Ortalık “münhasır ekonomik bölge anlaşması”ndan geçilmez oldu Akdeniz’in doğusunda! Her önüne gelen birileriyle bir MEB imzalıyor! Üstelik tüm bu anlaşmalar sonuçta aynı bölgenin kırk türlü farklı paylaşımı üzerine dönüp duruyor. Velhasıl, burjuva devletlerin bu anlaşma merakına da, üzerinde dans ettikleri uluslararası hukuk sistemine de akıl sır ermiyor.

İsrail, Kıbrıs, Mısır, Yunanistan... liste uzayıp gitmekte. Türkiye, işe geç uyandı. Önce olmazlandı, sonra efelendi. Baktı olmuyor. Bölgede kendi İhvancı yaveri Serrac ile bir MEB kotardı. Bu anlaşma için Girit’i bile çiğnedi!

Yunanistan bu duruma içerledi. Önce Serrac hükümetini (Trablus hükümetini) tanımaktan vazgeçti. Libya’nın resmi temsilcisi olarak Tobruk Meclis’ini tanıdığını duyurdu. Ardından Hafter ile bir araya gelerek Türkiye-Trablus anlaşmasının geçersiz olduğunu ilan etti ve Yunanistan-Tobruk anlaşmasını imzalandı. Derken Yunanistan-İtalya ile benzer bir anlaşma imzaladı.

Durun hepsi bu değil! Ankara Libya'da ilerleme sağlayıp Vatiyye’yi ele geçirdikten ve gözünü Sirte’ye diktikten sonra Mısır bütün gövdesiyle topa girmeye karar verdi. Karşılıklı tehditler, karşılıklı meclis kararları, tezkereler... derken Mısır ile Türkiye, tuhaf bir şekilde İdlib’te karşı karşıya geldi. Neye niyet, neye kısmet! Libya derken Türkiye’nin burnunun dibinde, Türk işgal kuvvetlerinin olduğu İdlib’te karşı cephelerde!..

Gerilimin daha da tırmanacağı aşikardı. Savunma Bakanı Akar’ın, Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu’nun 2015 anlaşmasına binaen sürekli ve sürekli Sirte-Cufra hattını istemesi, Mısır’ın buraları kırmızı çizgi ilan etmesi, bu iki büyük askeri gücü kaçınılmaz olarak karşı karşıya getirmekteydi. Henüz doğrudan bir çatışmaya girmedi taraflar. Ama konumlanmalar alenen karşı karşıya. Altını çizelim. Bu çok sayıda ülkenin müdahil olduğu kavgada apaçık bir şekilde kendilerini konumlandıran Türkiye ve Mısır. Diğerleri dolayımlar üzerinden hareket etmeyi tercih ediyorlar hala.

Bu şekilde alenen karşı karşıya gelinince, bunun “Doğu Akdeniz krizi”ne de bir yansıması olacaktı mutlaka. 6 Ağustos itibariyle Mısır Yunanistan ile deniz sınırı anlaşması (MEB) imzaladı.

Ankara’da Saray’ın külhanbeyi ortalıkta böyle naralar atarak dolaştığında elbet karşısına benzer birileri çıkacaktı! Üstelik Kahire’de Genelkurmay Başkanlığı’ndan darbe ile koltuğa tırmanan külhanbeyinin, Ankara’daki ihvancı başı ile tamamlanmamış bir hesabı da bulunuyor. Tabii tersten, Saray’ın başındaki zatın, ihvancı kardeş Mursi’yi deviren bu darbeci asker ile hesabı bulunuyor. Özetle söylemek gerekirse, taraflar arasında gittikçe derinleşen iktisadi, siyasi, jeopolitik karşıtlık var. Bu nesnel karşıtlığa ek olarak bir de “kişisel husumet” var.1 Türkiye ve Mısır’ın bu anlamda genel sahanın her yerinde karşı karşıya gelmesi, mevcut şartlar altında neredeyse bir yazgı halini alacaktır.

Daha kısa süre önce Meis ve Rodos açıklarında Türkiye’nin duyurduğu navtex yüzünden Yunan ve Türk donanmaları karşı karşıya gelmiş, Merkel’in araya girmesiyle çatışmanın eşiğinden dönülmüştü. Türkiye Oruç Reis’i geri çekti. Ardından diğer araştırma gemisi Barbaros’u Kıbrıs açıklarına gönderdi. Ortalık yine gerildi. Şimdi bu gerginliğe de bir cevap teşkil ediyordu Yunanistan-Mısır anlaşması.

Türk Dışişleri’nin tepkisi net ve sert oldu: “Yunanistan ile Mısır arasında deniz sınırı bulunmamaktadır. Bugün imzalandığı açıklanan sözde deniz yetki alanları sınırlandırma anlaşması Türkiye için yok hükmündedir. Bu anlayışımız sahada ve masada ortaya konacaktır. ... Türkiye’nin, sözkonusu alanda herhangi bir faaliyete izin vermeyeceği ve Doğu Akdeniz’de ülkemizin ve Kıbrıs Türkleri’nin meşru hak ve çıkarlarını kararlılıkla savunmaya devam edeceği kuşkusuzdur.”

Çok keskin bir çıkış. Açık bir gözdağı: “herhangi bir faaliyete izin vermeyeceğiz!” Açıklamada bölgenin “Türk kıta sahanlığı içinde” olduğu ilan ediliyor.

Böyle bir açıklama sonrası Mısır-Yunanistan ortaklığının söz konusu alana araştırma gemilerini başı boş göndermeyeceği aşikar. Mutlaka donanma gemileriyle, duruma göre hava desteğiyle hareket etmeleri gerekecek. Keza bu araştırmaları engelleyeceğini peşinen ilan eden Ankara’nın da sahaya donanmasını (ve yerine göre hava unsurlarını) sürmesi beklenmeli.

Türkiye, zaten kıt kanaat olan kaynaklarını tüm bu maceralarda çarçur etmiş durumda. Hiçbir makyajın kurtaramadığı ekonominin çökmüş halinin sebeplerinden biri bu yayılma hayalleriyle dolu dizgin daldıkları askeri maceralardır. Dayılanma, tehdit, bağırıp çağırma ile bu uluslararası pasta paylaşımında sonuç alabilmesi mümkün değil. Öte yandan askeri maceraları sürdürebilmesi de artık pek olası değil. Şimdiden kur patladı. Her an 2001’e rahmet okutacak zincirleme reaksiyonlarla karşılaşmak işten bile değil. Bir kritik eşikteyiz. Olmadık çılgınlıklara aralanan kapı ardına kadar açık görünüyor.

 

1“Kişisel husumet” işin şakası tabii. Ama karşıtlığın “ideolojik” yönler içerdiği de yadsınamaz. İhvanı Müslim’in liderlerinden biri RTE’dir. Mısır’da, 2011 devrimine çöreklenen ihvancıları alaşağı eden darbe, genel olarak ihvan hareketine vurulan büyük bir darbedir. “Büyük kırılma”nın köşe taşlarından biridir. Dışişleri’nin açıklamasında yer alan “Mısır şu kadarlık karasuları üzerindeki hakkını Rumlara ve Yunanlara devrediyor” yollu ifadeler, bu “husumetin” yansımalarıdır. Hükümetin gayri resmi sözcülerinden Y. Şafak “Mısır’a ihanet” başlığıyla duyurdu bu haberi.