Propaganda önemli bir güçtür. Hem de öylesine ki, tüm bir gerçekliği baş aşağı gösterip kanıksatabilir kolaylıkla. Burjuvazi ustalıkla yapar bunu, sonra da tutar karşısındakini propaganda yapmakla suçlar, herkesi de buna inandırır. Artık kanıksanmış doğru haline gelir onca yalan dolan.
Örneğin burjuva basın camiasında “Pravda” kelimesi, haber yerine propaganda yapan yayın anlamında sövgü niyetine kullanılır. E tabii, sermaye basını ise mesleğin yüce etik değerlerine sahip çıkan, canını dişine takmış özgür düşünenlerin mekanıdır! Bu sahte yaldızların her keskin sorunda nasıl döküldüğünü binlerce ve binlerce kez görsek de, bu yalan sürüp gitmektedir. Lenin boşuna dikkat çekip durmuyordu burjuvazinin bu basın-propaganda gücüne.
Ne garip değil mi, sermaye basınının özünde propaganda aracı olduğunu resmi olarak dile getirme şerefi Nazilere aittir. Prapaganda Bakanlığı kurmuş, başına da meşum Göbels’i getirmiştir Naziler. Ve Göbels’in adeta “ilmi kaideler bütünlüğü” mertebesine yükselttiği burjuva propagandası, üç çeyrek asırdır aynı ilkelerin yetkinleşmiş haliyle sürüp gidiyor.
Orson Welles, “Yurttaş Kane”de sahte savaş başlatan gazeteci karakteriyle nasıl da çarpıcı bir şekilde parmak basmıştı burjuva basının bu güç ve özelliğine!
Burjuva propagandanın en yetkin aracı, sinema endüstrisi olarak Hollywood’dan başkası değildir. Örneğin ABD yurttaşlarının yüzde 70’ten fazlası Vietnam savaşını kazandıklarını düşünmektedirler. İşte size Rambo’ların gücü!
Bir başka örnek. Orak çekiçli kızıl bayrağın Reichstag’a çekilip Nazi faşizminin ezildiği dönemde, 1945’te Fransızların yüzde 57’si Nazileri yenenlerin Sovyetler olduğunu düşünüyordu. 2015’te sadece yüzde 15’i böyle düşünürken, yüzde 47’si ABD’liler demeye başlamıştı. Sözün özü, Hollywood bir kere daha “Er Ryan’ı kurtar”mıştı!
Düşünün, yalanlar o kadar büyük ki, Danimarka’daki ABD elçiliği Auschwitz toplama kampındakileri kurtaranın ABD ordusu olduğunu söyleyecek kadar gerçekle bağını yitirmiş durumda!
Oysa ne işleri olur onların toplama kamplarıyla. Sovyetler yıllar boyu “ikinci cephe açın” deyip dururken, onlar İtalya’ya çıkarma yapmayı yeğlemişlerdi. Zira Sovyet ordusu Balkanlar’a doğru ilerlemekteydi. Bir an evvel İtalya üzerinden Balkanlar’a girip Kızılordu’nun oralara hakim olmasını engellemekti dertleri. Ama olmadı. Epi topu 20 Alman bölüğünün tuttuğu İtalya’yı aşıp Balkanlar’a ulaşamadılar. Aynı dönemde Kızılordu 200 Alman birliğini önüne katmış kovalıyordu!
Savaştaki Alman ordu kayıplarının yüzde 80’i, yani ölen her 5 Alman askerinden 4’ü, Kızılordu ile çarpışmalarda hayatını kaybetmiş. Öte yandan savaş süresince Almanlar’la çarpışmada ölen ABD ve Kızılordu asker sayısını karşılaştırmak ibret vericidir. Her bir ABD askerine karşılık 80 Kızılordu askeri!
1942 yılında Alman-İtalyan ve tüm faşist ittifak güçlerinin yüzde 80’i Doğu cephesindeydi! 1943 başlarında ise kara birliklerinin sadece yüzde 1,5’lik bir ksımı Batı kesimindeydi! Açıkça görüldüğü üzere tüm faşist birlikler Kızılordu’ya karşı savaşmaktaydı. Buna rağmen o Batı’dan “ikinci cephe” bir türlü açılmadı. Anglo-Amerikan kuvvetleri Sovyetler’in iyice güçten düşmesini bekliyordu. Yoksa hepsi biliyordu Alman kuvvetlerinin Batı’da değil, Doğu’da olduğunu.
Bu ikiyüzlülük yaygındır. Aynı sahtekarlığı, örneğin İngiliz-Fransız himayesindeki Polonya Alman işgaline uğradığında da gördük. İngiltere-Fransa-Polonya arasındaki anlaşmaya göre, Alman saldırısı ve işgali başladığı anda Fransa ve İngiltere, Almanya’ya savaş ilan etti. Ama ilginçtir Almanlar tüm vurucu güçlerini Polonya'ya yönelttiler. Arkalarını, yani Fransa sınırını korumasız bıraktılar. Ne hikmetse Fransız birlikleri bu “tuhaf savaş” sırasında bir adım olsun ilerlemedi. Hatta mermi bile sıkmadı!
Şimdi de aynı şey olmaktaydı. Kızılordu canını dişine takmış Nazi canavarını gerisin geri kovalamaya başlamıştı. Hala kayıplar korkunçtu. Alman ordusu neredeyse tüm gücüyle Kızılordu’ya karşı savaş halindeydi. Ama Batı’da ABD-İngiliz birlikleri ikinci cepheyi bir türlü açmıyordu. Hem de söz verildiği halde! Ne zaman ki Sovyet birlikleri Polonya'yı Nazi işgalinden kurtarmaya girişti, Normandiya’da ikinci cephe açıldı.
Evet Normandiya. Hani Hollywood’un üstüne sayısız film yaptığı Normandiya. O aşamadan savaşın bitimine değin ABD-İngiliz toplam askeri kaybı 500 bin, tüm savaş boyunca yaklaşık 1 milyondur. Oysa kadece Leningrad kuşatmasında hayatını kaybeden Sovyet yurttaşı bunu katlıyordu. Toplamda tüm savaş boyunca 10 milyon askerini, 17 milyon sivil yurttaşını kaybetmiştir Sovyetler. 1922-24 yılları arasında doğan erkek çocukların yalnızca yüzde 3,5’i hayatta kalabilmiştir.
Korkunç bir bedel ödedi Sovyetler ve Kızılordu. Müttefiklerin askeri yardımı diye şişindiklerine bakmayın. Tüm savaş boyunca kullanılan bütün araç gereçlerin yüzde 85’ini Sovyetler kendileri üretti. Üstelik ülkenin üçte biri düşman tarafından işgal edilmiş, sanayi kentleri yakılıp yıkılmışken. Her alanda üretimini katlamayı başardı. Bu kan emici canavarı önce durdurdu, sonra da inine kadar kovaladı. 30 Nisan 1945 gecesi kızıl bayrağı Alman parlamento binasının burçlarına dikti.
Sadece Kızılordu değil, Nazi işgaline karşı Avrupa’daki yeraltı direnişinin asıl taşıyıcıları ve örgütleyicileri de komünistlerdi. Komünist partiler en ağır şartlarda insanlığın yüz akı oldular. Çok ağır bedeller ödedi komünistler. Böylece Kızılordu ile bütün Avrupa’da ve Balkanlar’da yeraltı direnişini örgütleyip yöneten komünist partiler haklı bir saygınlık kazandılar. Bu muazzam zafer bütün dünya halklarında büyük bir hayranlık uyandırdı.
O zamanlar bu öylesine güçlü bir gerçeklikti ki, emperyalistler bunu reddetmeye girişemediler bile. “Dünya Rus halkının ve ordusunun gösterdiğinden daha büyük bir özveri, kararlılık ve kendini feda görmedi. Kendini kurtarırken bütün dünyanın Nazi tehdidinden kurtulmasına yardım eden bu ulusla, gelecekte iyi bir komşu ve samimi dost olmaktan mutlu olmalıyız” diyordu Roosevelt o dönemde. Bütün ikiyüzlüğü ile Churcill “her akşam Stalin’in sağlığı için dua ediyorum” demekten geri durmuyordu.
Ama zaman geçti, çağ değişti. Sürekli ve sürekli söylendi yalanlar. Sonra sermaye egemenliği için yolun sonu görünmeye başladı dünya genelinde. Çöküş sürecinin emareleri belirdi önce. Sonra somut olgu olarak gittikçe derinleşen bir çöküş başladı. İşte böyle bir dönemde anti-komünizm hiç olmadığı kadar sıyrıldı engellerinden. Avrupa Parlamentosu komünizmin simgelerini yasaklayacak kadar kendinden geçti. Nazileri dize getiren Kızılordu’ya adanan anıtlar yıkıldı bir bir. Akla hayale gelmez yalanlar boca edilmeye başlandı.
Bir yalan ne kadar büyük olursa ve ne kadar sık tekrarlanırsa inandırıcılığı o kadar artar demişti Göbels. Burjuva basın bıkmadan usanmadan söyledi bu yalanları. Daha yakın zamanda Sovyetler’i Nazi Almanyası ile birlikte savaşı başlatan suçlu ilan etti! Ukrayna’nın darbeci faşistleri, hani Babi Yar’da binlerce yahudi Sovyet yurttaşını katleden Banderacılar, tarih dersi olarak bu yalanları okutmaya başladılar. Baltık’taki faşist güruh, Nazi işbirlikçisi birlikleri “özgürlük savaşçısı” diyerek selamlarken, Sovyet saflarının gönüllülerini tutuklamaya kadar vardırmak istedi işi. Kopkoyu bir anti-komünizm, emperyalist burjuvazinin yönlendiriciliğinde tüm kapitalist dünyada gemi azıya aldı.
Molotov-Ribbentrop Paktı deyip ağızlarından köpük saça saça Sovyetler’i ve Stalin’i suçluyorlar. Sözkonusu saldırmazlık anlaşmasının tarihi 23 Ağustos 1939. Sovyetler daha öncesinden İngiltere ve Fransa’ya çağrılar yaptı, reddedildi. Öyle ya, faşist ülkeler anti-Komintern Pakt imzalamışlardı ne de olsa. (1936’da Almanya ve Japonya imzaladı, 1937’de İtalya da eklendi.) Emperyalistlerin tam da istedikleri şeydi bu kızıl şeytanların ortadan kaldırılması. O yüzden Sovyetler’in faşizme karşı ittifak önerisini reddettiler.
Ama hepsi bu değil. 1934’te İngiltere, Fransa, Almanya ve İtalya “dörtlü pakt” imzaladı. Aynı yıl Polonya Almanya ile anlaşma imzaladı. 1935’de Fransa Almanya ile anlaşma imzaladı. 1936’da İngiltere ile Almanya deniz anlaşması imzaladı. 1938 Eylül’ünde İngiliz-Alman, Aralık’ında da Fransız-Alman Sovyet karşıtı deklarasyonlar düzenlendi. 1938 yılında İngiltere, Fransa, İtalya, Almanya arasında ABD’nin de desteğiyle Münih anlaşması imzalandı, Çekoslavakya’nın Südet bölgesi ayrılarak Almanya ve Polonya arasında paylaşıldı. 1939 yılında, Almanya ile Romanya, aynı yılın Mayıs’ında Almanya ile İtalya, Almanya ile Litvanya, Haziran’ında ise Almanya ile Letonya ve Estonya arasında anlaşmalar oldu.
Görüldüğü gibi bütün kapitalist ülkeler sıraya girmiş faşist ülkelerle çeşitli anlaşmalar imzalıyorlar. Burjuvazi tüm bu anlaşmalara dair tek söz söylemeden Molotv-Ribbentrop paktını öne sürüyor.
Gerçekte hepsinin derdi bu vurucu gücü Doğu’ya, Sovyetler’e yönlendirmekti. Tüm bu anlaşmalar, en başta 1938 Münih olmak üzere, Nazileri Sovyetler’e saldırtma anlaşmalarıdır. Südet bölgesi, silah sanayisinin gelişkin olduğu bu bölge, sırf bu amaçla peşkeş çekilmiştir Nazilere.
Hitler ise zaten Sovyetler’i “lebenstraum” (yaşam alanı) olarak ilan etmiş. Açık açık düşman bellemiş. Ama saldırmak için güç toplaması lazım. Hazırlanması lazım. Tüm Avrupa'da yayılıp kaynaklara el koyması bundan. Sovyetler de savunma hazırlıkları için zaman kazanmaya çalışıyor. Molotov-Ribbentrop paktı bu şartların ürünüdür.
Tüm bu gerçeklere rağmen Sovyetler ve Stalin suçlanır! Hele Polonya’nın burjuva yönetimi! Yahudilere yönelik Nazi saldırıları başladığında Hitler’in anıtını dikmeyi isteyecek kadar ateşli Nazi destekçisi olan bu burjuva hükümet, Ukrayna ve Beyaz Rusya topraklarının bir kısmını elinde tutan bu burjuva hükümet, utanmadan Sovyetleri Nazilerle eş tutar! Üstelik 1936-39’da İspanya’da Franco’nun destekçisi Alman ve İtalyan faşizmine karşı savaşan tek güç Sovyetler Birliği olduğu halde!
Naziler Sovyetler Birliği’ne saldırdığında ellerini ovuşturarak sosyalizmin ölümünü bekliyorlardı hepsi. Ama olmadı. Korkunç bedellere rağmen Kızılordu, tüm insanlığı bu faşizm/Nazizm belasından kurtardı. İşte bunadır bütün burjuvaların hınçları. Theodorakis’in o güzel sözüyle: “Ona, Stalin'e, Stalingrad, Moskova, Leningrad ve Berlin'de zaferler kazanmış Kızıl Ordu'nun mareşaline dair söyleyecek başka sözünüz yok mu? Stalin ve Kızıl Ordu yetişmeseydi bugün bizim elimizde ne kalırdı? Bunu hiç düşündünüz mü? Hitler'in dünyayı binlerce Auschwitz'lerle doldurmasına kim engel olacaktı? ... Orada, Avrupa'da ve özellikle ırkçı devletlerde neden Stalin'e ve komünizme saldırıldığını biliyorum. Çünkü o onların sevgili Führerleri Adolf Hitler'i alt etti.”
Biliyoruz, hıncınız bundan. Ne diyelim. 75 yıl önce Führeriniz başaramadı. Siz hiç başaramayacaksınız. Bu defa sizi kesin olarak tarihin çöplüğüne atacağız!
Sinan KALELİ
15.05.2020