Venezuela’da emperyalistlerin karşı-devrim planları bir üst aşamaya taşındı. Önce hükmünü yitirmiş meclis başkanı kendini başkan ilan etti. ABD başkanı hemen onu başkan olarak tanıdı. Bu bile planın bir Washington planı olduğunu göstermeye yetiyor. Ardından Fransa, Kanada... emperyalistler sıraya girdi. Derken askeri darbe girişimi başladı. Daha ilk adımında bastırıldı bu girişim. Hesap basit idi aslında. Bir kukla başkan ortaya çıkacak, ordu içinde az buçuk bir destek bulacak, emperyalist baskılar yoğunlaşacak, hatta bu kuklanın çağrısıyla emperyalist askeri işgalin kapısı aralanacak!

Benzer hesaplar 1961’de Küba için de yapılmış, CIA organizasyonuyla ABD donanma gemileri Florida’dan karşı-devrimci Kübalıları Domuzlar Körfezi’ne çıkartmıştı. Orda da hesap buydu. Küçük bir kara parçasını tutacaktı karşı-devrimciler. Hükümet ilan edip ABD’yi desteğe çağıracaklardı. Ama olmadı. Küba halk ordusu bu güruhu hızla ezdi. Planlar boşa çıktı.

Şimdi Venezuela’da gördüğümüz oyun da buna benziyor. Ama arada pek çok farklar da var. Her şeyden önce Maduro ve PSUV, Fidel ve KKP değil. Sosyalist eğilimli demokratik bir yönetim. Kararlı adımlar atmaktan uzak, arafta bir durumu var. Venezuela Küba değil.

Uzun süre önce bütün karşı-devrimci girişimlerin odağı haline gelen eski meclis, yeni Kurucu Meclis seçildikten sonra da varlığını korudu. Oysa derhal dağıtılması gerekiyordu. PSUV ve Maduro, “demokrasicilik oyununa” izin vermekle en büyük hatayı yaptı.

Karşı-devrim, Chavez döneminden beri askeri darbe, ekonomik sabotaj, cinayetler, her türden terör eylemi, askeri sabotaj, suikast girişimleri... her türden yöntemi kullanıyordu. Emperyalizmin yoğun desteği altında örgütlenen, mali, askeri ve teknolojik olarak desteklenen, emperyalist basın tarafından dünya kamuoyunda propagandası yapılan “muhalefet” Bolivarcı devrimi boğmak için yoğun faaliyet içindeydi. Tüm bunlara rağmen seçimleri kazanamadı. Yoksul kesimlerin güçlü desteğini alan hükümeti deviremedi. Bunun üzerine son hamlesini yaptı karşı-devrim. Önce hükümsüz meclisin başındaki adama “başkanlık yemini” ettirdiler, ardından bu kuklayı “yasal başkan” olarak tanımaya giriştiler. Bu alenen emperyalist bir darbe demekti. Ordu mevcut durumda yasal başkan Maduro’ya desteğini açıklamış olsa da emperyalistlerin bu hareketi bir darbe demektir! İşi o boyuta taşıdılar ki, yasal hükümetin ABD ile diplomatik ilişkileri kestiğini açıklamasına ve ABD diplomatik misyonunu “istenmeyen kişi” konumuna düşürerek 72 saat içinde ülkeyi terketmesini istemesine rağmen, “sizi tanımıyoruz” diyerek ülkeyi terketmeyeceklerini açıkladılar. Bu, her türlü uluslararası hukukun ve kuralın ayaklar altına alınması demek. İlan edilmemiş bir savaş demek.

Mevcut durum kırılgan. Bu şekilde devam etmesi mümkün değil. Bolivarcı yönetim işlerin bu noktaya gelmesine izin vermekle yanlış yaptı. Kitle tabanı güçsüz de olsa ikinci bir iktidarın varlığına izin vermek onun en büyük hatasıydı. Şimdi o gedikten soktukları kamayla yarığı genişletmeye uğraşıyor emperyalistler.

Bolivarcı iktidar tüm devrim güçlerini harekete geçirerek, Bolivarcı milisleri sokaklara çıkararak, hükümsüz meclisteki tüm karşı-devrim odaklarını tutuklayarak ve uluslararası arenada alabildiği tüm destekleri alarak kararlı şekilde ileri adım atmak zorunda. Venezuela Komünist Partisi de, işçi örgütleri de Bolivarcı iktidara desteklerini açıkladılar, darbeye karşı sokaklara çıktılar. Bu aşamada Bolivarcı devrim ya darbenin siyasal ayaklarını ezer ve dağıtır ya da emperyalist işgali de içeren karşı-devrimci hamlenin sonuçlarına katlanır. Orta yol yok! Kelimenin gerçek anlamında araftan geçiyor devrim. Bunca yıl iktisadi alanda üretim araçlarının toplumsallaştırılmasına, özel mülkiyetin zoralımına yönelmeyen, düşmanının hayat damarlarını kesmeyi göze alamayan devrim, artık keskin bir yol ayrımında. Siyasal alandaki kırılgan güç dengeleri daha fazla mevcut tarzda gidilemeyeceğini gösteriyor. Ya ileri, sosyalizme yürünecek, ya da yenilgi kaçınılmaz olacak. Sokakları dolduran yüzbinlerce çavista, geleceğe güvenmemiz için güçlü bir neden sağlıyor.