Son iki gündür Dilipak adında bir dinci faşistin kadınlara hakaretleri, kadın düşmanlığı sosyal medyada yoğun tepki topluyor. Haklı bir tepkidir. Bu afyoncubaşı, bu keş çok daha beterine layık. O ve türdeşleri, ağızlarından salyalar akıtarak kadın düşmanlığının başını çekiyorlar.

Dilipak bir şahıs değil, bir familya olarak anlaşılmalı. Dilipakgiller, tüm bu dinci tayfa, yeni böyle olmuş değil. Ezelden beri böyleler. İdeolojik duruşları böyle her şeyden önce. Kopkoyu bir gericilikle maluller. “Komünizmle Mücadele Dernekleri” tedrisatından geçmiş, emperyalizm ve işbirlikçi tekelci burjuvazi tarafından “bir yerlere getirilmiş” bir kuşağın üyeleridir nihayetinde. Konumuz (ve derdimiz) bu değil şimdilik.

Bugün bu ağızlarından salyalar saçarak kadınlara saldıran güruhla geçmişte ortak iş tutulmasıdır asıl mesele. Bu gerici güruhtan “demokrat kumaş dokuma” sevdasıdır. “Zafer işaretleri ile şehadet parmaklarının birbirine karıştığı” ortak eylemler yapılmasıdır.

İpin ucu, Murat Belgelerin, Dilipakların, Perinçeklerin 80’lerin sonlarındaki salon toplantılarına kadar gider. Bu noktadan “dolaşıma sokulan” dinci gericilikle iş tutma, zamanla gelişir, tırmanır. “Başörtüsü mağduriyeti” üzerinden kendilerine “sosyalist sol” diyen sosyal reformistler ve liberallerle ortak mekanlarda sokak etkinliklerine varır. Tek sözle ifade etmek gerekse, “büyük liberal kırılma” demek gerekirdi.

Özellikle 90’ların ikinci yarısında, dönemin “gözde mağdurları” olarak bu dinci tayfa, kurdukları Özgür-Der vasıtasıyla devrimci-demokratik hareketin çeşitli platformlarında imzalarıyla iyice görünür ve kanıksanır hale geldi. Ki bu familyanın önde geleni Dilipak, bu derneğin vazgeçilmez panelisti, konuşmacısı, bir nevi temsilcisidir.

O zamanlar bu dinci tayfanın özünde faşist olduğunu, hiçbir hal ve şartta birlikte hareket edilemeyeceğini, bunun ilkesel bir tutum olarak ele alınması gerektiğini her platformda defalarca anlattık.

Sonuç?

Cansiperane bir demokratlıkla savundular bu dincileri. “Emekçi kitlelerin sorunlarını sahiplenmek” adına (burada “başörtüsü meselesi”nin emekçi kitlelerin sorunu olup olmadığı tartışması bir yana) gerici siyasal örgütlenmeler ile ortak platformlar oluşturdular. Bu tür platformlardan ayrı duran (ve bu anlamda “dışlanan”) biz olduk.

O zaman farklı mıydı? O zaman ilerici miydi bu zat ve bunun gibi olanlar? “Hak ve özgürlüklerden yana” bir tutum mu alıyorlardı? “Ortak düşmana karşı bir güç birliği” için demokratik hareketin yaslanması gereken müttefikler miydi dinci tayfa?

Tek kelimeyle, hayır! Yukarda da belirttik. Gericilik, genetik kodlarında yüklüdür bu kesimin. Son derece pragmatiktir, yalan söylemeyi İslami kurallara göre teorileştirirler. Ama bundan daha önemlisi, bu kesim, sermaye sınıfının bir bölümünün sözcüsü, temsilcisidir. Gericilik, sınıfsal konumlarından kaynaklanır. İdeolojik olarak da en tehlikelilerdendir.

Hadi bırakın uzak geçmişi, tüm bu ortak platformlar örgütlendiğinde, Sivas katliamının anısı tazeydi. Madımak’ın dumanları tütmekteydi daha. Bu katliam için “haklı nedenler” sıralamaya çalışmaktaydı gazete köşelerinde bu malum şahıslar!

Uluslararası komünist hareket bu gerçeği çok acı tecrübelerle gördü öğrendi özünde. İlkini, tarihin gelmiş geçmiş en büyük komünist katliamını gerçekleştiren Endonezya’daki dinci askeri diktatörlükte gördük. Bir buçuk milyon komünist partili hunharca katledildi! Diğer örnek, çok daha öğretici olan 1979 İran devrimidir. Devrim saflarında, “müttefik kuvvet” olan mollalar duruma hakim olur olmaz katliamlara giriştiler. En koyu anti-komünist diktatörlüklerden birini kurdular, ki bugün sendika kurmak bile yasak İran’da.

İşte yakın geçmişimizde demokratik kitle örgütlerinin oluşturduğu çeşitli platformlarda baş tacı edilen, saygın müttefik muamelesi gösterilen anti-komünist dinci güruh, yukarda sadece iki örneğini verdiğimiz uluslararası bütünün bu topraklardaki parçalarıydı. “Takiyye” varoluşlarının bir biçimiydi. Ve çeşitli yollardan geçerek günümüzün muktedirleri haline geldiler. Şimdi tüm demokrasi güçlerine kan kusturuyorlar.

“Hak ve özgürlükler” durağında buluştuğunuz bu güruha iyi bakın.

Hatırladınız mı o günleri? Şimdi sövüp saymanızın bir kıymeti yok! Size o gün, o platformlarda apaçık söyledik tüm bunları. O gün, o platformlarda sınıfsal konumlarının, ideolojik konumlarının, siyasal konumlarının gerici/faşist olduğunu defalarca anlattık size. Bunların karşı-devrimci olduklarını, anti-komünist olduklarını, devrimin ve devrimcilerin yeminli düşmanı olduklarını anlattık. Sınıfsal ittifak ile siyasal ittifakın apayrı şeyler olduklarını anlattık. “Emekçi kitlelerin sorunlarını sahiplenmek”in gerici siyasal aktörle ittifaktan apayrı bir şey olduğunu anlattık.

O gün burun kıvırdınız. Tekil olana, bütünden koparılmış parçaya takılıp kaldınız. Bu afyoncubaşını, bu kadın düşmanını, onunla birlikte bu türden dinci gerici güruhu emekçi kitlelerin gündemine taşıdınız. Emekçilerin bilinçlerini bulandırdınız. Şekilsiz bir “hak ve özgürlükler mücadelesi” söylemiyle devrimci mücadelenin liberalize edilmesine kapı araladınız. Şimdi bu ağzı salyalı güruhun yazıp çizdiklerine, sövgülerine neden şaşıyorsunuz?

Varsa cesaretiniz, o yıllarda yaptıklarınızı arşivlerinizi açarak ortaya serin. Arşiv unutmaz. Dürüstseniz, o yıllarda bu dinci faşistlere karşı izlediğiniz politikayı emekçi kitlelerin ve gençliğin önüne koyun şimdi.

Yapamazsınız!

Güvendiğiniz tek şey, hafızanın unutkanlığıdır. Dinci faşist iktidarın bugün yapmaya çalıştığı “geçmişi unutturma” girişimine en çok sizin ihtiyacınız olacak; unutmayın!