Sınıflar savaşı en acımasız savaş. Diğer savaşlara benzemiyor. Barış, huzur, dinginlik hak getire! Hasımlardan biri tamamen yenilmeden, o savaşı yaratan toplumsal yapı kökten değiştirilmeden sona ermiyor. Her çarpışma, kendinden sonraki çarpışmalara alan açıyor, yön veriyor. Yerine göre şiddeti artan ya da azalan seyir içinde soluksuz devam ediyor bu savaş. Ta ki son noktaya, o sınıfları vareden toplumsal ilişkilerin kökten değişmesi gerçekleşene kadar.

Orta yol yok. Uzlaşmak, yarı yolda durmak, “barış içinde yaşamak” yok. Ya ileri, ya geri! Bolivarcı Venezuela bunun en güzel örneği.

Her devrimin kendi tarihsel ve toplumsal dokusu, kendi çağı vardır. Her devrim özeldir. Ve bir o kadar da evrensel. Venezuela’da Chavez liderliğinde yola koyulan devrim, kendine has evrelerden geçti.

Dünya devrimi dalgasının Latin Amerika kıyılarına vuruşu, halkçı-demokratik yönetimler şeklinde oldu bu yüzyılda. Uzun gerilla savaşlarının ve toplumsal mücadelelerin birikimi, Latinlerde, 90’ların sonundan ve bu yüzyılın başından beri seçimle, parlamentoyla bir yol açtı kendine. Zora dayalı mücadelelerde oluşan gerileme, bu kulvarda ilerlemeye dönüştü. Elbette yanılsamaları da beraberinde taşıyarak... Konjonktürel durumdu oysa burada sözkonusu olan. Her denge gibi kırılgan ve geçici idi, dönemseldi. Seçimler ve parlamento ile ateşlenecek de olsa, her devrimin, ya da devrim doğrultusunda atılacak her adımın büyük çatışmalara, altüst oluşlara sebep olacağını, zor araçlarına kapıları ardına kadar açacağını bilmek ve kabul etmek gerekiyordu.

Nitekim daha işler oraya ulaşmadan harekete geçti emperyalistler ve işbirlikçileri. 11 Nisan 2002 darbesi gerçekleştirildi ve Chavez bir askeri üsse götürülüp tutsak edildi. İbretlik bir hikaye idi doğrusu! Her şeyin bittiği yerde devrim küllerinden doğacaktı, başkanlık sarayını kuşatan yüzbinlerce yoksul emekçi sayesinde. Silahlara karşı yürüyen, ölümler pahasına geri çekilmeyen yoksul Venezuelalılar darbeyi püskürttü, Chavez’i yeniden iktidar koltuğuna oturttu.

“İşte o andan itibaren kendimi yoksullara adamaya karar verdim” diyecekti comandante Chavez. Ve o yoksulların desteğiyle ileri adımlar attı. Ürkek, kararsız, sonuna kadar gitmeyen adımlardı bunlar, ama ilerlemek için atılan adımlardı.

Bolivarcı iktidarın “21. yüzyıl sosyalizmi” dediği yönelim, tüm aksamalarına, kararsızlıklarına rağmen sermaye için tehdit idi ve eninde sonunda sert kapışmalara varmak zorundaydı. Öyle de oldu. Sabotajlar, darbe girişimleri, suikast girişimleri, yaptırımlar bitmek bilmedi. “Ülkeyi iç savaşa sürüklememek” adına tutulan yolun kendisinin bir iç savaş olduğunu göremedi bir türlü Bolivarcı yönetim. Ne comandante Chavez, ne de sonrasında başkan Maduro.

Karşı-devrimin iki ayağı var. Biri uluslararası sermaye, emperyalizm; diğeri Venezuela burjuvazisi, işbirlikçi sermaye. Bolivarcı yönetim emperyalistlerin elindeki sanayi tesislerini millileştirdi, kamu alanında işçi ve emekçilerin durumunu iyileştirmeye dönük başarılı adımlar attı. Eğitim ve sağlık hizmetlerinde devasa mesafeler katetti. Halkı doğrudan sürece dahil ederek devrimin demokratik (halkçı) karakterini güçlendirdi. Bugün sayısı 2 milyona ulaşan Bolivarcı milis örgütlenmesini yarattı. Ama ekonominin yaklaşık %80’ini burjuvaların elinde bıraktı. Ülke içindeki medyanın tamamına yakını karşı-devrimin elinde kaldı. Sabotajlar, suikastler düzenleyen, darbelere teşebbüs eden “muhalefet” üzerine kararlılıkla gidilmedi. Çoğu zaman tutuklanmadı bile.

Güçler dengesi denilen şey dinamiktir. Bazı durumlarda yapmanız gereken doğruları yapamayabilirsiniz. Devrimin egemenliğini en otoriter araçlarla sağlamanız gerektiği anlarda bile iç ve dış koşullar buna mani olabilir. Mümkündür. Ama bunu yapabilecek şartlar varken yapmazsanız, kukla Guaido örneğinde olduğu gibi çapsız ve ülke içinde köksüz odakların emperyalist saldırganlığın koçbaşı olarak rol oynamasına mani olamazsınız. Ve hatta işler öyle kritik bir noktaya gelir ki, ülke içindeki güçler dengesi açısından kesinlikle neredeyse silinmiş durumda olan böyle bir kukla, ülkeyi askeri işgal ve yıkımın eşiğine getirebilir, aleni darbeler tezgahlayabilir, ülke dışındaki tüm mal varlığınıza konabilir, hatta büyükelçiğinize el koyabilir, siz ise artık hiçbir şey yapamaz hale gelebilirsiniz!

Venezuela’daki kapışma artık bıçak sırtı dengeler üzerinde gidiyor. Bolivarcı devrim ülke içinde yığınlar nezdinde güçlü. Ekonomik yaptırımlar ve ablukanın yıkıcı etkilerine rağmen toplumsal yatırımlar 2018 yılında düzenli bir şekilde artarak bütçenin %74.7’sine ulaştı. Son yirmi yılda eğitime yapılan yatırım 20 kat, sağlığa 25 kat, konut edindirmeye 27 kat, toplumsal gelişmeye 17 kat, kültür ve sosyal iletişime 23 kat ve bilim ve teknolojiye 38 kat arttı. Karşı-devrimciler ise özellikle 30 Nisan sonrasında daha da güçten düştüler. Ama emperyalist kuşatma, işgal tehdidi, akbabalar gibi bekleyen piyon devletler büyük tehdit! “Muhalefetin gücü” denilen şey işte buradan geliyor.

Bolivarcı devrim geçmişteki “demokrasicilik oyununun” faturasını şimdi bu kuklalara gerekli dersi verememekle ödüyor. Şimdi artık dengeler değişmediği sürece “diplomasicilik oyunu” oynamak zorunda. Rusya’nın ağırlığını koymasıyla işler bu alana kayıyor.

Rusya, askeri istilayı engellemek için BM’de grup oluşturmayı planladığını belirtmişti. Ardından Oslo’da kukla Guaido'nun temsilcisi senatör Stalin Gonzalez ile Venezuela İletişim Bakanı Jorge Rodriguez başkanlığında heyetler görüştü. Müzakere için altyapı görüşmeleri olarak nitelendi bu. Asıl sürpriz ise Maduro’nun Uluslararası Temas Grubu ile başkanlık sarayında görüşmesi oldu. Miranda eyalet valisi Hector, Gandi’nin “Barışa giden yol yoktur, barışın kendisi yoldur” sözünü aktararak “İşte daima diyalogtan bahsetmemizin nedeni!” diyordu twitterda. Oysa tehditler, yaptırım açıklamaları, parmak sallamalar, sabotaj ve saldırılar kesintisiz sürüyor! 5 Mayıs’ta Karakas’ta, Venezuela Birleşik Sosyalist Parti (PSUV) St Agustin binası kundaklanmış ve “Kahrolsun Kolektifler” notu bırakılmıştı. Son darbeyi takiben 1400 askeri personel Kolombiya’ya sığındı. Orada bir vurucu güç hazır bekletiliyor.

Kısacası Gandicilik oynayacak bir ortam bulunmuyor. 30 Nisan başarısızlığından sonra güçler yeniden konumlanıyor. Karşı-devrim bir sonraki çatışma için hazırlıklar yapıyor.

Bolivarcı devrim mi? Çavistalar arasında politik bilinç ve uyanıklık gelişkin. “Devrimci sürecin duralaması”na dikkat çekip ayak sürüyenlere güvensizlikle dolular. Kendi güçlerine güvenerek konuşuyorlar: “Daima bu anın geleceğini biliyorduk, er ya da geç, imparatorlukla karşı karşıya gelecektik. Suikastten başkanı tutsak etmeye, Bolivarcı Ulusal Orduyu bölerek iç savaş çıkarmaya, Kolombiya sınırına yığdıkları paralı askerler üzerinden Suriye türünde senaryolar yaratmaya kadar... onlardan her şey beklenir. [Ama] Venezuela diktatörlerin kanını dökerek özgürleşme geleneği taşıyan bir ülkedir!”

Dünya emekçilerine umut veren şey bu politik bilinç ve kararlılıktan başka nedir ki!

Sinan KALELİ