Dünyada her şeyin büyük bir hızla değiştiği, olayların, devrimci gelişmelerin sıçramalarla sürdüğü, tarihin hızlandığı bir dönemdeyiz.
Böylesi dönemlerde teorinin rolü ve etkisi daha da önem kazanır; doğru bir teori ile silahlanan proletarya, dünyanın devrimci dönüşümüne ivme katar, hızlandırır. Marksizm-Leninizm her dönem devrimci teoriyle devrimci pratik arasındaki bağa önem verir. Hiçbir zaman devrimci teoriyi dar kalıplara sıkıştırmaz, şablonlaştırılmasına izin vermez. Nesnel koşullardaki, hayattaki her değişimi dikkatle izler; “Değişmeyen tek şeyin değişim” olduğu bilinciyle hareket eder.
Buna özel bir vurgu yapıyoruz. Çünkü dünyada olduğu gibi bizde de hayatın her alanında çok büyük bir değişim yaşandı, yaşanıyor. Bu topraklarda devrimci sosyalizm anlayışının ortaya çıktığı 1968-70’ten bu yana ekonomik, politik, toplumsal bütün alanlarda giderek hızlanan gelişmeler, bir yanıyla tarihin ilerlemesine ivme katıp hızlandırırken, bir yanıyla da devrimci teorinin temeli olan nesnel koşuları ve bununla ilişki içinde gelişen devrimci mücadeleyi, sınıflar mücadelesinin verildiği koşulları değiştirdi.
O günden bu yana sol, sosyalist, devrimci hareket içindeki yapı ve akımların bir bölümü bu değişime ayak uydurmadı; 71 devrimci çıkışını gerçekleştiren kuşağın çizdiği teorik-politik çerçeveyi dondurup kalıplaştırdı. Nesnel yaşamda ortaya çıkan her gelişmeyi elindeki bu şablonla ölçmeye, onun içine sığdırmaya çalıştı, sığdıramadıklarını reddetti. Bir bölümü ise değişime ayak uydurma adına, değişim adına reformizme, sosyal reformizme kayarak, uzlaşmacı sosyalizm çizgisine oturdu; liberalizme ve düzen içi muhalefet kulvarlarına kan taşımaya başladı.
70’li yıllarda devrimci çizgide tutunmaya çalışan pek çok hareket, aynı zamanda “demokrasi” adına, “demokratik kazanımlar” adına tekelci sermayenin önde gelen partilerinden biri olan CHP’ye destek verdiler. Şimdilerde ise, reformizm-sosyal reformizm çizgisine iyice oturan, eski devrimci konumunu tamamen reddeden küçük burjuva sosyalist hareket, devrimi tamamen unutturmaya, her şeyi ve her olayı seçimlere, seçim güvenliğine bağlamaya başladı. Uzlaşmacı sosyalistlerin bugün gündeminin başında, “Kılıçdaroğlu’na birinci turda mı ikinci turda mı destek verelim” tartışması yer alıyor.
Küçük burjuva uzlaşmacı çizgiye iyice yerleşen bu sosyalizm anlayışı öncelikle proletarya-sınıf kavramını amorflaştırıp, yerine “halk”, “ezilenler” gibi proletarya dışındaki kesimleri de kapsayan kavramlar kullanmaya başladılar. Giderek proletaryanın devrimci sınıf mücadelesinin dışına çıktılar; proletaryanın iktidar hedefli mücadelesinin yerine başka hedefler koymaya başladılar. Emeğin iktidarı ve emeğin kurtuluşu hedeflerinin yerini “demokrasi”, “laiklik”, “demokratik cumhuriyet” gibi sınıf içeriğini belirsizleştiren burjuva kavramlar ve hedefler aldı. Kadın sorunu bile sınıfsal bağlamından koparılarak, feminizm ya da sosyalist feminizm denen düzen içi hedeflere bağlandı. Aynı şekilde ezilen ulusların ve ulusal toplulukların özgürlük mücadelesinin sınıfsal kurtuluş hedefiyle bağı koparıldı, kendi kaderini tayin hakkının yerini bireyin insan haklarını öne çıkaran dar ulusal-demokratik talepler aldı.
Gelinen aşamada proletarya adına, sınıf adına hareket ettiği iddiasında olan pek çok örgüt ve çevre, Marksizm-Leninizmin en temel ilkelerinden birini, burjuvaziden ideolojik-politik-örgütsel bütün alanlarda bağımsızlık ilkesini unuttu, unutturdu. İşçi sınıfının kendi bağımsız, devrimci sınıf çizgisinde örgütlenmesinin yerine, küçük burjuva, uzlaşmacı, sosyalizm akımlarından birini ikame ettiler. Proletaryanın geniş kesimlerini etkileyen en temel yanılgı da burada ortaya çıktı. Marksizm-Leninizmin devrimci sınıf mücadelesi temelindeki bilimsel-proleter sosyalizm anlayışı ile çeşitli küçük-burjuva sosyalizmi anlayışları birbirine karıştırıldı. Eğer proletarya ve halklar bu türden uzlaşmacı küçük burjuva sosyalizmi anlayışlarına kapılıp bu yanılgıya düşmeseydi, hem proletaryanın hem müttefiklerinin hem de ezilen ulus ve ulusal toplulukların kurtuluşu daha çabuk gerçekleşirdi, hem de tarihin akışı daha hızlı ilerlerdi. Ama ne yazık ki proletarya başta olmak üzere ezilen ve sömürülen sınıf ve katmanlar bu yanılgılara sürüklenmeden, kendi deneyimleriyle öğrenmeden zafere yürüyemiyorlar.
Buraya kadar söylediklerimizin önemli bir kısmını bu topraklarda yaşananlardan hareketle söyledik. Ama belirtmek gerekir ki yaşananlar, sadece bize özgü değil. Bugün dünyanın her yerinde proletarya ve halklar ayakta. Haiti’den Sri Lanka’ya Peru’dan Sudan’a, İran’dan İngiltere’ye Fransa’dan İspanya’ya, Arnavutluk’tan Kosova’ya kadar dünyanın her yerinde emekçi yığınlar başkaldırıyor; parçalanmaya başlayan kapitalist kabuğu söküp atmak ve eski topluma son vermek için ayaklanıyorlar.
Beş yüz yıllık kapitalist uygarlığın çöküşünün en açık kanıtları olan bu ayaklanmalar, sistemin sıçramalı çöküşünü derinleştiren, yeni bir dünyanın yükselişini hızlandıran bir rol oynuyor. Bu ayaklanmalar devrimci dönüşüm sürecini hızlandırmakla birlikte, henüz proletarya ve halklara kurtuluş getiremedi. Proletarya ve halkların bu ayaklanmalar sırasında hedef netliğinden yoksun oluşu, örgütlenme ve zor araçlarına başvurmalarındaki eksiklikleri gibi pek çok nedenle, ayrıca küçük burjuva uzlaşmacı hareketin bu süreçte proletarya ve halkları içine sürüklediği yanılgılar nedeniyle, burjuvazinin şu ya da bu kesimi, şimdilik, ayaklanmacıların yarattığı devrimci ortamdan da yararlanarak devrimin zaferini çalıyor, burjuva iktidarları bir süre daha ayakta tutuyorlar. Ama bütün bu hatalarına, eksikliklerine, yanılgılarına rağmen, kapitalizme son verecek ve yeni bir dünyayı kuracak olanlar bu insanlardır; bugünün insanlarıdır, çağımız insanıdır.
Daha önceki yazılarımızda belirttik: Her insan kendi çağının insanıdır; kendi çağının kusurlarını, önyargılarını, fikirlerini taşır. Bugünün insanı, tarihin yetiştirip ortaya koyduğu insandır. Eski toplum olan kapitalizmi, eski toplumun yetiştirdiği bugünün insanıyla yıkarak yeni toplum olan sosyalizmi de yine bugünün insanıyla kuracağız. Bütün tarih boyunca olduğu gibi, bugün de yeni toplumu kurarken, çağımızın kusurlarına, önyargılarına, fikirlerine sahip bu insanlarla, çağımızın insanıyla ve çağımızın üretici güçlerinden hareketle kurabiliriz. Her yeni toplum kendi çağının yeni insanını ve malzemesini, üretici güçlerini oluşturmak için işe eski toplumun insanıyla, üretici güçleriyle ve malzemesiyle başlamak durumundadır.
Kervanın yolda dizildiği unutulmamalı. Yeni toplum olan sosyalizmi kapitalist toplumun yetiştirdiği insanlar, üretici güçler ve eldeki malzemeyle kurmaya başladıktan sonra, ancak o zaman yeni toplum kendi çağının yeni insanını yetiştirmeye, üretici güçlerini geliştirmeye başlayabilir. Bu değişim sırasında kapitalizm koşullarında yetişmiş olan bugünün insanı da, önemli bir değişim geçirecek, yeni topluma uyum sağlamaya başlayacaktır. Sosyalizm koşullarında yetişecek olan yeni toplumun yeni insanı bilgili, eğitimli, kültürel olarak gelişkin ve çok yönlü insan olacak; sınıfsız toplum da işte bu yeni insan tarafından kurulacaktır.
Yani kapitalizm koşullarında yetişen bugünün insanı ile sosyalizm kurulacak; sosyalizm koşullarında yetişen yeni çağın yeni insanı da sınıfsız toplumu kuracak, komünizme geçiş sürecini tamamlayacaktır. Kapitalizm koşullarında yetişmiş olan bugünün insanı, eski toplumu yıkıp yeni toplum olan sosyalizmi kurma sürecinde kendisi de dönüşüme uğrayacak, sosyalizmin yeni insanı olma yönünde önemli bir mesafe katedecektir.
O zamana kadar tarihin önümüze koyduğu insan malzemesi budur; devrimi de bu insanlarla yapacağız, sosyalizmi de bu insanlarla kuracağız.
Özgür Güven