Çatışmaların, yüksek tansiyonun ve “denetimli savaşların” eksik olmadığı Ortadoğu, şu sıralar yeni gerilimlere sahne oluyor. Topyekün bir yıkım savaşının eşiğinde ince bir çizgide seyreden gelişmeler, İsrail’in son bir haftada vites yükselten saldırılarıyla çok kritik aşamaya evrildi.

Aslında her biri bir savaş gerekçesi olan Suriye’ye yönelik artık olağanlaşan İsrail saldırıları zaten bölgenin savaş iklimini besliyordu. İsrail bunun ötesine geçerek 19 ve 20 Ağustos’ta Irak’ta Haşdi Şabi’nin Şuheda, Eşref, Sakr ve Beled üslerine hava saldırıları düzenledi. (Sakr üssü 12 Ağustos’ta vurulmuştu.) İlk etapta saldırıların faili görünürde yoktu. “Kaynağı belirsiz” saldırılar, her yanı alevler içindeki bölgede sessizce geçiştirilebilirdi. Ama öyle olmadı.

Haşdi Şabi ilk kez doğrudan İsrail’i suçladı: Siyonistlerin Irak'ı hedef alması çerçevesinde İsrail'in şer kargaları Haşdi Şabi'yi yeniden hedef almıştır.” Yapılan açıklamada ABD’nin bu saldırıların içinde olduğu, 4 adet İsrail İHA’sını Azerbaycan üzerinden Irak’a getirdiği, bu İHA’ların veri toplamada ve operasyonel olarak kullanıldığı belirtildi ve “Amerikan uçaklarının uçuş kayıtları ve haritalarının bilgisine sahibiz” dendi. Bu olayda sorumluluk tamamen ABD başta olmak üzere uluslararası koalisyon güçlerindedir. ... Irak'ın hava sahasını koruduğunu iddia edip Siyonistlere hava desteği veren ABD'nin Irak'taki varlığının gerekli olmadığı kanaatindeyiz” ifadeleri kullanıldı.1

Bunun üzerine Netenyahu’nun Ukrayna’dan yaptığı, saldırıları “resmen üstlenmeden üstlenme”2 açıklamaları gündeme düştü. Saldırının hemen ardından bir gazeteye “İran’ın dokunulmazlığı yok. Nerede gerekirse onlara karşı hareke geçeceğiz ve halihazırda harekete geçiyoruzdemişti. Artık olay büyümüş, karşılıklı restleşmelerle tırmanma sürecine girilmiş oldu. Kurulu zemberek boşanmaya başlamıştı. Bibi artık TV kanallarında yırtıcı bir savaş kurmayı olarak konuşuyordu: “Bizi yok etmek isteyen düşman devlete karşı sadece ihtiyaç olan yerde değil, pek çok bölgede operasyon yürütüyoruz. Elbette İran’ın planlarını engellemek için yapmaları gerekenler konusunda güvenlik güçlerimizin elini serbest bıraktım.”

24 Ağustos’ta Şam kırsalına saldırdı İsrail. “Dronelarla İsrail’e saldırı hazırlığında olan İran kuvvetlerini vurduk” diye açıklama yaptı. Şam ise füzelerin çoğunu havada imha ettiğini duyurdu. İran kendi kuvvetlerine dönük herhangi bir saldırı olmadığını söyledi. Hizbullah lideri Nasrallah saldırının Pasdaran’a (İran Devrim Muhafızları) değil, Hizbullah kuvvetlerine yapıldığını ve iki mühendisin öldüğünü açıkladı.

Aynı akşam biri keşif amaçlı, diğeri bomba yüklü uzaktan kumandalı iki İsrail İHA’sı Beyrut’a saldırdı. İsrail daha önce Suriye’ye yönelik hava saldırılarında sık sık Lübnan havasahasını ihlal eder, Suriye sınırlarına girmeden füzelerini ateşleme yolunu tutardı. Ama bu defa doğrudan Lübnan’a saldırıyordu.

Lübnan Cumhurbaşkanı Mişel Aun gelişmeleri savaş ilanına benzetti. Nasrallah ise çok daha sert açıklamalar yaptı: “Bu saldırı karşılıksız kalmayacaktır. Kötü sonuçları olacaktır. İsrail bugünden itibaren cevabımızı beklesin. Sadece kuzeyden değil her yerden verebiliriz. Kimse kendisini güvende hissetmesin. Belki bir, iki, üç gün sonra. Artık İsrail İHA'larının Lübnan'a girmelerine izin verilmeyecek, hepsini düşüreceğiz. Aynısını birkaç gündür Irak'a yapıyorlar, eğer cevap vermezsek bir gün bir binamızda, diğer gün başkasında, sonra da bir camide patlatırlar. İsrail İHA'ları, bugün itibariyle Lübnan'ı vurup, güvenli şekilde geri dönmeyi unutsun.”

26 Ağustos’ta ise ülkenin doğusundaki Beka bölgesinde bulunan Filistin Halk Kurtuluş Cephesi-Genel Komutanlık'a (FHKC-GK) ait mevziler gece saatlerinde İsrail’in üç hava saldırısıyla vuruldu.

İsrail, sanki saldırgan taraf kendisi değilmiş gibi, füze savunma sistemini (“Demir Kubbe”) ülkenin kuzeyine ve geneline yayacağını duyurdu. Taraflar bir kez daha savaş düzenine girdi. Bu arada Gazze’den İsrail’e fırlatılan 4 roketten ikisi “Demir Kubbe” tarafından düşürülürken diğer ikisi yerleşim yerlerine düştü. Milyon dolarlık “Demir Kubbe” derme çatma roketleri bile avlamakta başarısız kalmaya devam ediyordu!

Tabii bu gerilim ortamında Filistin’e yönelik saldırılar yoğunlaşıyor, Filistinlilerin evleri yıkılıyor, siyonist yerleşimci işgali yaygınlaşıyor, Doğu Kudüs’te Filistinlilere her tür gösteri, eylem, toplantı yasaklanıyordu.

İsrail 25 Ağustos’ta Irak’ın batısındaki Haşdi Şabi güçlerine tekrar saldırdı. Hizbullah Tugaylarının komutanlarından birinin öldüğü açıklandı. Irak Parlamentosu’ndaki 2'nci büyük siyasi parti Fetih Koalisyonu, “Saldırılar, Irak'a, halkına ve ulusal egemenliğine savaş ilanıdır.” açıklamasını yaptı. Basra bölgesinden Şii lider Mukteda es-Sadr “Siyonist düşmanı temize çıkarmıyorum. Ancak eminim böyle bir adım atmazlar çünkü bunun karşılığının güvenliği ve nüfuzu açısından sarsıcı olacağını, Siyonizmin sonunun Irak'ın elinden olacağını biliyorlar” derken, İran güçlerinin de Irak’tan çekilmesini istedi.

Bölge öylesine bir kördüğüm halini almış durumda ki, öyle billurlaşmış ittifaklardan, net saflaşmalardan bahsetmek mümkün değil. Bir adımda hasım olanlar bir başka adımda hısıma dönüşüyor. Müttefikler düşmana, düşman müttefike... Sahada konumlar ve ittifakların durduğu zemin çok kaygan.

Tüm bu saldırıların ardında Washington’un siluetinin olduğuna kimsenin kuşkusu yoktu. ABD Dışişleri, “bakan (Pompeo) ile başbakan (Netenyahu), İran’ın Suriye’deki varlığının İsrail ve komşularını tehdit etme konusunda nasıl bir manivela olduğu konusunu değerlendirdi” derken Washington’ın saldırılara dahlini ifşa ediyordu.“Golan Tepelerinin İsrail’e verilmesi, ‘Yüzyılın Barışı’ üzerinden Filistin’in haritalardan tamamen silinmesi” türünden adımlarla İsrail eliyle bölgeyi dizayn etmeye koyulan ABD’nin bu saldırıların dışında olması zaten düşünülemezdi.

Ama asıl dikkat çekici noktayı İrfan Aktan 26 Ağustos’taki yazısında dile getirmişti: “ABD, Rus ve İsrail ulusal güvenlik danışmanları tarihte ilk kez Suriye konusunu görüşmek üzere 21 Haziran’da Kudüs’te toplan[dı]. ... Öyle görünüyor ki, radikal cihatçıların yenilmesi için oynadığı rol tamamlandığında Rusya, İran’ın Şam üzerinde artık etkili olmasını tercih etmiyor. Bundan sonraki sürecin Cenevre ve Astana’dan çok Kudüs üzerinden, yani ABD, Rusya, İsrail arasında ama yalnızca Suriye değil, daha geniş kapsamlı bir pazarlık süreciyle devam etmesi ihtimali var.”

Tam bu noktada G7 zirvesinin hemen öncesinde İran Dışişleri Bakanı Zarif’in Macron tarafından Paris’te ağırlanmasını da unutmamak lazım. Macron “umudediyorum ki [Ruhani ile Trump görüşmesi] önümüzdeki birkaç hafta içinde gerçekleşecek” dedi. Trump “rejim değişikliği istemiyoruz” diye başlayan, Ruhani ile görüşmek istediğini ifade eden açıklamalar yaparken, Ruhani yaptırımların kaldırılmasını şart koşan bir yaklaşım koydu.

Öyle anlaşılıyor ki, emperyalistler bir taraftan ABD’nin koruması ve tam desteğin sağladığı “dokunulmazlığa sahip” İsrail üzerinden İran ile savaşıyorlar, diğer taraftan yıkıcı bir savaşın önünü almak için müzakereleri öne sürüyorlar. Topyekün bir yıkım savaşı baskısıyla sınırlı savaşı dayatıyorlar. Açıkçası kontrol altında bir yüksek gerilim politikası güdüyorlar. Fakat tarihte hiç olmadığı kadar askeri yığınağa sahne olan bölge açısından bu politika sürdürülebilir değil. Keşmir’den Libya çöllerine, hatta Fas’a uzanan bu muazzam bölgede büyük yıkım savaşını tetikleyecek kıvılcımın nerede ve ne zaman çakacağı bilinmez. Lakin İsrail eliyle yürütülen bu politikanın insanlığı korkunç eşiğe getirdiği muhakkak.

Sinan Kaleli

27.08.2019


Bu baskı karşısında Irak başbakanı “Irak havasahasında her tür izinsiz uçuşun yasaklandığını ve izinsiz uçan hava taşıtlarının düşürüleceğini” söyledi. Bu, Irak havasahasını kontrol eden ABD’ye (ve uluslararası koalisyona) açık uyarıydı, hatta suçlamaydı. ABD yasaklara uyacağını duyurdu.
 
İsrail Güvenlik Kabinesi üst düzey üyesi Kahlon, ilginç bir açıklama yaptı: “Gergin ve kritik bir 72 saati geride bıraktık. Başbakan bir keresinde Ortadoğu’daki her patlamanın İsrail’e yamandığını söyledi. Söylemek isterim ki, müsebbibi olmadığımız şeyler de bize atfediliyor. Hangilerinin bize ait olduğunu, hangilerinin olmadığını söyleyemediğim için, sorumluluğunu taşımadığımız işlerin de bize yüklendiğini söylüyorum.” Aynen böyle!