Gerici-faşist burjuva muhalefetiyle, küçük burjuva muhalefetiyle bütün muhalefet güçleri, RTE’nin çaresiz olduğuna, seçimleri kaybedeceğine, çekip gideceğine yemin billah ediyorlar. Oysa bütün kurumları, zenginlikleri ve olanaklarıyla devleti arkasına almış bir güç, kesinlikle çaresiz değildir, asla değildir.
Bütün “yetersiz”liğine rağmen seçim kararı alması, üniversite diploması tartışmalarından bir çırpıda sıyrılması, bütün “anayasal engellere” rağmen üçüncü kez aday olması ve adaylığının kabul edilmesi, onu hiç de çaresiz göstermiyor. Tam tersine, buradan bakıldığında çaresiz görünen RTE değil, muhalefet gibi duruyor. Acizlik, çaresizlik tartışmaları bir yana, bu durumu izah edebilecek bir tek cümle var: Kimin gücü yeterse.
Ama bunu söylemek, aynı zamanda toplumun farklı bir noktada olduğunu söylemektir. Bu, hesaplaşmanın yasal, anayasal yollardan seçim ya da sandık yoluyla değil, oyunun kurallarına, yani sınıf savaşının yasalarına uygun şekilde, sokakta olacağını söylemektir. Pandemiden bu yana, toplumun içine sürüklendiği açlık ve sefalet, depremle birlikte katlanarak büyüdü: Pahalılık, açlık, susuzluk, konut, barınma gibi halkın en temel yaşamsal sorunları, ancak bir genel çatışmayla güç ve zora dayalı bir hesaplaşmayla çözülecektir.
Peki toplum buraya nasıl geldi? Daha eskileri bir yana bırakarak, son yirmi yılda dinci faşist iktidarın yaptıklarına kısaca bir göz atalım. Dünya konjonktürü ve 1999 Marmara Depreminden sonra yaşanan felaketi değerlendiren dinci faşist parti, emperyalist hükümetlerin ve tekelci sermayenin yardım ve onayı ile hükümeti ele geçirdi. İlk andan başlayarak değil, ama kendisini güçlü hissettiği, gerçekten hükümet-iktidar olduğunu anladığı andan itibaren halka hayaller satmaya başladı: “Gelecek” dedi “daha güzel olacak”. “Çılgın projelerle” durmaksızın süsleyip yenilediği bu “gelecek” hayallerinden gerçekleştirdikleri de oldu. Başta İstanbul olmak üzere, metropoller gökdelenlerle, AVM’lerle, rezidanslarla dolduğu gibi, apartmanlar taşra kasabalarından köylere kadar her tarafı kapladı. Yollar, otoyollar yaptı; kullanılmayan köprüler, tüneller, havaalanları yaptı. Yoksul halk, kullansa da kullanmasa da Deli Dumrul’un köprüsü misali bunların parasını ödedi, ödüyor: “Geçenden bir akçe, geçmeyenden iki” almaya devam ediyorlar.
Dinci faşist hükümet bu hayalleri cilalayıp parlatıp satarken, bu numarayı yutan halkın bir kesimi “Tamam, çalıyorlar, ama çalışıyorlar” diyerek dinci faşist partiye destek oldu. Dinci faşist partinin iktidar olduğu günden başlayarak, iktidarın nimetlerinden yararlananlar, daha fazlasını buldular ve daha fazlasını istediler. Daha önceki dönemlerden elde kalan ne kadar “kamu malı” olarak bilinen bütün fabrikalar, işletmeler, kuruluşlar, ihaleler kapış kapış paylaşıldı. Vurgun, talan aldı başını gitti. Süper lüks villaları, özel korumalı, korunaklı lüks siteleri, 4x4 jipleriyle streç kotlar, daracık giysilerden oluşan en lüks markaların tesettür kreasyonlarını giyen kadınları ve erkekleriyle yeni sosyete oluştu. Yukarıya doğru tırmandıkça lüks, ihtişam ve doyumsuzluk arttı; 4x4 jiplerde tüketilen uyuşturucuya, kara para trafiğine, Latin Amerika’dan taşınan tonlarca kokain eklendi; iş, lüks villalara, arazilere, marinalara, fabrikalara, limanlara çökmeye kadar vardı.
Yani dinci faşist iktidar bir gelecek imajı çizdi ve sattı. Ama artık sonuna doğru geliyorlar. Deniz bitti, satacak bir şey kalmadı. Yarattığı bütün hayaller; kentsel dönüşümler, koca koca binalar, rezidanslar, siteler kağıttan yapılmış oyuncak şatolar gibi çöktü; bu hayalleri satın alanların hayalleri de, canları da depremle birlikte göçük altında kaldı; çizdikleri bütün imaj yerle bir oldu.
Aldatma da aldanma da bir yere kadar sürer. Bu süreçte yoksul olan, hiçbir şeyi olmayan, azla yetinip buna şükreden, elinde avucunda ne varsa onu da yitirdi, rıza gösterdikçe daha çok kaybetti. Şimdi nüfusun ezici çoğunluğu açlıkla boğuşuyor. Son rakamlara göre, nüfusun yüzde elliden fazlası açlık sınırının, yüzde doksana yakını da yoksulluk sınırının altında yaşıyor. Yani en tepedeki on milyonluk kaymak tabaka dışında kalan yetmiş milyona yakın insan yaşamaya çalışıyor, her şeyin ama her şeyin fiyatı artarken, kimsenin karnı ucuza doymuyor.
Şimdi gündemde seçimler var. Burjuvasıyla küçük burjuvasıyla hepsi, çaresizlik içindeki RTE’nin ve dinci faşist partinin bu seçimlerde kaybedeceklerini, çekip gideceklerini söylüyorlar, halkı, daha doğrusu kendilerini buna inandırmaya çalışıyorlar. “Tek adam gidecek” diyorlar. Daha çoğunun hayallerini kuran, isteyen, arzulayan, elindekiyle bile yetinmeyen “gidecek”miş... Daha çoğunu isteyen elindekini bırakmaz. Yoksunluğu asla kabul etmez, kabullenmez. Malum, elindekini kaybedenin canı, hiç olmayandan daha çok yanar. Bu yüzden “tek adam” da, onunla birlikte dinci faşist iktidarın nimetlerinden yararlananlar da, ellerindekini yitirmemek için her şeyi yaparlar, yapacaklar. Daha şimdiden gerici burjuva muhalefetin en iri iki partisinin İstanbul il binaları önünde “tesadüf” silahları patlamaya başladı bile. Olacak olanları düşününce, bu minik bir enstantane olabilir olsa olsa, fragman bile değil.
“Tek adam gidecek” diyorlar, “her şey düzelecek.” Diyelim ki gitti. Bugüne kadar yaşanan ve bundan sonra çok daha beteri yaşanacak olan seçimlerle ilgili tüm dolaplara, numaralara rağmen, bütün oyunlarına rağmen başaramadı ve gitti. Ne değişecek? Olacak olanı daha önce de söyledik, tekrarlayalım: Emekçi yığınlar halklar açısından hiçbir şey değişmeyecek. Neyzen Tevfik’in dediği gibi “Yumruk yine aynı yumruk / bir varsa el değişti.” Gerçi Neyzen bunu Osmanlı’dan Cumhuriyet’e geçildiğinde söylemişti. Biz de şimdiki duruma uyarlayarak kullandık. Eminim, Neyzen yaşasaydı, çok daha beterini söylerdi. Hani diyorlar ya “rejim değişecek, her şey güzel olacak”. Yok, öyle olmayacak, RTE’nin yumruğu gidecek (o da giderse), KK ve ortaklarının yumruğu inecek; emekçi yığınların, halkların sırtına binen yük, inen yumruk devam edecek. Çünkü “Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi” dedikleri bu sistemi değiştirmeyecekler, buna niyetleri de yok. Hazırladıkları milletvekili, bakan ve cumhurbaşkanı yardımcılarıyla ilgili listeler bunu söylüyor. Buna ilaveten, iktidara yeni gelecek olan (o da eğer olursa) burjuva kesim yani KK ve ortakları “yüzlerini Batı’ya döneceklerini” şimdiden söylüyorlar. Sanki RTE ve dinci faşist hükümetin yüzü Batı’ya dönük değilmiş gibi bunu söylüyorlar. Yüzlerini Batı’ya döneceklerini söyleyenlerin kastettikleri açık: ABD’ye ve AB’ye “emperyalizme en iyi biz hizmet ederiz” diyorlar, “bir de bizi deneyin” yani olur da KK ve ortakları iktidara gelirse, eskiden varolanın üstüne bir kat daha çıkacaklar. Hani eskiden beri gecekondu mahallerinde vardır, aile fırsat geçince üstüne bir kat daha yapar. İşte öyle, KK ve ortakları da bir kat daha çıkacaklar, hepsi bu. Bu da emekçi yığınların ve halkların hiçbir sorununa çözüm getirmez, getirmeyecek.
Bu kadar üst üste binen, kördüğüme dönen sorunların bir tek çözümü var çünkü, o da varolanın üstüne bir kat daha yapmak değil, varolanı yani kapitalizmi temellerinden yıkmak ve daha iyisini, daha ileri ve yeni olanı yapmak. Bu yeni, sosyalizmdir; bugüne kadar yapılan, yaşanan tek yanlı örnekler dışında hiç yapılmayandır. Bu yeni olan, sömürünün ve sömürü ideolojisinin hiç olmadığı bir dünyanın inşasıdır. O yüzden varolanın üstüne bir kat daha çıkmaktan zor olacak, çok daha zor olacak. O yüzden hesaplaşma sandıkta, seçimle değil, kim kazanırsa kazansın sokakta olacak. Herkes planını buna göre yapmalı, buna hazır olmalı.
Özgür Güven