< Keşke Yanılsaydın Comandante

Akbabalara mı benzetmeli, yoksa sırtlanlar sürüsüne mi... Doğanın hangi parçası, insanların onlara yüklediği anlamlarla bile, ifade edebilir ki şu olanları!

İnsan yaşamının ve doğanın hiçbir hükmünün, hiçbir öneminin olmadığı bir yağma sofrası. Düne kadar dost diyenlerin ardınızdan kuyunuzu kazdığı, tökezlediğiniz ilk anda var gücüyle sizi tekmelediği bir dünya yarattı sermaye kendisine. Ya da... kendinden önceki egemenlerin yarattığını büyüttü, yaygınlaştırdı, son raddeye kadar taşıdı. Yozluk, çürüme, soysuzlaşma hiç bu kadar derinleşmemişti insanlık tarihinde.

Libya'da olanlara bir bakın! Kim kim adına kiminle pazarlık ediyor, kim kimden ne istiyor, kim kimi destekliyor, kim kime karşı, kim kimin adamı, kim kimin paralı askeri... Ortada dönen pazarlıklar, pay kapma mücadelesi, kandırmacalar... Hayır, sırtlanlar böyle değil. Ne de akbabalar. Bu, özel mülkiyetin aşağılık dünyasından başka hiçbir yerde çıkamaz ortaya. Bu soysuzluk, bu derin kokuşmuşluk...

Yalanlar üzerine bina ediliyor her şey. Hem de öylesine aleni yalanlar üzerine. Herkesin yalan olduğunu bildiği, buna rağmen genel olarak “yalan!” diye haykırmadığı yalanlar... “Kırmızı Pazartesi”ler çağındayız sanki. Herkes her şeyden haberdar, herkes işin eğrisini doğrusunu biliyor, herkes insanlığa karşı suç şebekelerinin suç işlemeyi planladığını biliyor... ama engellenemiyor bir türlü. Bir yazgıymışçasına! Tiyatro sahnesinde duvarda asılı olan tüfek misali patlamaya yazgılı bir savaş sanki bu. Göz göre göre geliyor.

“Özgürlük aşığı”, “insan hakları savunucusu” emperyalistler, Libya'daki zulme, “yönetimin kendi halkına karşı uyguladığı zulme” tahammül edemiyor. Canını dişine takıyor ve Birleşmiş Milletler'den karar çıkartıyor! Bize söylenen tamı tamına budur işte. Hangi kelimesinin gerçekle ilintisi, kırıntı düzeyinde de olsa bir ilintisi var bu söylenenlerin! Buyrun Yemen'e! Daha iki gün önce silahsız siviller tarandı. En az 40 kişiyi öldürüp 300 kişiyi yaraladılar hunharca. ABD 5. Filosu'nun Bahreyn'ine ne dersiniz! Sizin “Royal Family”niz İnci Meydanı'nı kana bulamayı iş edinmiş. En has adamınız Suudi kralı acilen askeri birlikler gönderiyor Bahreyn'de sarayı ve egemenleri korusun, ayaklanmayı bastırsın diye. Hiç birinizden tek kelime çıkmıyor! Irak'ta gösteriler artıyor, sizde ses soluk yok. Ama Libya...

Üstelik Libya'da daha doğmamış, cenin halinde bir halk ayaklanması vardı. Bölge devrimlerinin, dünya devriminin bir parçası olarak mayalanıyordu siz oraya el atıncaya dek. Paralı askerlerinizi gönderdiniz. Silahlar gönderdiniz. Londra'da lüks salonlarda o paralı askerlerinize kararlar aldırdınız. Tıpkı, ama tıpkı Kosova'da UCK denen kiralık katiller sürünüz gibi. Sonunda ortalığı kana buladınız. Sizin derdiniz Kaddafi bile değildi. Ne derdiniz olacaktı ki onunla? Aranız gayet iyiydi.

Kaddafi, özellikle 2003'ten beri, yani Saddam'ın tepesine pek özgürlük aşığı siz efendilerin çöktüğü andan beri, bizzat sizin en yakın müttefikinizdi. “Sarkozy'nin seçim parasını ben verdim” diyebilecek kadar bir yakınlık kurmuştu hem de. Libya emekçileri, özellikle bu tarihten sonra devreye giren IMF programlarıyla cehennem azabı yaşıyordu. Bu tarihten sonra geliştirdikleri ilişkiler sonucu Libya, ABD'nin “terörü destekleyen ülkeler” listesinden çıkarılmıştı. Kaddafi, kendi geçmişine sırt çevirdikçe siz emperyalist efendilerden daha büyük kabul görmüştü. Sizin açınızdan onun kötü ünlü geçmişi (petrolü millileştirmesi başta olmak üzere, o yılların şartları sonucu “Bağlantısızlar”dan oluşu vb.) kuşkusuz unutulmuş bir mevzu değil. Affetmeyeceğiniz de biliniyor. Ama özünde bir anti-komünist olan Kaddafi'nin (ve tüm Baas rejimlerinin) tepesine bomba yağdırmaya sebep olmaz bu hisleriniz. Öyle ya, sizin dünyanızda “nothing is personal”!

Petrol? Kuşkusuz onun paylaşım oranları ile ilgili sorunlarınız var. İlişkiler ne kadar yakın olursa olsun, ipleri doğrudan ele almanın sizin açınızdan elzem olduğu bir çağdayız. Tam ilhak çağındayız. Bu açıdan petrol kuşkusuz son derece önemli Libya meselesinde. Evet, kabul. Ama tek sebep bu değil.

Siz, siz... bölge halklarının kendi geleceklerini ellerine almaya başlamasından korktunuz asıl. Arap halklarının başlattığı devrimlerden korktunuz. Bir karabasan gibi çöktü üzerinize. Doğrudan bu devrimlere saldıramadınız. Ne Tunus''ta, ne Mısır'da. Tam tersine oralarda devrim yangınından mal kurtarmaya çalışmak, düzeni yeniden kurmak, restore etmek gibi bir sorununuz varken, nasıl saldırabilirdiniz ki oralara. Ya da Yemen'de adamınız Salih acımasızca kan dökerken, tam da sizin adınıza devrime karşı savaştığına göre, neden onu devirmek isteyesiniz. Veya Bahreyn'deki “kraliyet ailesi” sizin adınıza mücadele ediyorken...

Füzeleriniz Kaddafi için değil, devrimleri engellemek için uçuşuyor şimdi havada. Savaş jetleriniz halkların bilincindeki ve yüreğindeki devrim karargahlarını vurmak için bırakıyor bombalarını. Sizin işiniz Kaddafi ile değil. Ne de asıl olarak petrol ile. Bu, Rusya ve Çin'in de BM önüne “uçuşa yasak bölge” ve “istila hariç tüm önlemleri alma hakkı” veren karar önergesi geldiğinde neden “veto kartı”nı kullanmadığını açıklıyor işte. Devrim, hepsinin yüreklerine gerçek korkuyu salmış.

Fidel Castro, Libya'daki olayların daha başında, Şubat ayında ABD ve NATO'nun niyetinin Libya'yı işgal etmek olduğunu söyledi. “Benim için bir şey kesin, o da Birleşik Devletler Libya’daki barışla tamamıyla ilgisiz olduğundan ve NATO’yla birkaç saat ya da birkaç gün içerisinde bu zengin ülkeye saldırı izni vermekte tereddüt etmeyecektir.” diyordu 21 Şubat'taki yazısında.

Göz göre göre yeni bir savaş başladı. Keşke yanılsaydın Comandante!

Sinan KALELİ

19 Mart 2011