Yıkım Savaşları Kapıda:

Her Yerde Emeğin İktidarı İçin İleri!

Artık savaşları derecelerine göre tasnif etmenin olağanlaştığı aşamadayız. Savaşsızlık ve savaş ayrımı çoktan kalktı. Savaşın sürekliliği tek gerçeklik. Ama türü, düzeyi, kapsamı değişiyor.

Şu sıralar, Ortadoğu ve Doğu Akdeniz bölgesine dünyanın yığınağı yapılmış durumda. Halihazırda bir dizi sıcak çatışma, irili ufaklı muharebeler dizisi olarak sürmekte olan savaşın büyük yıkım savaşına dönüşmesinin eşiğine her geçen gün daha çok yaklaşıyoruz.

Mevcut şartlarda büyük yıkım savaşını başlatmanın henüz kendi çıkarlarına uygun olmadığını düşünen ABD, uzun bir süredir hamlelerini, hasımlarının “ABD ile doğrudan savaşı göze alamamaları” üzerine kuruyor. Kendisi doğrudan büyük savaşları başlatmazken, o sınıra çok yakın sert hamleler yaparak hasımlarını baskı altına alma yolunu tutuyor. Bu hamleler öyle seçiliyor ki, hasım, bu hamleye uygun karşılık vermek isterse büyük bir yıkım savaşını başlatmayı göze almak zorunda kalacak.

3 Ocak’ın erken saatlerinde ABD ordusunun Kasım Süleymani’ye ve El Mühendis’e yaptığı suikast, bu politikanın en riskli hamlelerinden biri. Riskin büyüklüğü Washington adına arabulucular katarının büyüklüğünden de anlaşılıyor. Bölgenin tüm gerici devletleri “tansiyon düşürme görüşmeleri” adına Tahran’a doluşuyor. Uluslararası hukukun son kırıntılarını da ayaklar altına alan bu ABD saldırısı, yıkım savaşı düzeneğini tetikledi bile. Beyaz Saray bir yandan “gerilimin tırmanmasını istemiyoruz” açıklamaları eşliğinde arabuluculardan medet umarken, diğer yandan “misilleme olursa yıkıcı bir saldırı yaparız” tehditleriyle harekete geçirdiği düzeneğin ürkütücü olası sonuçlarından kurtulmaya çalışıyor. Tüm bu çelişik ve karmaşık süreç, İran’ın gelmekte olan misillemeleri sonucunda hızla büyük yıkım savaşına dönüşmek üzere. Bu savaş İsrail’den Afganistan’a, Fars Körfezi’nden Afrika Boynuzu’na uzanan bölgeyi cehennem ateşiyle kavurma potansiyeli taşıyor. Hatta nükleer silahların ateşlenme riskini barındırıyor.

Hepsi bu değil. Doğu Akdeniz’deki muazzam askeri yığınağa ek olarak Ankara-Trablus anlaşmalarının sonrasında Meclis’ten geçen Libya’ya asker gönderme tezkeresi, bölgedeki dengeleri zorlayan, daha geniş çatışmaları tetikleme potansiyeli taşıyan bir adım. Bir süredir Suriye’den Libya’ya TSK uçaklarıyla taşınan dinci çeteler, paralı asker olarak savaşa dahil olmuştu. Şimdi doğrudan Türk ordusu sürece dahil oluyor.

Binyılın başında Washington’ın neocon’larının dillerinden düşmeyen “Büyük Ortadoğu” eşzamanlı olarak yangın yerine dönüşmek üzere. Tabii olası savaş bu sınırlarda kalacak olursa...

Savaş, kapitalizmin genetik özelliklerindendir. Kapitalist bir dünyada yaşayıp savaşsız bir dünya istemek, hayalcilikten öte bir şey değildir. Kapitalizmin egemen olduğu dünyamızda savaşların yaşanmadığı “barışçıl dönemler” hiç olmadı. Buna “kapitalizmin barışçıl dönemi” denen 1870-1900 dönemi de dahil! Emperyalist çağ ise savaşları dünya ölçeğine yaydı, “dünya savaşı”nı yarattı. Tüm dünyada yüz milyonlar, bu yıkım savaşlarına, darbelere, talanlara karşı sokaklara çıkıyor olsa da, kapitalist devletlerin insanlığa ve doğaya dayattığı bu savaşlar durdurulamadı. En güçlü protestolar bile savaşların başlamasına engel olamadı.

Tarih boyunca ancak kapitalist egemenliği tehdit eden bir devrim gündeme geldiğinde veya o devrim gerçekleştiğinde yağma ve paylaşım savaşları durdu. Ancak işçi sınıfı iktidara yöneldiğinde kapitalistler savaşlara ara verdi. Yani kapitalizm altında savaşı engellemek için bile proletaryanın iktidara yönelmesi, bir devrim tehdidi ile ayağa kalkması gerekti. Bütün bir tarihin en öz derslerinden biri budur!

Proletarya ile kapitalistlerin ortak bir vatanı, ortak çıkarları yoktur! Kapitalistler kendi çıkarları için milyonlarca işçi ve emekçiyi savaş alanlarına sürer. “Milli çıkarlar” teraneleriyle işçi ve emekçilerin birbirlerini boğazlamalarını ister. Kapımıza dayanan savaşlarda da aynı safsataları duyuyoruz. Emperyalistler ve bölgenin gerici kapitalist devletleri kendi aralarındaki çelişkileri çeşitli düzeylerde savaşlar üzerinden çözmeye çalışırken, “milli çıkarlar” adına, din adına, anti-emperyalizm adına işçi ve emekçileri burjuva savaş bayrakları altında toplanmaya çağırıyor. Kasım Süleymanilerden “anti-emperyalist kahramanlar” yaratmaya kalkıyor. Hayır! Her kapitalist ülkede iki farklı sınıf, iki farklı “ulus” var. Doğal olarak her kapitalist ülke işçileri için “gerçek düşman içerde” bulunuyor. Türkiye’de de, İran’da da, Irak ve Suriye’de de... bölgenin tüm kapitalist ülkelerinde, tüm emperyalist ülkelerde, işçi ve emekçiler için “gerçek düşman içerde”dir! Yaklaşmakta olan yıkım savaşına rağmen İran proletaryası daha önce defalarca “gerçek düşman içerde” şiarıyla eylemler yaptı. Bu slogan, proletaryanın enternasyonal savaş sloganıdır. Bugün her zamankinden fazla tüm bölge ülkelerinde yankılanmalıdır! Savaş, korkunç bir yıkımdır. Yaşlı yerküremiz, tabiat ana, kapitalist sanayi ve savaşların yarattığı tahribata daha fazla dayanamaz. Bu yıkımı önlemenin tek yolu “gerçek düşman içerde” şiarıyla tüm ülke proleterlerinin “kendi” hükümetlerini, “kendi” burjuvalarını alaşağı edecekleri ve emeğin iktidarını kuracakları bir devrimden geçiyor.

Bir yıkım savaşı böyle bir zaferi tarihte hiç olmadığı kadar olanaklı kılıyor.