Bilgi... Evrensel ve kolektif mirasımız... ilk çağlardan bu yana insanlar bilgiye ulaşabilmek için kıtaları, ülkeleri, şehirleri katettiler. “İlim Çin'de de olsa gidip alınız” dediler ve hangi çağda hangi uygarlık daha gelişkin ise bilimsel gelişmeleri oradan aldılar. Matbaa, alfabe, para, kağıt, tıp, coğrafi keşifler, uzay... Artık bilim insanların-insanlığın ayağına gidiyor.
Öyle mi?
Önce matbaa idi, bilginin dağılım aracı, sonra radyo dalgaları, ses dalgaları oldu. Şimdi kıtaların, okyanusların altından fiber optik kablolarla, radyoaktif dalgalarla akıyor bilgi... Bu düzeye ulaşan bilgi üretiminin ya da bilgi paylaşımının egemenlerin yönetimi-kontrolü altına girmesi de kaçınılmaz oldu. Çağlar boyunca egemenler bilgiyi kendilerine hizmet etmesi ve kontrolleri altında olması için çabaladılar, olmayınca yok ettiler. Ancak bilgi her zaman bir yolunu bulup aktı... Her zaman kolektif dehayla büyüdü gelişti, her zaman insana ve insanlığa hizmet etti...
Günümüzde artık bilginin ulaşımı radyolar, gazeteler ve televizyonlardan çıktı, ortak erişim platformları olan internet üzerinden, bizim deyimimizle sosyal medya üzerinden yapılmaya başladı. Her birimiz artık egemen devletlerin, sermayenin sesi olduğuna emin olduğumuz televizyon, gazete vb'den ziyade sosyal ağlardan yayılan bilgiye güveniyoruz. Oradan yayılan bilginin sansürsüz, direk kaynağından geldiğini biliyoruz. Hatta öyle ki, bu sosyal ağların varlığını ya da kullanımını “özgürlük” ile eşanlamlı tutuyoruz.
Öyle mi?
İşletim sistemleri, programlar, yazılımların yanı sıra sosyal ağların, haberleşme, video paylaşım portalları, arama motorları, e-posta firmalarının tekel olduğunu ve dünyanın en zengin insanının-insanlarının elinde olduğunu bilmeyen var mı? Devletlerin, dev tekellerin ilgi ve ihtiyaçları doğrultusunda kullanıldığından, şekillendirildiğinden, aksi takdirde kapatıldığından, yasaklandığından, yok edildiğinden şüphesi olan var mı?
Son yaşanan örnekle başlayalım... Filistin'in ve mücadelesinin sesini dünyaya duyurmak için “ilk kadın uçak korsanı” olan Leyla Halid'in adını duymayan ya da sempati beslemeyen yoktur. Geçen on yıllarda halkların inancı ve güveni ile mücadelesinin meşruiyetini ispatlamış FHKC'li kadın devrimci, tüm Ortadoğu devriminin simgesine dönüşmüştü. Evet, Leyla Halid, 23 Eylül Çarşamba günü web tabanlı video konferans platformu Zoom üzerinden bir konferans verecekti.
Bu konferansta Leyla Halid, Güney Afrika apartheid karşıtı askeri lider Ronnie Kasrils, ABD'li eski siyasi mahkumlar Sekou Odinga ve Laura Whitehorn ve işgal altındaki Batı Şeria'daki Birzeit Üniversitesi Kadın Çalışmaları Enstitüsü müdürü akademisyen Rula Abu Dahou ile birlikte konuşacaktı.
Konferansın aynı anda facebook ve youtube üzerinden de canlı yayınlanması planlanıyordu. Ancak konferansa saatler kala Zoom, etkinlik için yazılımının kullanılamayacağını duyurdu. Aynı şekilde Facebook da “etkinlik”i kısıtladı.
Konferans belirlenen tarih ve zamanda youtube kanalı üzerinden başlasa da, kısa süre sonra video akışını kesen youtube, "Bu video, YouTube'un Hizmet Şartları'nı ihlal ettiği için kaldırıldı" bildirimini koydu ekrana... Biz devrimcilerin karşılaşmaya alışkın olduğu bir ekran görüntüsü, dünyaca ünlü devrimci kadın siyasetçiye, dünya çapında bir etkinlik için uygulandı!..
Etkinliğe fiili ev sahipliği yapan San Francisco Eyalet Üniversitesi'nden akademisyenler, bunu “Zoom'un yüksek öğrenimi ve müfredatı, sınıfların içeriğini kontrol etme girişimi" olarak adlandırıyor ve üniversite olarak buna boyun eğilmemesi gerektiğini söylüyorlar.
Etkinliği “anti-semitizm” olarak nitelendiren İsrailli milletvekilleri ve siyonist gruplar etkinliğe karşı 1 hafta öncesinden kampanyalar başlatmışlar, bu kampanyaya federal ve eyalet hükümetlerini dahil etmeye çalışmışlardı. Bunun "teröristler" için "maddi destek" oluşturacağını iddia etmişler ve Zoom’un genel merkezinin önünde protesto düzenlemişlerdi. Amerikalı Workers World Party de "Filistin Direnişini Sansürlemeyi Durdurun!" diyerek bir açıklama yaptı.
Evet, biz devrimciler, sosyalistleri paylaşımlarımızın kaldırılmasına, web sayfalarımızın, twitter, facebook hesaplarımızın kapatılmasına, sudan sebeplerle mail hesaplarımızın erişilememesine alışkınız, hangi ülkede olursak olalım. İnterneti, sosyal medya platformlarının kullanımını “ifade özgürlüğü” ya da daha genel olarak “özgürlük” ile eşdeğer tutuyoruz. Gözden kaçırdığımız nokta ise, bize sunulan bu “özgürlük”ün de aslında sermayenin iki dudağı arasında, pardon, klavyesinin ucunda olduğunu unutuyoruz. “Özgürce” kullanabilsek bile, paylaşımlarımızın hedefine ne kadar ulaştığının ya da ulaşamadığının bizim dışımızda kontrol edildiğini unutuyoruz.
Örneğin Çin'in özgürlüğü sorgulanırken, sosyal medya yasakları ile eş tutulur, paylaşımları kimlerin, nasıl, ne amaçlarla yapıldığına bakılmaksızın. Kore DHC'ne bakıp, “youtube, twitter, netflix yoksa özgür değil” denir, ABD ambargosundan bu şirketlerin o ülkeye yanaşmamasına bakılmaksızın. “Falanca uygulama neden Küba'da çalışmıyor, hani özgürlükler ülkesi idi” denir, yine ABD'nin uyguladığı yasaklama ve ambargolara bakılmaksızın. Hatta radyoların, dünya çapında Kübalı gazetecilerin sosyal medya hesapları kapatılır, devlet başkanı önemli açıklamalar yapacağı saatlerde...
Bunlar yetmez, emperyalizmin “renkli devrimleri” sosyal medya üzerinden örgütlenirken tüm iletişim kanalları sonuna kadar açıktır, Ukrayna, Hong Kong, Belarus'ta olduğu gibi. Ama Gezi gibi devrimci ayaklanmalarda, Rojava Devriminde, Arap Devrimlerinde hepten kısılır sesi... Ha bu kısılan sesler aşılmaz mı, işçilerin, emekçilerin, devrimcilerin sesleri bu engelleri aşamaz mı? Bu da bir sonraki yazımızın konusu olsun...
Sibel Deniz