Ondokuzuncu yüzyıl, yirminci yüzyıla evrilirken, kapitalizm yapısal bir değişim geçirdi; serbest rekabetin yerini tekelcilik aldı, dünyaya egemen oldu. Bu süreç, aynı zamanda dünya devriminin koşullarının da ortaya çıktığı bir süreçti.
Proleter devrimler çağının doğuşu ve ilk büyük küresel devrim dalgası yirminci yüzyılın ilk çeyreğinde yaşandı: Kapitalizmden komünizme geçiş süreci başladı. Neredeyse bir yüzyılı aşan bu süreçte yaşananlar, bu geçiş sürecinin sancılarıdır; yeni bir dünyanın doğum sancılarıdır.
Kapitalizm altında yaşanan bütün tarih boyunca proletaryanın toplumsal devriminin koşulları olgunlaştı. Bugün içinde bulunduğumuz tarihsel gelişmenin yeni evresinde, proletaryanın dünya devriminin koşulları bütün yönleriyle ortaya çıkmış bulunuyor. Hatta eski toplum olan kapitalizm içinde filizlenip uç veren bazı yönler, eski toplumun kabuğunu çatlatıp onu aşmaya başlamış durumda. Geleceğin toplumu olan komünizm, koşulları tarih tarafından oluşturulan toplumsal devrimden; tarihin en derinine gidecek olan dünya proletaryasının toplumsal devriminden doğuyor.
Tarih tarafından nesnel olarak oluşturulan bu sürecin sonuna kadar varması için, kapitalizmden komünizme geçiş için, proletaryanın bilinçli faaliyeti gerekiyor. Bütün bu süreç boyunca yaşanan kendiliğinden ayaklanmalar ve devrimler, tarihin ortaya çıkardığı devrimci koşulların bir ürünüdür; kapitalizmden komünizme geçiş süreci kaçınılmaz olarak içinde bu kendiliğinden yönü de barındıracaktır. Yirmibirinci yüzyılda emperyalist merkezlerden bağımlı ülkelere yayılan; Seattle’dan başlayarak bütün Avrupa’yı kasıp kavuran, Tunus devriminden İran’a dek yayılan bugünkü ayaklanmalara kadar uzanan isyan, ayaklanma ve devrimler, bunun en açık kanıtlarıdır. Proletaryanın bütün dünyayı kapsayacak olan toplumsal devrimi, içinde bu kendiliğinden ayaklanma ve devrimleri ne kadar barındırırsa barındırsın, yine de proletaryanın bilinçli faaliyeti olmadan sonuna varamaz.
Kapitalizm koşulları altında bireylerin ya da sınıfların kendi öz toplumsal faaliyetlerinin ürünü kendi kontrollerinin dışına çıkar, yabancılaşır, nesnellik kazanarak somut bir güç haline gelip donuklaşır, katılaşır. Bu, hem toplumsal üretimin sonucu olan metalar için böyledir, hem de politik üst yapı kurumu olan devlet için böyledir. Toplumsal ilişkilerin böyle katılaşması, maddi koşulları doğmuş, hatta olgunlaşmış olan yeni topluma geçişin önündeki en büyük engeldir. Bu engeli ortadan kaldırmadan yeni bir topluma geçiş sağlanamaz. Proletaryanın bu engeli aşmasının tek bir yolu vardır: Zora dayalı devrim. Proletarya, eski toplumun en güçlü, en büyük savunucusu olan, onun ayakta kalmasını, kapitalist egemenliğin ve sömürünün sürdürülmesini sağlayan burjuva devleti, burjuvazinin örgütlü zor aygıtından başka bir şey olmayan bu devleti yıkmadan, kurtuluşunu sağlayamaz; politik biçimi ne olursa olsun bu aygıttan zor yoluyla, zora dayalı devrim yoluyla kurtulmadan yeni toplumun yolunu açamaz. Bilimsel sosyalizmin kurucuları, “zor, yeni bir topluma gebe her toplumun ebesidir” derken buna işaret ediyorlardı.
Sonuna kadar devrimci bir sınıf olan proletarya, nihai kurtuluşuna erişmek için yürüdüğü yolu zaman zaman yeniden ele alıp gözden geçirir. Kendi hatalarından dersler çıkarır, zayıflıklarını, kayıplarını belirler, kendi kendisini eleştirip, kendi deneyimlerinden öğrenerek yürüyüşünü sürdürür. Bir sınıfın ya da tek tek bireylerin kendi kendilerini eleştiriye tabi tutabilmesi için, teoride ve pratikte yaptığı hataların, içine düştüğü eksikliklerin ve zaafların nedenlerini tespit etmesi, bunların içinde bulunduğu nesnel toplumsal koşullarla bağlarını kavraması ve bilince çıkarması gerekir. Bunu yapabilmek için de hem ileri bir konumda olmak, hem de bununla yetinmeden daha ileri gitmeyi hedeflemek gerekir.
Proletarya, tarihin gördüğü en devrimci sınıftır. Asıl amacı olan ekonomik kurtuluşunu elde etmek için özel mülkiyetin bugüne dek aldığı en gelişmiş biçim olan kapitalist özel mülkiyete son vermesi, sınıfları tarih sahnesinden silip atması gerekiyor. Buradan açıkça anlaşılacağı gibi, proletarya uzlaşmacı değildir, olamaz. Zira ya özel mülkiyet ve sınıflar vardır ve proletarya sömürülmeye devam eder ya da özel mülkiyeti ve sınıfları kaldırarak hem kendisini hem de bütün insanlığı ekonominin baskısından kurtarır; gerçek anlamıyla özgürlüğünü kazanır.
Burjuvazi ise sömürücü bir sınıftır. Kendi doğası gereği kapitalist özel mülkiyetin savunucudur; sermaye sahibi sömürücü bir sınıf olarak sınıf farklılıklarının, ekonomik ve politik sınıf ayrıcalıklarının savunucusudur. Kendisinden önceki dönemin egemen sınıfı olan feodalleri devirip kendi iktidarını kurar kurmaz, proletaryadan duyduğu korkuyla, burjuva devrimi bile sonuna kadar götürmeden aristokrat sınıfla uzlaşmış, ittifak kurmuştur. Bunun temelinde burjuvazinin proletaryadan duyduğu korkuyla birlikte her iki sınıfın da (aristokrasi ve burjuvazi) özel mülkiyeti savunması vardır. Oysa, proletarya, burjuvaziye karşı verdiği devrimci mücadeleyi sonuna kadar götürmek zorundadır; burjuvaziyle uzlaşamaz. Proletarya ile burjuvazi, sömürülenle sömüren, ezilenle ezen arasında bir uzlaşma olmaz, olamaz. Bu iki karşıt sınıf arasında bir “barış”ın, bir uzlaşmanın bir tek anlamı vardır; proletaryanın gücü burjuvaziyi devirmeye ya yetmemiştir ya da yenilmiştir. Burada “barış” proletaryanın gücünü toplayıp yeni bir ayaklanmaya başlamasına kadar sert sınıf savaşına ara vermek zorunda kalması demektir. Bu nedenle Marksizm-Leninizmin savunucuları, devrimci komünistler uzlaşmacılığı sert biçimde eleştirir, mahkum ederler; uzlaşmacılığa karşı kesintisiz olarak ideolojik mücadele verirler.
Burada özellikle aralarında uzlaşmaz karşıtlık bulunan iki sınıfı, proletarya ile burjuvaziyi uzlaştırmaya çalışan küçük burjuvazinin konumunu da vurgulamak gerekiyor. Küçük burjuvazi, ekonomik ilişkileri nedeniyle kendisini burjuva olarak görür, özel mülkiyeti savunur, sahiplenir. Ama aynı zamanda kapitalizmin işleyiş yasaları gereği varlığı sürekli tehdit altındadır; elindeki üretim ve geçim araçlarını her an yitirme korkusuyla yaşar. Bu nedenle bir yandan bir burjuva gibi düşünüp davranır, ama aynı zamanda yarının mülksüzü, proleteridir, bunun için de proletaryayı destekleme, emekçi sınıfla birlikte hareket etme eğilimi taşır. Küçük burjuvazinin bu ikili durumu onu canlı, yaşayan bir çelişki haline getirir. Bunun nedeni onun çelişkili doğası ya da diğer bir söylemle toplumsal doğasının çelişkili varlığıdır. Bu çelişkin doğası nedeniyle bir uçtan diğer uca savrulup durur; bir bakarsınız en keskin, en radikal görüşleri savunur, anarşizme kadar giden bir aşırılık gösterir; bir bakarsınız en ılımlı, en uzlaşmacı çizginin savunucusudur; proletaryayı, emekçi sınıfı, tıpkı bu topraklarda olduğu gibi tekelci burjuvazinin peşine takmaya çalışıyordur.
Buraya kadar söylediklerimizden açıkça anlaşılacağı gibi, devrimcilik proletaryanın karakteridir, sonuna kadar devrimci tek sınıf proletaryadır. Uzlaşmacılık ise burjuvazinin ve küçük burjuvazinin karakterinde kazılıdır.
Özgür Güven