Endonezya’dan Latin Amerika’ya, İran’dan Sri Lanka’ya büyük altüst oluşlar, büyük toplumsal değişimler, büyük depremlerden sonra yaşanan büyük felaketlerle geldi. Bu ne metafizik, ne de mistik bir olgu.
Bu ülkelerde depremleri büyük felaketler izledi, bu durum, tarihin hazırladığı devrimleri, toplumsal altüst oluşları tetikledi, hızlandırdı. Büyük felaketlerin ardından yaşanan büyük alt üst oluşların, devrimlerin ardından yaşanan büyük altüst oluşların, devrimlerin arkasında bir gizem varsa eğer, işte gizem Marx'ın dediği gibi, emekçi sınıfın ve halkların gerçek sınıfsal konumları ve buna uygun davranışlarıyla kendilerini göstermeye, tarih sahnesine çıkmaya başlamalarıdır.
Buradan her büyük depremin bir altüst oluşa, bir devrime yol açacağı gibi saçma bir sonuç çıkarılmamalı. Japonya gibi emperyalist bir ülkede yaşanan çok daha şiddetli depremlerden sonra böyle bir şey olmaması bir yana, Şili’de de aynı şeyi söyleyebiliriz. Şili de Türkiye, İran, Endonezya gibi birinci dereceden deprem bölgesinde yer alan orta gelişkinlikte kapitalist bir ülke. Ama bizdekilerden çok daha şiddetli depremler yaşamasına rağmen, ölüm ve yıkım yönünden kıyaslanamaz. 2010’da 9.2 şiddetinde bir deprem oluyor ve 500 kişi hayatını kaybediyor. 2012’de 7.2’lik bir deprem ve sadece bir (1) kişi ölüyor; daha sonra 2015’te 8.3 şiddetinde vuruyor ve hayatını kaybeden yedi (7) kişi oluyor; bunu izleyen deprem 2016’da ve 7.6 şiddetinde, bu depremdeyse hiç kimse ölmüyor. Sadece Şili örneği bile, bilim insanlarının bulguları ve söyledikleri dikkate alınıp, bilimsel tedbirler alındığında depremlerin büyük yıkımlara büyük acılara, felaketlere neden olmadığını göstermeye yeter. Ama ne yazık ki, bilime ve bilim insanlarının söylediklerine kulaklarını tıkayan ülkelerde depremler, bizde de olduğu gibi büyük yıkımlara, büyük acılara ve felaketlere neden olmaktadır.
Endonezya, İran, Sri Lanka... Bu ülkelerde depremleri takip eden büyük altüst oluşların hepsi de büyük halk devrimlerine vardı. Endonezya’da yaşanan depremden sonra kangrene dönen bir ulusal sorun olan Aceh sorunu çözüldü. İran’da 1978 Halk Devrimi Şah Rıza Pehlevi’yi ve monarşik faşizmi devirdi, Sri Lanka’da Rajapaksa’nın devrilmesine varan halk devrimini tetikledi. Gerçi bu halk devrimleri (bütün halkın katıldığı devrimler) eski iktidarları devirdikten sonra sonuna kadar gidemedi, yarım kaldı. Bu yüzden sosyalist ya da sosyalizm yönelimli devrimci demokratik iktidarlar kurulamadı; burjuva sınıfın bir başka kesimi durumdan yararlanarak iktidarı ele geçirdi.
Bunun sonucu, emekçi sınıfın ve halkların yeniden baskı altına alınması, kapitalist özel mülkiyetin ve sömürünün devamı oldu. Mesela 1978 İran Devrimi’nde İran emekçileri ve halkları şah ve şahın faşizmini devirdi. Ancak Lenin’in dikkat çektiği gibi, gerekli zamanda ve gerekli yerde yeterli gücü biriktirip, güç üstünlüğünü ele geçiremediği için, kendi iktidarlarını kuramadılar. Daha sonra Halkın Fedaileri İran Devrimi’ni değerlendirirken “Şahı petrol bölgelerinden ve kırsal alanlardan biz salladık, ama Tahran’da biz yoktuk, mollalar vardı; iktidarı onlar aldı” diyerek bu eksikliğe dikkat çekiyorlardı.
Tekrar konumuza dönersek, başta da söylediğimiz gibi, bütün bu altüst oluşlar, devrimleri hazırlayan kapitalizmin kendi işleyiş yasalarıdır, tarihin kendisidir. Depremler ve depremlerin yol açtığı büyük felaketler, emekçi sınıfın ve halkların gözünü açtı: Bu acıların yıkım ve felaketlerin gerçek nedeninin depremler değil kapitalizm olduğunu, kapitalizmin kar hırsı olduğunu görmelerini sağladı. Halk kitlelerinin gazabı ve öfkesi burjuva iktidarlara yöneldi, onları yerle bir etti. Yani depremler devrimleri tetikledi, tarihin akışını hızlandırdı.
Kapitalist biçim altında süren gelişme, yirminci yüzyılın sonlarında, tarihsel gelişmenin yeni evresine vardı; Kapitalizmin dünya bunalımı, küresel devrimci kriz ve devrimci durum olgunlaştı; yeni bir topluma geçişin maddi önkoşulları her yönüyle ve yeterince birikti. Emekçi yığınlar dünyanın her yerinde kapitalizme başkaldırmaya isyan ve ayaklanmalara başladı. Kapitalist toplumsal biçimin aşılmasının kaçınılmaz bir zorunluluk olduğu her geçen gün, daha çok insan tarafından kavranıyor. İnsanlık ya kapitalist toplumsal biçime son vererek yeni bir topluma geçmeyi başaracak ya da depremlerin yarattığı yıkım ve felaketleri kat kat aşacak olan kapitalizmin felaketleri, toplumsal yıkım ve acılarla dolu, daha uzun ve sancılı olan çürüme sürecini yaşamaya devam edecektir.
Burjuvazinin kar hırsının, kapitalizmin temel dürtüsü olan bu hırsın, gerek bütün dünyada, gerek Türkiye ve Kürdistan’da yarattığı yıkımlar, acılar ancak savaş meydanlarıyla kıyaslanabilecek deprem sonrasındaki enkaz, yıkım ve felaketler kapitalizmin tarihinin, kapitalizmin işleyiş yasalarının yarattığı sonuçlardır. Bu sonuçlar, dün olduğu gibi bugün de emekçi sınıfın, ezilen baskı altına alınan ulusların ve ulusal toplulukların gerçek kurtuluş yolunu gösteren Marksizm-Leninizmin kavranmasında, bu görüşün, fikirlerin yayılmasında büyük kolaylık sağlıyor. Marksizm-Leninizmin propagandasını en iyi biçimde, kapitalizmin yarattığı sonuçlar yapıyor. Çünkü kapitalizm, kendi sonunu hazırlayan krizleri kendisi yaratıyor; kapitalizm kriz ve savaş üretiyor.
Uzun süredir içine sürüklendiği yapısal ekonomik kriz devrimci krize, devrimci kriz küresel savaşa evrildi. Bu durum Türkiye tekelci kapitalizminin yapısal krizini daha da büyüttü, devrimi somut ve güncel bir duruma getirdi. Tam da devrimin yükselişte olduğu bu dönemde art arda gelen depremler, onlarca kenti ve kasabayı yerle bir etti. Bilim insanlarının, deprem bilimcilerin bütün uyarılarına rağmen ne sermaye, ne onların devleti ve iş başındaki faşist iktidarı hiçbir önlem almadı.
Deprem, onbinlerce binayı yıkıp, yüzbinlerce insan enkaz altında kaldıktan sonra, felaketin asıl sorumlusu olanlar suçu depremin ve kaderin üstüne atıp sorumluluktan kaçtıkları gibi, deprem sonrasında insanların ölüme terk edilmesi, deprem yardımları ve arama kurtarma çalışmalarının geciktirilmesi hususunda bile utanıp sıkılmadan yalan söylediler; “Biz İstanbul depremine hazırlanıyorduk” dediler. Oysa bu konuda yaptıkları, yine kar yine rant elde etmeyi amaçlayan işlerden öteye geçmiyor. On milyondan fazla insan, İstanbul’da yaşayan milyonlarca emekçi büyük bir dehşet içinde İstanbul’u vuracak depremi beklerken, onlar “kentsel dönüşüm” diyerek, işçilerin emekçilerin, yoksulların yaşadığı mahalleleri yıkıyor, çok az sayıda kalmış olan park ve bahçeleri deprem anında toplanma için ayrılmış boş alanları rezidans, AVM ve yeni siteler yaparak yok ediyor; bunu da milyonlarca emekçiyi altından kalkmaları imkansız büyük borçlara sokarak yapıyorlar. Amaç ortada dev inşaat şirketleri için devasa rantlar ve karlar yaratmak. Yoksa ne kentsel dönüşüm ne de milyonlarca emekçinin hayatı onlar için bir şey ifade etmiyor. İstanbul depreminin sonuçlarını görmek isteyen Hatay’a, Adıyaman’a, Maraş’a baksın. Eğer köklü bir değişim olmazsa, sonuç değişmeyecek.
Bugün ondan fazla kenti, yüzlerce kasaba ve köyü yıkan bu deprem, dinci faşist partinin en çok oy aldığı bu bölgelerde yaşayan milyonlarca emekçiyi, yoksul halkı sola ve devrime doğru itti. Depremin yerle bir ettiği kentlerden yaşayan on üç milyona yakın insan önümüzdeki dönemde kapitalizmin diğer felaketlerini yaşayacaklar. Ellerinde avuçlarında ne varsa hepsini yitiren milyonlarca emekçi işsizliği, açlığı, sefaleti çok daha derinden yaşadıkça sorunların tek çözümünün devrim olduğunu, emeğin iktidarı olduğunu kendi yaşamlarıyla görecek, anlayacaklar.
Kapitalist gelişme ve sermayeye dayalı bu üretim sistemi, daha en başından beri emekçi sınıfı nasıl ayaklanmalara, devrime ittiyse onları devrimcileştirdiyse, bugün de yaptığı budur; emekçileri, ezilen ve sömürülenleri, devrime doğru itiyor. Emekçi sınıfın içinde yaşamak zorunda kaldığı bu koşullar, onları sürekli olarak devrime yönlendiriyor. Emekçi sınıfın sınıfsal konumu gereği devrime yönelmesi, mücadelesinin, isyan, başkaldırı ve ayaklanmaların genel bir durum haline gelmesi, devrimin öznel koşullarının da olgunlaştığını gösteriyor. Burada artık yapılması gereken emekçi sınıfa mücadelesinde yardımcı olmak, yol göstermektir. Öncülük budur.
Özgür Güven