Devletin faşistleştirilmesi, faşizmin kurumsallaşması anlamında sermaye sınıfının bir askeri faşist darbeye ihtiyacı olmadığı, ama bir darbenin, sermaye sınıfının kendi arasındaki “iç savaşın” çözüme kavuşması ve emekçi sınıfların psikolojik olarak geriletilmesi için sözkonusu olabileceği değerlendirmesini yıllar yıllar önce yapmıştık. Bu açıdan bir darbe (veya darbe girişimi) bizim için şaşırtıcı olmazdı.
Yine de 4 yıl önce akşam 9-10 saatlerinde sosyal medyada “darbe oluyor” türünde ilk belirsiz paylaşımlar karşısında şaşırmaktan ve muhabirimizin geçtiği paylaşıma “teyit edilmemiş bilgi” muamelesi yapmaktan alamamıştık kendimizi. Çok kısa süre sonra sosyal medyada gerçekleşmekte olan darbe konusunda görüntü ve mesaj paylaşımları çığ gibi büyümeye başladı.
Darbenin daha bu ilk adımlarında web sitemizden bir açıklama yayımladık gazete olarak. Sosyalist hareket henüz sessizliğini koruyordu. Hükümet cephesinde de bir netlik görünmüyordu. Darbenin sermaye cephesinin bir iç hesaplaşması olduğunu, iki tarafın da emekçi sınıfların düşmanı olduğunu belirterek, emekçilere silahlanarak kendi mahallelerini kendi denetimlerine almaları çağrısı yaptık. Olayların daha ilk adımında yaptığımız bu değerlendirme ve çağrımız, olayların gelişimi tarafından da doğrulandı. Gelişmeleri doğru değerlendiremeyen geniş bir sosyalist kesimin, CHP eliyle Taksim’e yönelerek sisteme nasıl yedeklendiklerini de gördük o günlerde!
Aradan geçen zaman içinde darbenin ayrıntılarına dair “sis perdesi” kalkmadı bir türlü. Oyun içinde oyun, darbe içinde darbe, sürekli değişen ittifaklar olduğu belli oldu. Ama “Allahın bir lütfu” olan bu darbeye dair ayrıntılar bir sır olarak korundu.
Darbe gecesi Genelkurmay’daki ve çeşitli birliklerdeki ağır silahlar bir anda kayboldu. Bu silahların daha sonra dinci faşist iktidarın paramiliter kuvvetleri tarafından kullanılmak üzere özel depolara kaldırıldığı fısıltısı ortalığı kapladı.
Sermaye sınıfı ve dinci faşist iktidar, başarısız darbe girişimini gerçekten de bir lütuf olarak değerlendirdi. OHAL ilan etti. Enerjik bir şekilde ülkeyi kararnamelerle yönetmeye girişti. Asıl olarak darbecilere ve tarikata değil, devrimci ve demokratlara, Kürt yurtseverlere, sosyalistlere karşı saldırıya geçti. On binlerce devrimci, demokrat kamu çalışanı, kararnamelerle işlerinden atıldı. Sermaye sınıfı bu “ara dönemi” enerjik bir diktatörlük olarak sonuna kadar kullandı ve sandık hilelerini bile aşan apaçık üç kağıtçılıkla “Türk tipi başkanlık sistemi”ne geçti.
Burjuvazi bir yöntemden başka bir yönteme kendi isteğiyle, keyfi olarak geçmez. Bu tür siyasal dönüşümler, sınıflar savaşımının güncel tarihsel gelişiminde içerili olan gerekliliklerin sonucu gerçekleşir. RTE’nin “kişisel hırsları” ancak bu güncel tarihsel gelişimle çakıştığı oranda siyaset sahnesinde etkin olabilir. Sermaye sınıfı, yükselen devrim karşısında her tür ayakbağından kurtulmuş enerjik bir yapıya ihtiyaç duyuyordu. 15 Temmuz darbe girişimi, ona böyle bir yapıyı kurma için uygun toplumsal psikolojik ortamı sundu. Ayrıntılar? Her biri bu gelişmelerde şu ya da bu ölçüde rol oynayan pek çok yan etken, sebep, gelişme var kuşkusuz. Ama işin can alıcı noktası, özü, tam olarak devrimi boğmak için inşa edilmek istenen bu enerjik yapıda gizli.
15 Temmuz kuşkusuz bir kritik dönemeç. Ama buradan, kimilerinin göstermeye çalıştığı gibi öncesi ve sonrası arasında bir uçurum olan “milat” saptaması doğru değil. Üstelik tüm sosyal reformist çevreler için böyle bir saptama, üstü örtülü veya açıkça “15 Temmuz öncesine dönmek” (“başkanlık sistemi öncesine dönmek”) tezini işliyor ve sermaye diktatörlüğünün önceki biçiminin savunusu haline geliyor! Doğru olan ileri yürümektir. İşimiz sermaye egemenliğinin bir biçiminin karşısına bir başka sermaye egemenliği biçimini koymak değil, sermaye düzenini tümden havaya uçurmaktır. “Bir lütuf” olarak 15 Temmuz meselesinde doğru politika, sermaye düzenini tümden yıkma hedefini net bir şekilde ortaya koymaktır.