Kapitalizm insani olan bütün özelliklerini yüzyıllar önce kaybettiği için, geriye sadece insanı insanlıktan çıkaran, çürüten özellikleri kaldı. Bu insani alandan uzaklaşma, çürüme, sadece halk için, en alttakiler için değil, bizzat düzenin efendileri için, en başta da onlar için geçerlidir.
Her sermaye grubu, her tekel rakiplerini ve olası rakiplerini bütün yol ve yöntemlerle tasfiye etmek, yutmak, ortadan kaldırmak için, kendi birikimini ve karını attırmak için her şeyi yapar. Bu ölümüne rekabette ne insani, ne vicdani, ne ahlaki hiçbir engel, hiçbir kural tanımaz.
Kapitalizmin ve bu sistemin efendisi burjuvazinin ne sosyal haklar, ne işçilerin can güvenliği ne yaşamlarını asgari düzeyde sürdürebilmenin güvencesi, ne de işçi ve emekçilerin geleceği diye bir derdi, tasası vardır; onun yegane tasası daha fazla kar, daha fazla birikimdir. Sermayenin açlık, yokluk, yoksulluk konusundaki görüşünü, burjuva sınıfın çok değer verdiği teorisyenlerinden Jb Say şöyle ifade ediyor: “Yoksullara yardım, mahrumiyet hissini hafifletmek, yalnızca zam isteğini teşvik eder. Yoksullukta baş etmenin tek yolu, yoksulu daha yoksul yapmaktır.” Kapitalizmin özü, esası sermaye birikimini büyütmek, büyütmek, yine büyütmektir.
Kapitalizmde egemen olan burjuva sınıf üretim araçlarını elinde bulundurduğu gibi, örgütlü zor aracı olan devleti ve bu sayede zor araçlarının ve zor kullanmanın da tekelini elinde bulundurur. Burjuva egemenlik sadece bunlara dayanmaz; geniş emekçi yığınlar arasında, rıza üretmesi de gerekir. Bu amaçla okullardan yazılı-görsel medyaya, sosyal medya ağlarından dijital oyunlara; dinsel kurum ve kuruluşlardan yardım kuruluşlarına kadar bütün kurumları, kuruluş ve mekanizmalarıyla burjuva kültür, düşünce ve ideolojiyi günün yirmi dört saati insanların üzerine boca ederek akılları ve vicdanları etkilemeye, teslim almaya çalışıyorlar. Sinemadan görsel medyaya, sosyal medyadan dijital dünyaya kadar teknolojinin getirdiği yenilikler arttıkça, daha özgür bir ortam yaratıyor gibi görünse de esas olarak bir şey yaptım hissi uyandırıp vicdanları rahatlatarak burjuvazinin ideolojik tahakkümünü ve kontrolünü daha da güçlendirmektedir. Ekonomiyi elinde tutması nedeniyle bütün bu alanlarda da egemen olan burjuvazi, bu sayede ezilen, sömürülen, açlık ve sefalet içindeki milyonlarca emekçinin sığınacakları inançların ve ideolojilerin reçete ve haplarını da hazırlamaktadır. Dinsel ve ahlaki sığınakların yetmediği yerde devreye alkol ve uyuşturucu sokularak ezilen ve sömürülenler gönüllü ya da gönülsüz razı olmaya, boyun eğmeye zorlanmaktadır. Bütün bunlara rağmen razı olmayanlar için de bol miktarda zindan, hapishane hazır beklemektedir.
Özellikle son yıllarda olabildiğince yaygınlaşan ve iyice derinleşen açlık ve sefalet nedeniyle ezilen ve sömürülen yığınlar bilinç yetersizliği ve bilgi kirliliği sayesinde burjuvazinin maddi ve ideolojik aygıtlarıyla daha kolay maniple edilmekte, bu acımasız ve vahşi dünyada sığınabilecekleri korunaklı bir alan arayışıyla çırpınmaktadır.
Kapitalizm en başından beri “insanı insanın kurdu” ya da yarattığı açlık ve sefalet uçurumundan kurtuluş için insanı insanlıktan çıkaran yırtıcı ve vahşi bir rekabete sürükleyerek en başından beri övgüler dizdiği bencilliği iyice pekiştirmeye; dayanışma ve paylaşımın, örgütlü davranma ve mücadele etmelerinin önüne geçmeye çalışıyor. Toplumsal koşulların yarattığı güvensizlik duygusuyla hareket eden insanlar, kendilerinin ve ailelerinin içine sürüklendiği derin yoksulluk ve açlık koşullarında ister istemez bencil duygulara kapılabilir. Verili koşullar altında ayakta ve hayatta kalma dürtüsüyle hareket eden insanlar arasındaki bu rekabet, hem bireyi ve bireyin yaşamını, hem de bireyin toplumla olan ilişkisini belirlemede etkili oluyor. En dar, en temel, en acil, en yaşamsal gereksinimlerini karşılamak için süren bu kıran kırana rekabet, uzun vadeli planların önüne geçtiği gibi, bütün ahlaki, moral değerleri de erozyona uğratıyor. Gerek bireysel gerek toplumsal yaşam tam anlamıyla kendisine benzeten kapitalizmin bugün geldiği nokta, tam bir çöküş ve çürümedir; doğanın ve insanın yıkımıdır.
İçinden geçmekte olduğumuz kapitalizmin sıçramalı çöküş sürecinin yarattığı talan ve yıkım koşullarında özellikle bağımlı ülkelerde açlık, yoksulluk ve sefalet olabildiğince derinleşip yaygınlaştı. Bu nedenle özellikle bağımlı ülkelerde gıdaya ve enerjiye ulaşmak için büyük bir rekabet var. Kapitalist sistemin yapısından kaynaklanan büyük sorunlar altında emekçi yığınların sadece yaşamlarını sürdürebilmeleri için gereken zorunlu mallar miktarı bile çok büyük. Açlık ve sefalet içindeki yoksullar en alttakiler büyük bir çaresizlik ve öfke içinde bir çıkış yolu, bir çözüm arıyor. Bu kesimler arasında eğitimli ve eğitimsiz gençler başta geliyor. Bu sistem altında bırakın geleceği “bir saat sonrasını bile planlayamadığını” söyleyen gençler ve emekçi yığınlar büyük bir isyan içinde, bütün dünyayı ateşe vermeye olduğu kadar, yeni bir dünya için her türlü maceraya da hazır.
Bütün bu koşulların moral ve ahlaki değerler üzerinde büyük bir yıkım yarattığı ortada. Bu yıkım ortamında insanların kötücül, bencil, saldırgan yanları sivrilip öne çıktığı gibi, dayanışma ve paylaşım gibi en insani yanları da ortaya çıkıyor. Bu koşularda kimin ne zaman ne yana savrulacağı belli değil. Düzenin efendilerinin çeşitli yol ve yöntemlerle bu süreç üzerinde etkili olma çabaları açık. En alttakilerin düzene karşı çıkmalarının önüne geçmek için burjuva sınıfın çabaları ve teşviki sonunda bir kısmı alkolden uyuşturucuya uzanan bataklıklarda kayıp olup giderken, bir kısmı da bencil çıkarların ve kötücül duyguların etkisi altında uyuşturucu-fuhuş-mafya çetelerinin, faşist çetelerin elinde heba oluyor. Ancak böylesi bir ortama, ortamın bütün bozuculuğuna rağmen insani duyguları ağır basan, dayanışma ve paylaşım mekanizmaları örgütleyerek ayakta kalmaya çalışan kesimler de az değil.
Yeri gelmişken söylemeden geçmeyelim; devrimci, sosyalist ya da komünist olmak, bu bozucu, çürütücü koşullardan muaf olmanın ya da kapitalizmin kronikleşmiş, çürütücü etkilerinden uzak durmanın garantisi değildir. Bu bataklıktan uzak durmanın biricik yolu, hem bireyi hem de bütün toplumu kurtaracak olan sosyalizme geçmek için örgütlü devrimci mücadeledir. Kapitalizm emekçi sınıfa, ezilen ve sömürülenlere bütün bireysel çıkış yollarını kapatarak bir tek yol bırakıyor: İsyan, ayaklanma, devrim!...
Üretici güçlerin bugünkü gelişim düzeyi bütün insanlığın kurtuluşuna giden yolda gereken maddi ön koşulları sağlıyor. İsyan ve ayaklanmalar dünyanın her yerinde daha da genişleyerek sürüyor. Bu ayaklanmaların devrimin zaferiyle taçlanması ve emeğin kurtuluşu için bilinç, örgütlülük ve devrimci komünist önderlik gerekiyor.
Özgür Güven