“Bir varmış bir yokmuşla başladı bu masal / Karınca dediler / Yaz kış çalışırmış durmadan / Durmadan çalışırmış / Ağustos böceği dediler / Bir tembel, bir tembel ki sorma! / Çalışırken karıncalar durmadan / Otururmuş bir çiçeğin dalına / şarkı söylermiş.
Karınca çalışmış, / Çalışmış karınca hiç durmadan / Bir gün olsun geçmemiş aklından / Kaldırıp başını, bakmak şu gökyüzüne / Bir gün olsun geçmemiş aklından / Hep böyle ha babam çalışmak niye? / Yaşamak için çalışmak gerekirmiş de, / Niye bu işin hep çalışmak kısmı düşüvermiş / karıncaya / Sormazmış bile karınca.
Karıncalar çalışırken durmadan / şarkı söylermiş Ağustos böceği / şarkısını katmış dala, yaprağa, çiçeğe / Duymuş şarkısını onların / 'yaşamak' demiş / 'işte böyle güzel / işte böyle büyük / işte böyle ışıklı / güzel büyük bir şarkı! / Duydukça onu / Söyledikçe ona parlayan!'
Bahar yaza, yaz kışa dönmüş / Karıncalar çekilmişler yuvalarına / Ağustos böceği soğuktan titreyen elleriyle / Çalmış kapıları birer birer / 'dostlarım / ben sizin için söyledim şarkılarımı / kattım neşemi yorgun gününüze / şimdi soğuk hava / tir tir titriyor içim ayazda / almaz mısınız beni de yuvanıza'.
Kapanmış yüzüne kapılar birer birer... / 'Kim istedi senden çalıp oynamanı? / Çalışsaydın sen de bizim gibi durmadan / şimdi kalmazdın böyle ortada üryan!' / Hüzünle bükmüş boynunu Ağustos böceği / 'Ben' demiş / 'Vazgeçmem şarkı söylemekten / Kalsam da soğukta tir tir / Ölsem de şu karın altında açlıktan / Yaşamın şarkısını söyleyeceğim / Herkes sustuğunda bir gün / Ne sıcaklığı kalır şu yuvanızın / Ne de tadı ekmeğinizin'.
Bitirince sözlerini devam etmiş yoluna / Hiç bir kapıyı çalmadan bir daha / Gitmiş Ağustos böceği / Sonra birer birer gitmiş sesler / Son şarkı susmuş / Son neşe kırıntısı da silinmiş yüzlerden / Yine bahar gelmiş, yaz gelmiş / Çalışmaya devam etmiş karıncalar / Çalışmışlar durmadan / Durmadan çalışarak / Kovalamış mevsimler mevsimleri / Ama bir şey olmuş karıncalara / Anlam veremedikleri bir şey / Çalışmak daha bir zorlaşmış sanki / Ağaçların, çiçeklerin, yaprakların rengi / Daha bir soluk / Daha bir tatsızmış boğazlarından geçen lokmalar / Ve sessizlik bazen/ Sağır ediyor gibiymiş kulaklarını.
Sonra çok sonra bir gün / Yine ışıklı bir yaz günü / Bir ses duymuşlar uzaktan / Neşeli, rengarenk / Mutlu ve güzel / Kayıtsız kalamamış karıncalar/ Merakla yaklaşmışlar sese doğru/ 'İşte bu o Ağustos böceği!'
Karıncalar sesleri dinledikçe sarsılmışlar. Sesleri / dinledikçe anlamışlar neyi kaybettiklerini, o soğuk / kış gününde Ağustos böceğinin yüzüne kapattıklarında / kapıyı...”
Uzun, upuzun bir alıntı oldu bu Ağustos Böceği'nin öyküsü... Pandemi dolayısıyla işsiz kalan, geçinebilmek için müzik aletlerini dahi satmak zorunda kalan, başka işler aramak zorunda kalan sanatçıların, müzisyenlerin yaşadıklarını, eylemlerini, isyanlarını yazmak istediğimde aklıma düştü bu öykü... Ve nihayet buldum. Önsöz Dergisi'nin 5. sayısında yayınlanmış bir şiir imiş, yıllar önce okuduğum ve hafızama kazınan...
Belki normal zamanlarda hiç farkında bile değildik. Bir akşam yemeği yerken kulağımıza takılan ezgiler, dostlarla eğlenmek istediğimizde bağıra çağıra eşlik ettiğimiz, kalabalık cadde ve meydanlardan geçerken bizi neşelendiren müzisyenler... Konserler, tiyatrolar... dans, müzik, sahne... Belki “normal” yaşamımızda var olduklarını algılamayız bile, ama yoklukları...
Bir seneye yakın süredir yaşamımızda yok müzik, dans, tiyatro, konser, bale, opera... Müzikli bir yere gidip oturup müzik dinlemek, eşlik etmek, bir oyuna gidip izlemek, dans etmek, bir düğünde ya da eğlencede dostlarla gümbür gümbür halay çekmek...
Önce kendimiz kendimizi soyutladık kalabalık alanlardan virüs kaygısıyla, ardından yasaklar geldi... Zaten ekonomik kriz nedeni ile işçi ve emekçilerin, öğrencilerin çoğu, kültür-sanat alanlarından elini eteğini çekmiş ya da en aza indirgemişti. Ya da bundan mahrum kalmamak için pek çok ihtiyacından kısarak birkaç ayda bir tiyatroya gitmek, bir akşam dostlarla sohbet edip müzik dinlemek, senede bir veya daha seyrek konsere gitmek...
Pandemi sürecinde kısa bir dönem kalksa da yasaklar, pek çok şey yasaktı hala. Ve virüsün yayılma hızı insanların çoğunu uzak tutuyordu eğlence mekanlarından. Yasaklar ilk sanatı vurdu. Namazlarda, açılışlarda, AVM’lerde yayılmayan virüs nedense tiyatro, sinema, konser, müzikli ortamlarda ve eğlencenin başladığı gece saatlerinde yayılıyordu!..
Belki zorla çalıştırmalar, ücretsiz izinler, işten atmalar, açlık, salgın, ölüm bu kadar yaygın olmasaydı, işçi ve emekçiler varlık yokluk savaşına düşmese idi, “pandemi yasakları”nın çoğunun IŞİD yasaklarına doğru ilerlediğini fark edebilirdik, ama bu ayrı bir konu...
Taksim'de eylem yapan sokak müzisyenleri, “Sokakta müzik yapmaktan başka çaremiz yok” diyor. Taksim ve İstiklal Caddesi, neredeyse her on metrede bir müzik yapan, sokak performansı sergileyen sanatçılarıyla ünlüdür, bilinir. Her müzik zevkine hitap eder. Kimisi yardım toplamak için boyundan büyük performans sergilemeye çalışan çocuklardır, kimisi klasik müzikten yöresel ezgilere uzanan geniş bir yelpazede kulaklara ziyafet çeker. Kimi çok sayıda müzik aleti ile çalan gruplardır, kimisi bir bağlamasını, bir klarnetini ya da okul flütünü alıp gelmiştir oraya. Kimi çıkardığı albümünün tanıtımını ve satışını yapar, kimisi de sokaklarda çalarak ülke çapında üne kavuşmuştur bile.
Amerikan yerlilerinin ezgilerini de buluruz orada, Kürtçe ya da Arapça da dinleriz. Kimi kalabalık halkalar oluşturularak dinlenir, kiminde dans edilir, halay çekilir... Taksim bir örnektir. Hemen hemen her şehirde vardır böyle simgesel sokaklar. Sadece müzik mi, sokak performansları, pandomim, heykel sanatı vb. vb... Yoldan geçenlerin havasını değiştirir, birinde olmazsa diğerinde mutlaka durup dinler, eğlenir ya da hüzünlere dalarsın. Elbet bize böyle duygu katan sokak sanatçıları çok kazanmaz, ama topladıkları bahşişlerle günü idame ettirirler, evlerinde o gün için aç kalınmayacağını bilirler, yahut okul için, bir başka müzik aleti almak için biriktirirler...
Bugün “Sokakta müzik yapmaktan başka çaremiz yok” diyorlar tüm geçim kapıları yüzlerine kapanan
Ağustos Böcekleri
“Bir varmış bir yokmuşla başladı bu masal / Karınca dediler / Yaz kış çalışırmış durmadan / Durmadan çalışırmış / Ağustos böceği dediler / Bir tembel, bir tembel ki sorma! / Çalışırken karıncalar durmadan / Otururmuş bir çiçeğin dalına / şarkı söylermiş.
Karınca çalışmış, / Çalışmış karınca hiç durmadan / Bir gün olsun geçmemiş aklından / Kaldırıp başını, bakmak şu gökyüzüne / Bir gün olsun geçmemiş aklından / Hep böyle ha babam çalışmak niye? / Yaşamak için çalışmak gerekirmiş de, / Niye bu işin hep çalışmak kısmı düşüvermiş / karıncaya / Sormazmış bile karınca.
Karıncalar çalışırken durmadan / şarkı söylermiş Ağustos böceği / şarkısını katmış dala, yaprağa, çiçeğe / Duymuş şarkısını onların / 'yaşamak' demiş / 'işte böyle güzel / işte böyle büyük / işte böyle ışıklı / güzel büyük bir şarkı! / Duydukça onu / Söyledikçe ona parlayan!'
Bahar yaza, yaz kışa dönmüş / Karıncalar çekilmişler yuvalarına / Ağustos böceği soğuktan titreyen elleriyle / Çalmış kapıları birer birer / 'dostlarım / ben sizin için söyledim şarkılarımı / kattım neşemi yorgun gününüze / şimdi soğuk hava / tir tir titriyor içim ayazda / almaz mısınız beni de yuvanıza'.
Kapanmış yüzüne kapılar birer birer... / 'Kim istedi senden çalıp oynamanı? / Çalışsaydın sen de bizim gibi durmadan / şimdi kalmazdın böyle ortada üryan!' / Hüzünle bükmüş boynunu Ağustos böceği / 'Ben' demiş / 'Vazgeçmem şarkı söylemekten / Kalsam da soğukta tir tir / Ölsem de şu karın altında açlıktan / Yaşamın şarkısını söyleyeceğim / Herkes sustuğunda bir gün / Ne sıcaklığı kalır şu yuvanızın / Ne de tadı ekmeğinizin'.
Bitirince sözlerini devam etmiş yoluna / Hiç bir kapıyı çalmadan bir daha / Gitmiş Ağustos böceği / Sonra birer birer gitmiş sesler / Son şarkı susmuş / Son neşe kırıntısı da silinmiş yüzlerden / Yine bahar gelmiş, yaz gelmiş / Çalışmaya devam etmiş karıncalar / Çalışmışlar durmadan / Durmadan çalışarak / Kovalamış mevsimler mevsimleri / Ama bir şey olmuş karıncalara / Anlam veremedikleri bir şey / Çalışmak daha bir zorlaşmış sanki / Ağaçların, çiçeklerin, yaprakların rengi / Daha bir soluk / Daha bir tatsızmış boğazlarından geçen lokmalar / Ve sessizlik bazen/ Sağır ediyor gibiymiş kulaklarını.
Sonra çok sonra bir gün / Yine ışıklı bir yaz günü / Bir ses duymuşlar uzaktan / Neşeli, rengarenk / Mutlu ve güzel / Kayıtsız kalamamış karıncalar/ Merakla yaklaşmışlar sese doğru/ 'İşte bu o Ağustos böceği!'
Karıncalar sesleri dinledikçe sarsılmışlar. Sesleri / dinledikçe anlamışlar neyi kaybettiklerini, o soğuk / kış gününde Ağustos böceğinin yüzüne kapattıklarında / kapıyı...”
Uzun, upuzun bir alıntı oldu bu Ağustos Böceği'nin öyküsü... Pandemi dolayısıyla işsiz kalan, geçinebilmek için müzik aletlerini dahi satmak zorunda kalan, başka işler aramak zorunda kalan sanatçıların, müzisyenlerin yaşadıklarını, eylemlerini, isyanlarını yazmak istediğimde aklıma düştü bu öykü... Ve nihayet buldum. Önsöz Dergisi'nin 5. sayısında yayınlanmış bir şiir imiş, yıllar önce okuduğum ve hafızama kazınan...
Belki normal zamanlarda hiç farkında bile değildik. Bir akşam yemeği yerken kulağımıza takılan ezgiler, dostlarla eğlenmek istediğimizde bağıra çağıra eşlik ettiğimiz, kalabalık cadde ve meydanlardan geçerken bizi neşelendiren müzisyenler... Konserler, tiyatrolar... dans, müzik, sahne... Belki “normal” yaşamımızda var olduklarını algılamayız bile, ama yoklukları...
Bir seneye yakın süredir yaşamımızda yok müzik, dans, tiyatro, konser, bale, opera... Müzikli bir yere gidip oturup müzik dinlemek, eşlik etmek, bir oyuna gidip izlemek, dans etmek, bir düğünde ya da eğlencede dostlarla gümbür gümbür halay çekmek...
Önce kendimiz kendimizi soyutladık kalabalık alanlardan virüs kaygısıyla, ardından yasaklar geldi... Zaten ekonomik kriz nedeni ile işçi ve emekçilerin, öğrencilerin çoğu, kültür-sanat alanlarından elini eteğini çekmiş ya da en aza indirgemişti. Ya da bundan mahrum kalmamak için pek çok ihtiyacından kısarak birkaç ayda bir tiyatroya gitmek, bir akşam dostlarla sohbet edip müzik dinlemek, senede bir veya daha seyrek konsere gitmek...
Pandemi sürecinde kısa bir dönem kalksa da yasaklar, pek çok şey yasaktı hala. Ve virüsün yayılma hızı insanların çoğunu uzak tutuyordu eğlence mekanlarından. Yasaklar ilk sanatı vurdu. Namazlarda, açılışlarda, AVM’lerde yayılmayan virüs nedense tiyatro, sinema, konser, müzikli ortamlarda ve eğlencenin başladığı gece saatlerinde yayılıyordu!..
Belki zorla çalıştırmalar, ücretsiz izinler, işten atmalar, açlık, salgın, ölüm bu kadar yaygın olmasaydı, işçi ve emekçiler varlık yokluk savaşına düşmese idi, “pandemi yasakları”nın çoğunun IŞİD yasaklarına doğru ilerlediğini fark edebilirdik, ama bu ayrı bir konu...
Taksim'de eylem yapan sokak müzisyenleri, “Sokakta müzik yapmaktan başka çaremiz yok” diyor. Taksim ve İstiklal Caddesi, neredeyse her on metrede bir müzik yapan, sokak performansı sergileyen sanatçılarıyla ünlüdür, bilinir. Her müzik zevkine hitap eder. Kimisi yardım toplamak için boyundan büyük performans sergilemeye çalışan çocuklardır, kimisi klasik müzikten yöresel ezgilere uzanan geniş bir yelpazede kulaklara ziyafet çeker. Kimi çok sayıda müzik aleti ile çalan gruplardır, kimisi bir bağlamasını, bir klarnetini ya da okul flütünü alıp gelmiştir oraya. Kimi çıkardığı albümünün tanıtımını ve satışını yapar, kimisi de sokaklarda çalarak ülke çapında üne kavuşmuştur bile.
Amerikan yerlilerinin ezgilerini de buluruz orada, Kürtçe ya da Arapça da dinleriz. Kimi kalabalık halkalar oluşturularak dinlenir, kiminde dans edilir, halay çekilir... Taksim bir örnektir. Hemen hemen her şehirde vardır böyle simgesel sokaklar. Sadece müzik mi, sokak performansları, pandomim, heykel sanatı vb. vb... Yoldan geçenlerin havasını değiştirir, birinde olmazsa diğerinde mutlaka durup dinler, eğlenir ya da hüzünlere dalarsın. Elbet bize böyle duygu katan sokak sanatçıları çok kazanmaz, ama topladıkları bahşişlerle günü idame ettirirler, evlerinde o gün için aç kalınmayacağını bilirler, yahut okul için, bir başka müzik aleti almak için biriktirirler...
Bugün “Sokakta müzik yapmaktan başka çaremiz yok” diyorlar tüm geçim kapıları yüzlerine kapanan müzisyenler. Sadece sokak müzisyenleri değil, mekanlarda çalanlar da aynı akıbeti paylaşıyorlar. Çalıştıkları mekanlar kapatılan, yahut tam kendilerinin çalmaya çıkacakları saatte kapatmak zorunda bırakılan, müzik yapmaları engellenen müzisyenler, haftalar boyu pek çok merkezde eylemler yapıyorlar.
Çalamadıkları enstrümanları sokak ortasına bırakıyorlar, Taksim'de, Kadıköy'de, İzmir'de, Ankara'da, Mersin'de, Adana, Bodrum, Hatay'da... “Sanatın saati olmaz, Bu işten başka işimiz yok nasıl geçineceğiz” diyorlar, dinleyicilerini ve sahnelerini istiyorlar, sessizlik eylemi yapıyorlar. AVM'ler, camiler açık, fabrikalar son hız çalışırken, virüsü üreten ve yayan müzisyenlermiş algısı yaratılmasını protesto ediyorlar ve desteklenmek istiyorlar, “sanat yasaklanıyor” diyorlar.
Kültür sanat emekçileri "Bu Önlemler Virüsü Yaşatır Bizi Öldürür", "Virüsten Mi Ölelim Açlıktan Mı?", "Virüs Notayla Bulaşmaz", "3 Milyon Kişi İşsiz Kaldı Geçinemiyoruz" diyor haklı olarak.
Salgının başlamasından bu yana intihar eden müzisyenlerin sayısının 100'ü geçmesi -ki bu sadece bilinenler- durumun ciddiyetini gösteriyor bize.
Aralık ayının ilk günlerinde duruma bir çözümle geliyor devlet. Kültür ve Turizm Bakanlığı, salgından olumsuz etkilenen müzisyenlere “1000 TL destek” verecekleri bir proje geliştirdiklerini duyuruyor... Aylardır seslerini, çığlıklarını duyurmaya çalışan, müzik aletlerini, ekipmanlarını satarak hayatta kalmaya çalışan, pes edip çözümü intiharda gören müzisyenlerin alıp alacağı bu oluyor...
Belki herkese, Ağustos Böceği'nin hikayesini hatırlatmamız gerekiyordur. Yaşamlarımıza renk ve ses katan Ağustos Böcekleri olmazsa yaşamlarımızın ne kadar renksiz olacağını... Ve Karıncalarla Ağustos Böceklerinin ortak çalışıp, ortak mücadele etmesini sağlamak gerekiyordur belki... renkli, özgür günlere ulaşabilmek için...
Sibel Deniz
müzisyenler. Sadece sokak müzisyenleri değil, mekanlarda çalanlar da aynı akıbeti paylaşıyorlar. Çalıştıkları mekanlar kapatılan, yahut tam kendilerinin çalmaya çıkacakları saatte kapatmak zorunda bırakılan, müzik yapmaları engellenen müzisyenler, haftalar boyu pek çok merkezde eylemler yapıyorlar.
Çalamadıkları enstrümanları sokak ortasına bırakıyorlar, Taksim'de, Kadıköy'de, İzmir'de, Ankara'da, Mersin'de, Adana, Bodrum, Hatay'da... “Sanatın saati olmaz, Bu işten başka işimiz yok nasıl geçineceğiz” diyorlar, dinleyicilerini ve sahnelerini istiyorlar, sessizlik eylemi yapıyorlar. AVM'ler, camiler açık, fabrikalar son hız çalışırken, virüsü üreten ve yayan müzisyenlermiş algısı yaratılmasını protesto ediyorlar ve desteklenmek istiyorlar, “sanat yasaklanıyor” diyorlar.
Kültür sanat emekçileri "Bu Önlemler Virüsü Yaşatır Bizi Öldürür", "Virüsten Mi Ölelim Açlıktan Mı?", "Virüs Notayla Bulaşmaz", "3 Milyon Kişi İşsiz Kaldı Geçinemiyoruz" diyor haklı olarak.
Salgının başlamasından bu yana intihar eden müzisyenlerin sayısının 100'ü geçmesi -ki bu sadece bilinenler- durumun ciddiyetini gösteriyor bize.
Aralık ayının ilk günlerinde duruma bir çözümle geliyor devlet. Kültür ve Turizm Bakanlığı, salgından olumsuz etkilenen müzisyenlere “1000 TL destek” verecekleri bir proje geliştirdiklerini duyuruyor... Aylardır seslerini, çığlıklarını duyurmaya çalışan, müzik aletlerini, ekipmanlarını satarak hayatta kalmaya çalışan, pes edip çözümü intiharda gören müzisyenlerin alıp alacağı bu oluyor...
Belki herkese, Ağustos Böceği'nin hikayesini hatırlatmamız gerekiyordur. Yaşamlarımıza renk ve ses katan Ağustos Böcekleri olmazsa yaşamlarımızın ne kadar renksiz olacağını... Ve Karıncalarla Ağustos Böceklerinin ortak çalışıp, ortak mücadele etmesini sağlamak gerekiyordur belki... renkli, özgür günlere ulaşabilmek için...
Sibel Deniz