Her birimizde karma karışık duygular uyandıran bir kavram... Bir taraftan yerlerinden yurtlarından edilmiş insanların, denizlerde, sınırlarda yaşadıkları drama acırız, vicdanımız kanar; diğer taraftan yeni yerleştikleri topraklarda işlerimizi ellerimizden aldıkları ya da ayrıcalıklara sahip oldukları gerekçeleriyle aynı insanlara düşmanlık besleriz...
IŞİD saldırıları nedeniyle Suriye ve Rojava'dan göç etmek zorunda kalan milyonların yaşadıklarına tanık olduk son yıllarda. Kara sınırından girmek için çorak araziden geçen tel örgüler arkasında yaşananlar; Akdeniz'de, Ege'de derme çatma botların içinde yaşanan can pazarlığı, karaya vuran cansız bedenler; “medeni” Avrupa ülkelerinin sınırlarında tel örgüler ardında yaşanan vahşetler; Meksika-ABD sınırında orduların namlularının hedefi olan insanlar...
Son günlerde göçmenler farklı farklı haberlerle geldi yine gündemimize. Hayır, “falanca mahallede küçük kızı taciz eden Suriyeli linç edilmek istendi” ya da “plajlarımızda günlerini gün ediyorlar” değil… Bunlar, şovenist histeriyle nasıl kışkırtılmak istendiğimize, halkları birbirlerine düşman etme çabasına örnekler.
Ortadoğu, Afrika ve Asya ülkelerinden sonra göçün en yoğun yaşandığı bölgelerden biri Latin Amerika… Ve halkların sevinçlerinde olduğu kadar, acılarında da nasıl kardeş olduklarının bir göstergesi… Bir fotoğraf karesi… Nehir kıyısına vurmuş iki cansız beden… bir baba ve 2 yaşındaki küçük kızı… Üzerinde kırmızı pantolonu, -görür görmez size Alan Kürdi’nin kırmızı tişörtü içinde suda yatan cansız bedenini çağrıştırıyor- korunmak ya da sularda kaybolmamak için babasının tişörtünün içine girmiş birlikte suda yatan minik bir beden…
26 Haziran günü El Salvadorlu Oscar Ramirez ve kızı Valeria'nın Rio Grande Nehri kenarında çekilmiş resmi bu…
Aylardır yoksulluk nedeniyle ABD’ye gitmek isteyen bir “migrant caravan (göçmen konvoyu)” var Güney Amerika topraklarında. Ülkelerinden ayrılan, Meksika’yı boydan boya yürüyen ve ABD kapılarına dayanan bu göçmen konvoyunun yaşadıklarını, karşılarına çıkarılan ABD ordusunu ve sınırlarda çocuklarından ayrılışlarını geçtiğimiz aylarda izledik hepimiz. Ve özellikle göçmenlerin çocuklarından ayırılmaları, çocukların sınırlardaki “kafes”lerde tutuluyor olması, dünya çapında tepki yarattı. Ve bir göçmen çocuğun sınırı aşabilmek için sularda boğulması, göçmen çocukların güvenliğini yeniden gündeme getirdi. Meksika hükümeti üzüntülerini ifade ederken, ABD Kongre üyeleri sınırlardaki çocukları kurtarmak için bir şeyler yapılması gerektiğini söylediler. Trump ise “sınır muhafızlarımız hastane çalışanı değil” diye tweet attı utanmadan!
Gerek hükümetler, gerek burjuvazinin herhangi bir temsilcisi, bu yaşanan göçlerin sorumlusu olduklarından, çözmek adına hiçbir şey yapamazlar. Daha fazla kar, daha fazla güç için halkları yaşadıkları topraklarda aç bırakanlar, açlıkla-yoksullukla yüz yüze bırakanlar, savaşlarla evleri başlarına yıkılanlar, yaşamı çaresizce başka topraklarda arıyorlar. Başka coğrafyalarda kendisinin ve ailesinin can güvenliği ve karın tokluğu uğruna ezilenin ezileni, dışlanan ve hor görüleni olmak pahasına evlerini terk etmek zorunda kalıyorlar.
Burjuva dünya ise en vicdansızların dahi yüreğini kanatacak bu görüntüler karşılarına geldiğinde timsah gözyaşları dökmeyi ihmal etmiyor. “Çocukları kurtaralım”, “Onlar bizim geleceğimiz”, “bir şey yapmalı” cümlelerinin en klişe timsah gözyaşları olduğu, hemen hemen aynı günlerde yaşanan başka bir olayda açık bir şekilde gözler önüne seriliyor.
“Beyazım, zengin bir ülkede doğdum, makbul pasaportum var, 3 üniversiteye gidebildim ve 23 yaşında mezun oldum. Bana sunulan fırsatlardan istifade edememiş insanlara yardım etmek vicdani bir ihtiyaçtı"… Bu sözler, Akdeniz’de bir botta mahsur kalan göçmenleri kurtaran kaptan Carola Rackete’e ait. 31 yaşındaki Alman kaptan Carola Akdeniz açıklarında karşılaştığı 40 göçmeni kurtardı ve Haziran ayının son günlerinde en yakınında bulunan İtalya’da Lampedusa Limanı’na getirdi.
Carola, “Yasadışı göçlere yardım ve yataklık etmek” suçlaması ile İtalyan hükümeti tarafından gözaltına alındı. Ve toplum şunu soruyor: Carola kahraman mı, suçlu mu?
Halklar göçmenleri kurtaran bu kadın kaptana kahraman gözüyle bakarken, İtalyan politikacılar onun için “suçlu kaptan” ve “korsan gemisi” dedi. Kimisi ise geminin içindekilerle batırılmasını istedi. Bu yaklaşımlar, her yıl yüzlerce insanın Akdeniz sularında yaşamını yitirmesinin de nedeni. Carola 30 Haziran’da mahkemece serbest bırakıldı ve sınırdışı edildi.
Benzeri bir hikaye de Mardini kardeşlerden gelmişti. Hatırlarsınız, savaş öncesi Suriye’de yüzme dersleri alan Yüsra ve Sarah Mardini kardeşler, Akdeniz’de botları batmak üzere iken botu yüzdürerek Avrupa kıyılarına ulaşmışlardı. 16 yaşındaki abla Yüsra o yıl mülteciler yüzme takımında olimpiyatlarda yarışırken, küçük kardeş Sarah ise geçtiğimiz yıl “insan kaçakçılığı” suçlaması ile karşı karşıya kalmıştı.
Evet, insanlar evlerini, topraklarını terk etmesin diye parmağını bile kıpırdatmıyor burjuvazi –suçlunun kendisi olduğu gerçeği şöyle bir yana- kıyılara vuran çocuk cesetleri gördüğünde de timsah gözyaşlarına boğulmayı ihmal etmiyor. Bunu kapatılan, duvarlar örülen, ordular dizilen sınırlardan, batan mülteci botlarından, kafeslere kapatılan çocuklardan, çelme takılan babalardan da görüyoruz.
Sermaye kendisi küreselleşir sınırları kaldırırken, emekçi halklar arasına ördükleri duvarları yükseltip, faşist yasalar çıkarıp, şoven duyguları besleyip geliştiriyor. Ama çok zamanınız kalmadı. Emekçilerin dayanışma duygusu ve enternasyonalist mücadelesi sizin sınırlarınızı aşacak ve paramparça edecek…
Sibel Deniz