19 Temmuz 2012’de Kobane’de başlayan devrim hızla tüm Rojava’ya yayıldı. Emperyalizmin ve bölge gericiliğinin kana buladığı Suriye’de Rojava Devrimi, sermaye iktidarı ve faşizmin her türlü sömürü, katliam ve soykırımlarına maruz kalan Ortadoğu ve dünya halklarına umut oldu. ‘Devrimlerin çağı bitti’ diyen kapitalist ideolojiye ve onların kokuşmuş, yozlaşmış dünyalarına karşı ‘yeni bir dünya mümkün’ şiarını düşten gerçeğe dönüştürdü.” Binlerce gönüllü savaşçı enternasyonal dayanışma ruhuyla Rojava’ya koştu. Halkların kanları birbirine karıştı. Kürt, Arap, Süryani, Türkmen, Çerkes, Asuri, Ermeni ve diğerleri... her milliyet, her inanç ve kültür bir arada ortak yaşamı kurmaya başladı.

Savaşın Küllerinden Doğan Devrim

Savaşın ortasında, merkezi devlet iktidarının etkinliğinin kırıldığı ve devlet aygıtının ülkenin büyük bölümünde parçalandığı bir koşulda Rojava Kürtleri kendi yazgılarını ellerine alma fırsatı yakaladılar.1 Öncelikle kendilerini sürmekte olan savaşın her iki kutbundan ayrı tuttular ve her iki tarafa karşı da savunmalarını güçlendirdiler. Genel olarak rejimle çatışmamaya özen gösterdiler. Nihayetinde bu fiili duruma müdahale gücünden yoksun olan rejim, sessiz bir şekilde kabul etmek zorunda kaldı.

Türkiye başta olmak üzere tüm bölge gericiliği ve emperyalistler PYD’yi “muhalefet saflarına” katmak için baskı kurdu. Ama bu katılış özünde elindeki her şeyden vazgeçerek gericiliğin askeri olmaktan öte bir şeyi içermiyordu. Kürtler “üçüncü yol” dedikleri strateji ile, özünde kendilerini korumaya ve konumlarını sağlamlaştırmaya dönük bir yol tuttular.

“Demokratik Suriye ve Özgür Kürdistan” şiarıyla ne rejimden yana oldular, ne “muhalefete” katıldılar. Zaten çok geçmeden adına “muhalefet” denen güruhun dinci-faşist çeteler ve paralı askerlerden başka bir şey olmadıkları tüm dünya tarafından görüldü. O tarihten itibaren de Rojava asıl olarak bu dinci-faşist çetelerin baskı ve saldırılarına karşı kendini savunmak zorunda kaldı hep. Daha sonra bu çetelerin hamisi olarak Türk devleti de Rojava’ya karşı bizzat savaşa katıldı.

Rojava devrimi, kendilerinin de ifade ettiği gibi Öcalan’ın “demokratik özerklik” düşüncesinin ete kemiğe bürünmesidir. Devletsizlik temelinde, devletten bir şey istemeden, talep etmeden, fiilen hayata geçen bir proje olarak konuldu ortaya. İlk olarak da Kuzey için konuldu. Suriye’deki özgün şartlar bu fikrin hayata geçirilmesi için uygun ortam sağladı. Kuzey’de büyük kent savaşlarına ve katliamlara uğrayan bu düşünce, ancak merkezi iktidarın ve devlet aygıtının parçalandığı Suriye’de, Batı Kürdistan’da (Rojava) hayat bulabildi. Fikrin gerçekleşebilmesi için Kürdistan’ı ilhak eden ülkenin devlet ve iktidar aygıtının parçalanması gerekti. Savaş bunu sağladı. Öte yandan “demokratik özerklik” yönelimine giren güçlerin kendilerini başarılı bir şekilde savunmaları gerekti. YPG de bunu sağladı. İşin aslı, “devletsiz-iktidarsız çözüm” bildiğimiz devrimci zorun rol oynadığı, eski devlet aygıtının parçalandığı, ve daha önemlisi, “kendi iktidarlaşmasının” kaçınılmaz olarak kendini dayattığı bir devrim olarak doğmak zorunda kaldı. Teori, yaşamın prizmasında işte böyle kırıldı!2 Rojava’da, Suriye devletiyle ilişkisi bir yana, Meclisiyle, askeri örgütlenmesiyle, asayişiyle vb vb kurumlarıyla, kendine has, bir devlet/iktidar örgütlenmesi ortaya çıkmıştır. Başka türlü olması da mümkün değildi.

Siyasal ve Toplumsal Örgütlenme

Rojava devriminin merkezinde Komün sistemi3 yer alıyor. 30-400 kişi arasında kişiyi kapsıyor. İki eş-başkan (bir kadın, bir erkek) oluyor her komünde (ve tüm örgütlenmelerde).Bu eş başkanlar komün içinden seçimle geliyor ve topluluk içinde gönüllülerin oluşturduğu komitelerle iş görüyorlar. Savunma, ekoloji, ekonomi, sağlık vb komiteler. Komünler kendi kararlarını alır ve profesyonel devrimcilerce desteklenir.

Eş-başkanlar topluluk üyeleriyle, meslek birlikleriyle, komitelerle toplantılar düzenler, bu toplantılarda sorunlar, istekler, planlamalar tartışılır, eleştiriler, öneriler ve ihtiyaçlar dinlenir. Sorunlar alt düzeyde çözülemezse Mala Gele’de (Halkevi) Komşular Konseyi(Meclisi)ne taşınır. Eşbaşkanlar komün tarafından geri çağrılabilirler. (Bu arada alt birimlerden üst birimlere seçimle gönderilenler “temsilci” değil, sadece bir iletimci/aktarımcı delege olarak niteleniyor.)

Komite üyeleri her evi ziyaret ederler. İnsanlarla tartışır, eleştirileri dinler, ihtiyaç ve önerileri alırlar. Bunları daha sonra eşbaşkanlarla değerlendirirler. Örneğin bir sağlık komitesi üyesi bir ailenin bir ilaç ihtiyacını karşılamak, evinden ayrılamıyorsa, hasta adına hastaneye gitme, evde o hizmeti vermek vb. İşlere koşturur. Komün ve konseylerin en az %40’ı kadınlardan oluşur.

Siyasal ve toplumsal örgütlenme alanlarında sorunlar yaşansa da genel olarak halkın aktif katılımı sağlanıyor. Özellikle kadın etkinliği, kadınların gerçekten aktif ve belirleyici olarak hem siyasi hem askeri olarak sürece katılmaları başlı başına övgüye değer. Kimi zaman el yordamıyla, çoğu zaman savaşın ve güçler dengesinin seyrine göre zikzaklarla ilerleyen, ama sonuçta devrimci coşkuyu bağrından eksik etmeyen yaşayan bir devrim sözkonusu.

Ne var ki, özellikle ekonomi alanındaki uygulamalar ve yaklaşım epey sorunlu. Bu başlı başına ele alınmayı hakeden uzun bir konu. Sadece işaret etmiş olmak için belirtelim. Rojava’da hayata geçirilmekte olan “toplumsal ekonomi” pek çok yönleriyle 19. yüzyıl küçük-burjuva hayalciliğinin izlerini taşıyor. Küçük ölçekli üretim, kooperatifçilik, bankaların rolü konusunda Prudonculuk... Yaşamın gerçekliğinde kaçınılmaz olarak değişmek zorunda olan pek çok “teorileştirme” sözkonusu burada. Şimdilik sürüp giden savaş ekonominin yarısından çoğunu (kimi verilerle %70) yutuyor. O nedenle iktisat teorisinin asıl sonuçları ve sorunları ilerde daha net görülecektir. Burada altını çizmiş olalım. Mülkiyet ilişkilerini ve bunlarla birlikte üretim ilişkilerini kökten değiştirmeyen bir yönelim başarısız kalmaya mahkumdur. Ekonomi, Rojava devriminin en zayıf noktasıdır. “Toplumsal ekonomi” anlayışı hoş dileklerden öteye gitmemektedir.

Sinan Kaleli

21.07.2019

1Şahin Cilo bir röportajda, 18 Temmuz günü Kobane’de, devletin karar organlarının bulunduğu kriz merkezinde büyük bir patlama meydana geldi ve birçok yönetici öldü. Bölge yönetiminde bir boşluk oluştu. Devlet, yöneticisiz kaldı. Ve bu boşluğu ÖSO doldurmaya kalkınca, 19 Temmuz’da PYD, kentin yönetimini ele geçirdi.” sözleriyle devrimin nasıl bir “boşluğa doğduğuna” işaret ediyor. Ardından diğer kentlerde benzer adımlar atıldı. Demokratik bir devrim gerçekleşti.
2Kürt ulusal hareketinde teori alanında belirgin bir kafa karışıklığı ve sıklıkla “Marksizme çatma” görülüyor. Örneğin Rojava devrimini değerlendiren bir açıklamada “20 yüzyıl devrimlerinden tamamen farklı olarak sadece yönetimin el değiştirmesiyle yetinmeyen tamamen demokratik bir devrim” tanımlaması tamamen ayakları havada bir değerlendirmedir. Tüm büyük 20. yüzyıl devrimleri, sözkonusu DEMOKRATİK içeriğin çok parlak ve zengin içerikleriyle doludur. İddia, tarihsel gerçekliğe uymamaktadır. Dahası tarihsel gerçeklik bilgisinden yoksunluğun ifadesidir. Üstelik sadece başarılı devrimler de değil, örneğin Torino Konseyleri gibi girişimler de muazzam DEMOKRATİK içeriğe sahiptir.
3Yapı kabaca şöyle: Komün> Meclîsa Taxa (Komşular Meclisi/Konseyi)> Melclîsa Bajarê (Kent Meclisi/Konseyi)> Meclîsa Kantonê (Kanton Meclisi/Konseyi) [Federasyondan sonra Bölge haline geldi]> Meclisa Suriya Demokratik (Suriye Demokratik Konseyi) Her ilçe Konseyi, ayrı bir Kadın Konseyi’ne ve 7 Komiteye (savunma, ekonomi, siyasi, ideoloji, adalet, sivil toplum, özgür toplum) sahiptir. Ayrıca Kanton birimlerinde Yasama Konseyi, Yürütme Konseyi ve Yerel Yönetimler bulunmaktadır.