Daha önce de dikkat çektik. Şaşmaz kuraldır: İçerde sıkışan, çıkışsız kalan sermaye sınıfı gözü dışarıya diker. Daha genel bir tabirle, iç savaş ateşi harlanan bir ülkenin burjuvazisi dış savaş maceralarına yönelir. Devrimin sıcak nefesini ensesinde hisseden her burjuva iktidar, kurtuluşu dış savaşlarda arar.
Türk tekelci burjuvazisi uzun bir süredir dış savaş maceralarına yelken açmış durumda. Bir imparatorluğun bakiyesi olarak tekelci sermaye ve faşist devlet, yayılmacı söylemlerden hiçbir dönem vazgeçmedi. Budanmış misakı milliye razı gelmek zorunda olan Türk burjuvazisi, her fırsatta bu sınırların sözünü etti. Birinci Körfez Savaşı’nda Özal’ın deyimiyle “bir koyup on alma” hayalleri kurdu. Ama buna ne iktisadi ve askeri gücü elverdi, ne siyasal konjonktür.
Sonuçta devran döndü. Bir bütün olarak emperyalist sistemin çökmeye başladığı şartlarda uluslararası siyasal arenada büyük boşluklar doğdu. Belirli bir dengenin ürünü olan uluslararası anlaşmalar ve hassas dengeler hızla bozuldu, bozuluyor. Buna bağlı olarak savaş ateşi sürekli daha geniş bir alana yayılıyor. İçerde devrimin hiç eksilmeyen baskısı altında bunalan tekelci sermaye ve faşist devlet, bu “küresel altüst koşullarında” gittikçe artan oranda yüzünü dışarıya dönmeye başladı. Tam da böylesi dönemlerde ihtiyaç duyulan, çapıyla kibri ters orantılı “asrın dünya lideri” Washington aracılığıyla çıkageldi. “Hiçbir şey olduğu için her şey olabilme” yeteneğine sahip, bir çırpıda eski siyasal gömleğini çıkarıp atabilen, her yola giden, Beyaz Saray’a “bu adamı kullanın” diye pazarlanan RTE şahsında aradığı adamı bulan tekelci sermaye, adım adım içerde dizginsiz bir terör düzeni, dışarda ABD-NATO’nun ihtiyat birliği olarak bir hareket serbestisi edindi.
Kaddafi’yi devirme planına “NATO’nun Libya’da ne işi var” diye karşı çıktığının ertesi günü NATO birliklerine donanma ile destek veren TC, bu aşamadan sonra dış savaşlar batağına gittikçe daha fazla gömüldü. Balkanlar’dan Afganistan ve Somali’ye, her yerde NATO emrinde koşturdu. 2011’de ABD-NATO planları doğrultusunda Suriye’nin yıkılması planında savaşın ana üssü haline geldi. “Kardeşim Esad” bir anda “Esed”e dönüştü. “Emevi Camii’nde Cuma” söylemiyle savaşa dahil oldu. Bütün dinci faşist çetelerin temel eğitim ve ikmal üssü artık Türkiye’ydi. Savaşın başarısız gitmesi ve emperyalist planların çökmesi sonrası, bizzat ABD’nin izin, onay ve yönlendirmesiyle fiilen Suriye’nin işgaline girişti TC. Adım adım işgal alanlarını genişletti.
Suriye’de işgal alanlarını adım adım genişletirken, Irak’ta da Barzani’nin işbirliği ile geniş bir alanda askeri üsler kurdu. Açık işgal harekatlarına başladı. Tüm bu yayılma esnasında misakı milli hedefi yüksek sesle dillendirilip durdu.
Suriye’yi Libya izledi. Libya’da ihvancı Serrac’ın hamisi olarak açık bir şekilde savaşıyor Türk devleti. Artık Mısır ile karşı karşıya gelme aşamasında. Çok sayıda farklı gücün bir şekilde müdahil olduğu bu savaşta TC, doğrudan, alenen savaşan bir güç. Savaşın maliyeti sürekli büyüyor, ekonomiyi zorluyor. Ama savaşmaktan geri durmuyor.
Bu gerilim, çatışma ve savaş halkasına son dönemde Yunanistan eklenmek üzere. “Kıta sahanlığı” konusunda uzun yıllardır süregelen anlaşmazlık ve gerilim malum. Özellikle Kıbrıs açıklarındaki hidrokarbon kaynakları ile baş gösteren, buna karşılık Ankara-Trablus mutabakatı ile tırmanan gerilim, Yunanistan’ın Meis adası açıklarındaki arama faaliyetleriyle neredeyse savaşın eşiğine getirdi iki ülkeyi. Türkiye 15 parçalık bir donanma gönderdi ada çevresine. Yunanistan de aynı şekilde donanmasını yığdı alana. Önce Merkel araya girdi. Dün İspanya Dışişleri Bakanı ile Çavuşoğlu’nun görüşmesi sonrası gerilimin azaltıldığı haberleri geldi.
Sonuçta tekil olayların her biri kendi özgün şartlarından ötürü farklı seyirler izlese de, Türk devletini ve dinci faşizmi sürekli dışarıya yönelten temel etkenler ortada duruyor. Bu nedenlerin başında içerdeki savaş (iç savaş) ve bir türlü kurtulamadıkları devrimin baskısı geliyor. Öte yandan en başta ABD emperyalizminin (ve NATO’nun) bölgedeki çıkarlarının koruyucusu olmak bir diğer önemli neden.
“Dış savaş eğilimi” belirli bir süreklilik arz ediyor. Gittikçe yayılan bu dış savaşlar, taşınamaz bir yük haline dönüşüyor. Böylece devrimden kurtulmak adına girdikleri savaş bataklığı, devrimin maddi şartlarını güçlendiren bir etmen haline geliyor. Bu döngü, tarih boyunca hiçbir burjuva sınıfın kaçınamadığı bir durumdur. Türk burjuva sınıfının başarılı olabileceğini düşünmek için hiçbir sebep yoktur.