Krizin yakıcı sonuçları, yıkıcı etkileri emekçi yaşamları sarstıkça, işçi eylemleri de yaygınlaşıyor. Dağınık, birbirinden bağımsız, kendiliğinden ve çoğunlukla küçük-tekil hareketler şeklinde yayılıyor işçi eylemleri. Tek tek ele alındığında onun zayıflığını, sınırlılığını gösteren bu özellikler, bir bütün olarak ele alındığında hareketin köklü sebeplere dayandığının ifadesidir, onun güçlülüğünün göstergesidir. Hareketi yaratan nesnel şartlar tüm toplumu derinden etkiliyor.

Sanayi durma noktasına gelmiş, organize sanayi bölgelerinde kapatılan işyerlerinin haddi hesabı yok, konkordatolar havada uçuşuyor... Kısa dönemde işsiz kalanların sayısı milyonu aşmış durumda, ücretler ödenmiyor, emekçi aileler dipsiz uçurumlara yuvarlanıyor, çıkışsızlık hissi tüm işçilerin boğazında bir kıskaç olmuş... Küçük işletme sahipleri, esnaflar, küçük üreticiler bölükler halinde iflas ediyor, ödenemeyen kredi borçları dağları aşmakta... Birbirinden kopuk, dağınık, ayrı, tekil hareketlerin ardında tek bir ortak etmenler topluluğu var. Bu ortak nokta, hareketin “nesnel birliğidir” ve yaygın, dağınık hareketlerin bilinçli birleşmesinin de nesnel zeminini sunuyor. Umutsuzluğun ardındaki umut, güçsüzlüğün ardındaki hakiki güç, çıkışsızlığın tek çıkış kapısı! Tüm toplumsal kesimler adeta adım adım harekete geçmeye zorlanıyor.

Krizin bu yönünü bir türlü görmek istemeyenler, “somut talepler” etrafında kampanyalar örgütlemeyi temel politik faaliyet olarak ele alıyorlar. Tek tek taleplerin her biri veya topluca hepsi, bir avuç kırıntıdan başka bir şey değil! Üstelik bu her bir talep için esaslı bir kavga verilmesi gerekiyor. “İşten atmalar yasaklansın” türünden kapitalizm koşullarında bir geçerliliği ve gerçekleşebilirliği mevcut olmayanlar bir yana, “ortalama kitle bilinci” tarafından benimsenebilir talepler listesi üzerinden bir “hareket yaratma” anlayışı, bu kampanyaların temel dürtüsüdür. 47’ler de, onlar dışında kalan diğer “faturacılar” da aynı anlayışla hareket ediyorlar. “Yaratılacak hareket” mevcut şartlar altında bu taleplerin ötesine geçmek zorunda ama, “hareketi yaratma” hedefiyle politik faaliyet yürütenlerin hiçbiri, hiçbir güncel belgelerinde, bu hareketin hızla evrilmek zorunda olduğu alana dair tek bir düşünce ileri sürmüyor. Bir bütün olarak sistemin dışına çıkmayı tümden bıraktılar bir kenara. Siyaset denince pespaye bir parlamentarizm, pratik alanda bayağı ekonomizm ve reformizm... Düşünce ufukları kırıntıları aşmıyor!

“Burjuvazinin siyasal bir parti değil, egemen sınıf olduğunu unuttular.” Her alanda sistemin tam karşıtını oluşturmaları gerektiğini unuttular. Sistem içinde güçlenerek, “mevzi savaşı” vererek yürünecek yolun yine sistemin çeperlerine hapsolacağını anlamadılar. Bu yüzden sınıf bilinçli işçilere çağrıları yine sistem içi kırıntılar düzeyini aşmıyor.

Oysa geniş işçi emekçi kesimler açısından hükümetin ve devletin doğrudan sermaye sınıfına hizmet eden bir araç olduğu, her geçen gün ayan-beyan hale geliyor. Salt bir “AKP karşıtlığı” ile sakatlanmış düşünce, işçi kitlelerin gerisinde kalmış durumda. “AKP’yi seçimlerde geriletmek” vb. parlamenter budalalıkla malul şiarlar, “krizin faturasını onu yaratanlar ödesin” türünde içi kırıntılarla doldurulan soyut gevezelikler, “temsili demokrasiye” boş iman ve inan bugün işçi hareketinin önündeki en önemli engellerdir. Oportünist sosyalizm her kanaldan bu geri düşünceyi taşıyor işçi ve emekçilere.

Sınıf bilinçli işçiler için günün acil ve somut görevi, her tarafından dökülmekte olan burjuva düzenin ve onun tüm “kutsal kurumlarının” aşılmak zorunda olduğunun, mevcut krizin bunun için önemli bir fırsat sunduğu gerçeğinin işçi sınıfının daha geri kısımlarına anlatılması, açıklanması ve kavratılmasıdır; çökmekte olan “temsili demokrasi”den çok daha gelişkin olan işçi demokrasisinin, işçi konseyleri düzeninin propagandasının yapılması, bunun gerekliliğinin, zorunluluğunun ve kaçınılmazlığının her sıradan işçiye kavratılmasıdır; dillerinden “demokrasi” sözünü düşürmeyip, aksi halde iç savaş ile tehdit edenlere, Rosa’nın dilinden “kârlar söz konusuyken, özel mülkiyet hakikaten tehlikedeyken, demokrasiyle ilgili her türlü rahat konuşmalar bir anda bitiverir. (...) Devrimin alanından çıkarmaya çok hevesli oldukları iç savaştan kaçılamaz. Çünkü iç savaş sınıf savaşının başka bir isminden başka bir şey değildir. Sosyalizme sınıf savaşı dışında varılabileceği düşüncesi gülünç bir küçük-burjuva anlayışıdır” diye karşılık vermektir.

Devrimden başka çıkış yolu yoktur. Sermaye egemenliğinin yıkılmasından başka çıkış yolu yoktur. Üretim araçlarını, toprağı, sermayeyi toplumun mülkiyetine almadan kurtuluşun yolu yok. Devrimci öncü işçilerin bu gerçeği anlamaları ve emekçi sınıflara kavratmaları günün acil görevidir.

Sınıf bilinçli işçilerin güncel ve yakıcı görevi, bu düzeni zor yoluyla yıkmaya mecbur olduğumuzu bıkmadan usanmadan anlatılmak; bu baskıcı diktatörlük karşısında polisin ve ordunun lağvedildiği, bizzat silahlanmış işçi ve emekçilerin örgütlü gücüne dayanan, her tür siyasal ve örgütlenme özgürlüğünün önünün açıldığı siyasal demokrasinin kazanılması gerektiğinin açıklanmak; sermaye egemenliğine, üretim araçlarının kişilerin özel mülkiyetinde kalmasına son verilmeksizin, işsizlik illetinden ve kaderinden kurtulamayacağımızı her sıradan işçiye kavratılmaktır.

Görev, devrimin kendiliğinden genişleyen “kitle tabanına” tarihsel görevlerin aktarılması, devrim cephesinin bilinç, örgütlülük ve hazırlık olarak tarihsel görevi omuzlayacak düzeye çıkarılmasıdır. Krizin güçten düşürmekte olduğu hasmını yenmek için uygun zaman ve koşulları kollayan devrimci proletarya, bu açıklama ve propaganda faaliyeti ile saflarını güçlendirmek, pratik hazırlıklarını tamamlamak zorunda.

Devrimden başka kurtuluş yolu yok! Ve düzenin içinde bulunduğu ekonomik ve politik kriz şimdi bize kurtuluş imkanını veriyor. Bu gerçeği, Türkiye ve Kürdistan emekçi sınıflarına yoksullarına bıkmadan, usanmadan anlatmalıyız.

Günün yakıcı, can alıcı görevi budur.