efendilerin göstermek istedikleri resmi hemen doğru kabul ediveriyoruz! Yarın Kore’de, Küba’da böyle bir şey gelişse aynı koroya katılacağız yani!
Beyaz Rusya, ilginçtir, Transnistria’yı ve Donbass’ı saymazsak, Sovyet modeline en yakın duran eski Sovyet ülkesi. Şaşırdınız mı?
91’de Sovyetler, Yeltsin ve suç ortaklarınca anayasaya aykırı bir şekilde dağıtıldığında, tüm cumhuriyetlerde olduğu gibi aşağılık liberal karşı-devrimcilerce yıkıma uğratıldı Beyaz Rusya. Sovyetler Birliği’nin en gelişmiş tarım ve sanayi cumhuriyetlerinden biri olan Beyaz Rusya, üç yılda korkunç bir çöküş yaşadı. 1994 Mart’ındaki seçimlerde şimdiki başkan Lukaşenko seçimleri kazandı. Derhal kısmi değişiklikler yapılmış Sovyet anayasının ülkenin anayasası olmasını sağladı. Sovyet döneminin sosyal güvenceleri yeniden yürürlüğe girdi. Liberal Şuşkeviç alçağının kamu mülkiyetini peşkeş çekme girişimleri derhal durduruldu. Ekonomi toparlandı. Lukaşenko’ya verilen destek, karşı-devrimin yarattığı yıkıma tepkinin ifadesiydi.
Emperyalistlerin hiç hoşlanmadığı bu “diktatörlük”ün suçu, işte buydu. Yıkımı durdurmak, ülkeyi yeniden toparlamak!.. Ama 15 cumhuriyetin güçlü ekonomik entegrasyonu üzerinde yükselen yapı, siyasal parçalanmışlık karşısında başarılı olamaz. Bütün eski Sovyet cumhuriyetlerinin yaşadığı ekonomik gerileme, bu durumun kaçınılmaz sonucudur. Siyasal bölünme ile bağları kopartılan iktisadi yapı, liberal alçakların talanlarıyla kötü ünlü oligarkların yaratıldığı bir döneme açtı kapıyı. Cumhuriyetler içerisinde buna en mesafeli duran Beyaz Rusya idi. Alın size emperyalistler açısından bir büyük günah daha!
Beş yıl önceki seçimlerde Lukaşenko yüzde 83 oy ile kazandı. Lukaşenko bağımsız aday idi. Parlamento seçimlerinde ise parti olarak birinci gelen Komünist Partisi yalnızca yüzde 7.4 oy alırken, bağımsız adaylar yüzde 67 oy aldılar. Bu durum eski Sovyet döneminin temel özelliğidir. Normalde partiler seçimlere girmezler. Bireyler girer. “Tek parti seçimi” denen şey emperyalistlerin bir uydurmasıdır. Sosyalist temsil kurumlarında partilere yer yoktur. Partili veya partisiz insanlar vardır kurumlarda.
Protestoculara gelince... Onların yeminli anti-komünist, emperyalist yağmacıların basit bir aparatı olduğuna zerre kadar kuşku yok. Minsk sokaklarında tantanayla devasa protestolar diye pohpohlanan hareket, bu yağmacıların, bu insanlık düşmanlarının rejisörlüğünde gelişmektedir. Denecektir ki içerde şartlar buna uygun olmasa böylesi hareketler olmaz. Doğrudur. Nesnel şartlar elvermediği sürece bu türden “kalkışmalar” olmaz. Ama bahsettiğiniz “nesnel şartlar”, ülke içinden ziyade, tüm dünyayı ahtopot misali saran emperyalist sermayenin bizzat kendisidir, onun savaş örgütleridir, istihbaratıdır, STK’larıdır. Ülke içinde yeterince güçlü olunamayan her ortamda bu devasa yapı, şu ya da bu ölçüde bu türden “kalkışmalar” yaratmaya muktedirdir. Sınıf savaşı dediğiniz olgu, bu yönüyle de küresel bir arenada gerçekleşir.
Evet şartlar mevcut değilse hiçbir güç, en azından içerde bir genel hareket yaratamaz. Bırakın Beyaz Rusya’yı. Herhangi bir sosyalist ülkede, proletaryanın iktidarda olduğu bir ülkede bile, uluslararası karşı-devrimin ülke içinde toplumsal bir dayanağı yok mudur? Devrim olunca tüm kapitalist unsurlar, maddi ve manevi olarak buharlaşır mı?
Ezcümle... Minsk’te “diktatörlük karşıtı eylemler” olarak gördüğümüz protestolar, gerici karakterde eylemlerdir. Hiçbir hal ve şartta desteklenemez. Lukaşenko veya Beyaz Rusya? Tüm Sovyet coğrafyasında olduğu gibi, tek çıkış yolu, Sovyet iktidarının (kuşkusuz günümüz koşullarında bir Sovyet iktidarının) inşasından geçmektedir.
Sinan KALELİ
10.08.2020
______________________________________________________________________