"Yeltsin Ayaklanmayı Ezdi!" 5 Ekim 1993 tarihli The Guardian başlığı böyleydi. Günümüz okuru için çok uzak bir döneme ait bu başlık, Sovyetler Birliği’nin dağıtılması sonrası iktidar mücadelesinde keskin bir virajın dönüldüğü tarihe ait. 3-4 Ekim 1993’te “Beyaz Ev”(Halk Temsilciler Kongresi ve Yüksek Sovyet) direnişinin kanla bastırıldığı olaylara atfen atılan manşet. Batı’nın “özgürlük ve demokrasi” konusundaki görüşlerinin hakiki özünü çırılçıplak yansıtan onlarca manşetten sadece bir tanesi!

Başka neler mi var? Mesela Yeltsin’i kanka edinen ABD başkanı Oval Ofis’in meşhur Bill Clinton’ının katliamı alkışlayıp pazarlayan incileri: “Şu açık ki çatışmayı muhalifler başlattı, Başkan Yeltsin’in düzeni sağlamaya çalışmak dışında bir seçeneği yoktu. ABD Yeltsin’i destekliyor çünkü o Rusya’nın demokratik seçilmiş lideri.” Mesela İngiltere başbakanı J. Major’ın katliamın üstünü örtüveren “Şu an gereken şey olağan düzenin tesisidir ve Ruslar Kasım’da yapılması planlanan seçimleri gerçekleştirmelidir” sözleri.

Hemen tüm Batı basınında mesele bir “Anayasa krizi” olarak anlatılıyor, “suçun reform karşıtlarında olduğu” söyleniyordu. Komünistler hedef tahtasına oturtuluyordu. İşin ironik yanı, aynı “Batı basını” yıllar yıllar sonra Yeltsin’in bu katliamının “Rusya’da demokrasinin ölümü” anlamına geldiği ve “perdeyi Putin diktatörlüğüne” açtığını söylemekten utanmayacaktı.i Oysa o günlerde bizzat “Ayyaş Ayı”nın (Yeltsin) “bir savaşa hazırlanmış değildik. Bu çatışmayı başlatanlar suçludur asıl. Onlara af sözkonusu olamaz çünkü barışçıl insanlara el kaldırdılar sözleri haber bültenlerini ve manşetleri süslüyordu. Yaklaşık 2000 kişinin katlinden sorumlu (resmi rakam 123 kişi) zat tüm dünyaya övgülü sözlerle pazarlanıyordu.

İktidar Savaşları

Gerçekte olan iktidar savaşının ikinci raundu idi. Gorbaçov yönetimiyle başlayan karşı-devrim, Soyuz Grubu’nun başarısız 19-22 Ağustos 1991 müdahalesi sonrasında Yeltsin’in iktidara gelişiyle sonuçlanmış, referandum sonuçlarına ve anayasaya aykırı olarak bu güruh SSCB’nin lağvedilmesine karar vermişti. Daha öncesinde Baltık cumhuriyetlerinin ayrılmasıyla başlayan süreç, SSCB’den geri kalanların da resmen ayrı devletler haline gelmesiyle sonuçlandı. Karşı-devrimciler ellerine geçirdikleri politik iktidarı enerjik bir şekilde kullanmaya kararlıydılar ve emperyalistlerin tam desteğine sahip durumdaydılar.

Diğer taraftan Komünist Partisi’nde de yaygın bir çürüme olduğu açığa çıkmıştı. Gorbaçov ekibini başa getiren de, sonrasında komünist Soyuz grubunun müdahalesine karşı harekete geçen de aynı KP içinde kilit noktaları ele geçirmiş kişilerdi. Keza Kızıl Ordu’nun kilit noktalarında yuvalananlar da aynı şekilde Soyuz grubunun müdahalesini boşa çıkarmayı başarmışlar, Kızılorduyu hareketsiz bırakmışlardı. Böylelikle başlayan karşı-devrim hızla kritik aşamaya doğru yol aldı. İlk tasfiye dalgasının ardından “kapitalist reformlar” hızlandı. Yapılmak istenen kapitalizmin restorasyonuydu.ii

“Reformlar” etkisini hızla gösterdi. Rusya ekonomisi sürekli küçülmeye başladı. iii Bir sermaye birikimi (ve doğal olarak burjuva sınıf) olmadığı için işletmeler kuponlar karşılığı “halka dağıtılmaya” başlandı. Kısa sürede parti ve sovyet yönetimi içinden yozlaşmış gruplar işletmeleri ele geçirdi ve “yeni Ruslar” (oligarklar) türeyiverdi. Soyuz grubunun yenilgisini izleyen iki yılda korkunç bir yozlaşma, çürüme, yıkım gündeme gelmiş bulunuyordu. Karşı-devrimciler kapitalizme entegrasyon yolunda tüm ekonomiyi ve ülkeyi yıkıma uğratmaktaydılar. Bu girişimlerin sürtünmesiz bir ortamda gerçekleşmeyeceği açıktı. İpler geriliyor, sürtünme artıyor, taraflar hızla çatışmaya doğru yol alıyordu.

Yeltsin ve şürekası (İgor Gaydar’lar, Putin’ler ve diğerleri) vakitlerinin daraldığının farkındaydı. Adımlarını hızlandırdılar. Diğer taraftan Halk Temsilciler Kongresi ve Yüksek Sovyet onların bu adımlarını her defasında yavaşlatıyor, çıkardıkları yasaları geçersiz kılıyordu. Kongre ve Sovyet üyeleri 1990 yılında seçilmişlerdi. Önemli bir kısmı komünist partili, tarım emekçileri örgütü üyesi, işçi cephesi üyesi gibi devrimci unsurlardan, bir kısmı milliyetçi vb. olmakla birlikte Yeltsin karşıtı, bir kısmı Gorbaçov ekibinden ama yine Yeltsin karşıtı... idi. Ayyaş Ayı ve ekibi kesinlikle azınlıktaydılar. İcranın dümeninde Yeltsin vardı, ama güç Halk Temsilciler Kongresi’nde ve Yüksek Sovyet’teydi. Bu “ikili iktidar” durumu sona erdirilmeden kapitalizm yolcularının başarı şansı kelimenin gerçek anlamında sıfır idi. Ya bu duruma son verecekler ve ancak ondan sonra kapitalizmin restorasyonu yolunda şanslarını deneyecekler, ya da daha bu noktada yenilecekler ve tüm şanslarını yitireceklerdi.

Bugünden bakıldığında açıkça görülen bu durum, o günün Rusya’sında komünistler açısından bu denli net görünmüyordu. Henüz 3-4 Ekim acı dersini almamışlardı. 70 yıllık sosyalizmin unutturduğu sert sınıf savaşımlarının ilkelerini ancak bu acı dersle öğrenmeleri gerekecekti. Oysa 91 Ağustos’unda Soyuz grubunun müdahalesinden bu dersi edinmeliydiler.

Acı Ders

Yeltsin ile Kongre ve Sovyet arasındaki gerilim 93 Mart ayı boyunca büyüdü. Nisan’da referanduma gitti Yeltsin. Bu arada kararname ile “özel rejim” ilan etti. Federasyon Konseyi kurdu. Sovyet anayasasının 6. maddesi KP’ye sovyet toplumunun önderi konumu veriyordu. Aynı şekilde Halk Temsilciler Kongresi ve Yüksek Sovyet en üst organlar olarak yetkilendirilmekteydi. 1993 yılı 21 Eylül’ünde, “reformlar önündeki bu engelden kurtulmak” amacıyla Halk Temsilciler Kongresi ve Yüksek Sovyet seçimlerinin Kasım ayında yapılması doğrultusunda bir karar aldı. Bu karar açıktan Kongre ve Sovyet’in feshi anlamına geliyordu. Anayasal olarak Yeltsin’inin böyle bir yetkisi yoktu. Batı basının “anayasal kriz” diye yutturmaya çalıştığı şey işte buydu!

Tüm bu gerilimli ve sancılı dönem boyunca Yüksek Sovyet ve Kongre’de konumlanmış olanlar, gerçek güç ilişkilerinin yerine kurumsal güce güvenmekle ne denli büyük bir hata yaptıklarının farkında bile değildi. Onlar oyunun hala karşılıklı kararlar ve tasarılarla, yazılı metinler ve oylamalarla sürdürülebileceğini düşünüyorlardı. Gerçek güç sahiplerini, işçi ve emekçileri sokaklara çağırmak, gücü oradan devşirmek gerekirken mevcut anayasadaki kurumsal ilişkiye dayanmayı yeğlediler. Oysa hasımları bizzat bu anayasanın altını oyuyor, türlü oyunlara girişiyor, referandum yapıyor, Batı’nın muazzam desteğini arkasına alıyordu.

Yeltsin’in 21 Eylül kararlarına cevapları da yine aynı bildik tarzda oldu. Yeltsin’in kararını tanımayacaklarını açıkladılar. Sovyet başkanı Hasbulatov ve Yeltsin’in yardımcısı Rudskoy (ki her ikisi de Gorbaçovcu idi ve Soyuz müdahalesine karşı Yeltsin’le birlikte hareket etmişlerdi) başta olmak üzere harekete geçtiler. Yeltsin’in artık başkanlık görevini yürütemeyeceğini söylediler. O gün Beyaz Ev’in balkonunda Rudskoy, Yeltsin’in yerine başkanlık görevini üstlendiğini ilan etti. Gerçek güç ilişkilerini hesaba katmayan, sadece kağıt üzerindeki yasa maddelerine dayanarak sonuç alabileceğini sanan ne naif bir girişimdi bu! Daha sonra mahkemede savunmalarında kendilerinin hukuken haklı olduklarını söylerken bu ikili (bu arada hukuken gerçekten de haklılardı) emperyalistler ve iplerini tuttukları Ayyaş Ayı nasıl da gülmüştür bu zavallılık karşısında!

Yeltsin’in yanıtı Beyaz Ev’i kuşatmak oldu. Bu, kalkanlı-joplu toplum polislerinin kuşatmasıydı. Oyunun kuralını hasımlarına hatırlatıyordu. Öte yandan televizyon kanalından Yeltsin’in adamı İgor Gaydar halka çağrılar yaparak destek istiyordu. Anayasaya aykırı bir şekilde feshedilmek istenen ve köşeye sıkıştırılan Kongre ve Sovyet’in yapması gerekenleri Yeltsin ve ekibi yapıyordu!

Bu noktada Viktor Anpilov (daha sonra Rusya Komünist İşçi Partisi’ni kuracaktı) ve komünistler sahneye çıktılar. Beyaz Ev’in savunulması için çağrıda bulundular. Yeltsin ve ekibinin kolay zaferinin önüne çıkan en büyük engel de bu oldu. Emperyalistleri ve Ayyaş Ayı’yı uçurumun kenarına kadar getiren bir gelişmeydi bu. Binlerce komünist işçi, üstelik sadece Rusya’dan da değil, değişik cumhuriyetlerden de, Sovyet binasının önüne geldi. Polis barikatları kısa sürede aşıldı. Ardından televizyon binası ve Belediye Başkanlığı binaları ele geçirildi. İşin rengi bir anda değişmişti. Bu, direnişin ayaklanmaya dönüştüğü evreydi.

Yeltsin, orduya güvenemediğinden, terörle mücadele birimlerini (Alfa Timleri) ve İçişlerine bağlı özel birlikleri harekete geçirdi. Beyaz Ev tanklarla kuşatmaya alındı. Ayaklananların elindeyse sadece otomatik tüfeklerden başka bir şey yoktu. Gerekli zamanda gerekli yere güç yığamamışlar, işçi ve emekçi yığınları harekete sürükleyememişlerdi. Ve dünyanın gözü önünde canlı yayında tank ateşi başladı. Bu, karşı-devrimin Sovyet toplumuna ve tüm devrimci güçlere verdiği bir gözdağı idi. 3-4 Ekim 1993’te, iki gün boyunca sürdü bu manzara. Alevler yükseldi Beyaz Ev’den. Silah tarrakaları hiç susmadı. Hasbulatov, Rudskoy ve diğerleri teslim oldular. Tutuklandılar. O kanlı olayların olduğu gün elinde kızıl bayrakla meydan okuyan komünistlerin başında Anpilov’un görüntüsü yansıyordu tüm dünyaya. Teslim olmayan, savaşan... Rus komünistler, unuttukları kanlı iktidar savaşının ilkelerini bu acı dersle alıyorlardı. Moskova ayaklanması top atışlarının cehennem ateşleri içerisinde bastırıldı. Ayaklananlar kurşuna dizildi. Moskova metrosunda günlerce komünist avı sürdürüldü. Viktor Anpilov yoldaş 7 Ekim’de tutuklandı.

Nihayet Rusya’da komünist kalkışma ezilmiş, emperyalist-kapitalist dünyanın Rusya’yı tümden avuçlarına almasının yolu açılmıştı. Ayaklanmanın ezilmesinden sonra komünist gazeteleri kapattı Yeltsin. Rusya Komünist Partisi, İşçilerin Birleşik Cephesi gibi komünist örgüt ve partiler ve Ulusal Kurtuluş Cephesi gibi milliyetçi örgütler yasaklanırken Pravda’nın yayını durduruldu.

Bu katliamdan iki ay sonra yeni anayasa onaylanıyor ve başkana olağanüstü yetkiler veriliyordu. Yüksek Sovyet ve Halk Temsilciler Kongresi lağvedilmiş, yerine parlamento alt kanadı Duma ve üst kanat Federasyon Konsey’i kurulmuştu. Başkanın yetkileri karşısında bu kurumlar bir oyuncaktan başka bir şey değildi. Onların deyimiyle Kongre parlamentarizmin ve demokrasinin temsilcisi değil Sovyet sisteminin kalıntısıydı. Haklıydılar. Burjuva demokrasisinin temsilcisi değildi, parlamentarizmden daha üst bir organdı. Ve bu nedenle de ortadan kaldırılmalıydı.

Karşı-devrim kazanmış, siyasal iktidarı tam anlamıyla ele geçirmişti nihayet. Bundan sonra iktidarı bırakmaya hiç niyeti yoktu. O kadar ki, 1996 seçimlerinde komünist aday Zuganov, Yeltsin’den daha fazla oy aldığı halde, başta ABD olmak üzere emperyalistlerin açıkça sürece müdahalesi ile başkanlık koltuğuna oturamayacak, seçimin galibi yine Ayyaş Ayı olacaktı. Ve bu Ayyaş’ın kullanım süresi dolduğunda koltuğa genç, enerjik Putin geçecek, Rus egemen çevreleri rahat bir soluk alacaktı.

Sinan Kaleli

iSözkonusu yazı pek çok açıdan hakikatin itiraflarını içeriyor. Geçmişte itinayla gizledikleri gerçekler bir bir sıralanıyor. Bakınız WSJ
 
iiBu konuda Devrimci Emek, Sayı 6, Sayı 25 vd. bakılabilir. http://mucadelebirligi2.net/pdf/d_emek
 
iii Burada görüldüğü gibi 1990-1994 arası sırasıyla % 3, %5, %14,5, %8.7, %12.7 oranında küçüldü ekonomi.