Kapitalizmde gelişme burjuva sınıfın güçlenmesiyle, sermaye birikiminin artmasıyla olur. Bu gelişme sürekli olarak halk kitlelerinin mülksüzleştirilmesiyle; üretici-emekçi kesimlerin ellerindeki üretim ve geçim araçlarının, emek ürünlerinin gasp edilmesiyle; sermayenin daha çok elden daha az ele doğru akışıyla ilerler.
Burjuvazinin güçlenmesi, emekçinin sefalete sürüklenmesiyle aşağılanmasıyla, açlık ve yoksulluğuyla birlikte gerçekleşir. Bu süreç toplumdaki karşıtlıkları, çelişki ve çatışmaları sürekli derinleştirip, kutuplaşmayı artırır. Ama burjuva sınıf bu durum karşısında boş durmaz, kalemşörleriyle, medyasıyla, “bilim böcekleriyle”, bin bir türlü propaganda aracıyla, bu süreci sanki bütün toplumun çıkarına bir şeymiş gibi göstermeye çalışır.
İnsanlar günlük yaşamlarında genellikle, egemen sınıf olan burjuvazinin bakış açısı ve değer yargılarıyla olaylara bakar, değerlendirirler. Çünkü toplumda düşünce üretme araçları burjuvazinin elindedir; insanlara burjuva bakış açısından düşünmeyi ve burjuva sınıfın düşüncelerini aktarırlar. Geleneksel yaşam biçimi; dini eğitimi, burjuvazinin kültürü ve sanatı, her yönden ve hep birlikte insanların kafalarına egemen sınıfın düşüncelerini yerleştirmeye ayarlıdır.
İnsanlar yaşamlarında özel ya da toplumsal olaylara dair konuşurken, düşünüp tartışırken, her birey kendi toplumsal konumundan hareket eder. Her insan, kendi toplumsal konumuna uygun davranır; düşüncelerinde toplumsal konumunun bakış açısı etkin olur: “insanların yaşamlarını belirleyen düşünceleri değil, düşüncelerini belirleyen maddi yaşamlarıdır” (Marx). Kapitalist toplumda insanlar, içinde bulundukları koşulların etkisi altında yaşar, düşünür ve davranırlar. Her zaman için toplumda egemen olan düşünceler egemen sınıfın düşünceleridir. Kapitalizmde insan insanın kurdudur, gemisini yürüten kaptandır. Kapitalizm sürekli olarak bencilliği körükler, bencil bireyler üretir. İnsanların bencilleşmeleri, hem emeğine, hem emeğinin sonuçlarına hem de topluma yabancılaşmaları; insan ilişkilerinde görülen kabalık, maçoluk, doğaya ve diğer canlılara karşı gaddarlık, kötü tutkuların gelişmesi vb. hepsi, bugün var olan toplumsal koşulların ürünüdür. Bu koşullar olumlu yönde değişip insanileştikçe, insan ilişkileri de olumlu yönde değişecek, insanileşecektir.
Her toplumda olduğu gibi kapitalizmde de egemenler halk kitlelerinin, emekçilerin cahil kalmaları için ellerinden geleni yaparlar. Halk kitlelerinin saflığı, eğitimsizliği ve bilgisizliği her zaman egemenlerin işine yaramıştır. Bu sayede alt sınıfları kolayca aldatan egemenler, egemenlik koşullarını yeniden yeniden üreterek egemenliklerini sürdürmüşlerdir. Eğer halk kitleleri aydınlanır, olayların iç yüzünü öğrenir, gerçekleri anlamaya başlarlarsa, egemenler işlerinin hiç kolay olmayacağını iyi bilirler. Egemenliklerini eskisi gibi kolayca sürdürüp kitleleri aldatamazlar. Halk kitlelerinin aydınlanması, bilinçlenmesi durumun değiştiğinin göstergesidir; artık burjuvazinin egemenliği sarsılmaya başlamış, yıkılmaya yüz tutmuş demektir.
Kapitalist gelişmenin belirli bir aşamasında, daha önceki bakış açısından farklı bir gözle olayları değerlendiren devrimci bir görüş; daha önceki görüşün tam karşıtı bir görüş olan karşıt sınıfın görüşü ortaya çıkar ve kitlelere, dünyaya bakış açılarını değiştirmelerini başka bir yönden bakmaları gerektiğini anlatır. Kitleler bundan sonra olayları, yaşananları başka bir perspektifle, işçi sınıfının devrimci bakış açısıyla ele almaya, değerlendirmeye başlar. Bu gelişme, yeni bir sınıfın, toplumda egemen sınıf olan burjuva sınıfın karşıtı devrimci bir sınıf olan proletaryanın tarih sahnesine girişidir.
Proletaryanın tarih sahnesine girişi, durumda ciddiye alınması gereken bir değişim yaratır. Devrimci bir sınıf ve bu sınıfın devrimci komünist partisi vardır ve kendi dışındaki koşullara boyun eğmezler. Bu koşulları bir veri olarak kabul eden devrimci komünist parti, toplumsal sistemin işleyişini çözümler, gelişmenin yönünü ve biçimlerini gösterir; buna uygun mücadele biçimleri ve mücadele araçlarıyla proletaryayı harekete geçmek, kendi dışındaki koşulları değiştirmek için mücadeleye teşvik eder. Koşullar ne kadar güç ve zor olursa olsun, devrimci bir sınıf olan işçi sınıfının ve bu sınıfın devrimci komünist partisinin amacı, kendi dışında var olan bu koşulları değiştirmek, emeğin kurtuluşunu gerçekleştirmektir.
Bütün insanlık tarihi boyunca insanların yaşam biçimini ve ilişkilerini belirleyen maddi temel ekonomik-toplumsal koşullar olmuştur. İnsanların yaşam biçiminin, alışkanlıklarının, inançlarının, düşüncelerinin, insan ilişkilerinin değişmesi; bütün bunların temelinde yatan ekonomik-toplumsal koşulların; üretim biçiminin ve üretim ilişkilerinin değişimiyle olur.
Nasıl ki feodal üretimden kapitalist üretime geçiş bütün bir toplumsal sistemi, bütün insanların yaşam biçimlerini değiştirdiyse, kapitalizmden komünizme geçiş de aynı şeyi yapacak, önce üretim biçimini sonra da toplumsal sistemin tamamını değiştirecektir. Yalnız bir farkla: Kapitalizmden feodalizme geçiş sürecinde; her iki toplumsal sistem de üretim araçlarının özel mülkiyetine dayandığı için, feodalizmin politik egemenliği altında kapitalist üretim ilişkileri yavaş yavaş gelişip toplumda egemen üretim düzeyine ulaşmış ve sonra da politik iktidarı ele geçirerek burjuvazi, kendi devrimini tamamlamıştır. Kapitalizmden komünizme geçerken bu böyle olmaz. Proletarya mülk sahibi olmadığı için önce politik iktidarı ele geçirir, sonra bu güce dayanarak kapitalist özel mülkiyete son verir; üretim araçlarının ortaklaşa mülkiyeti temelinde üretimin ve toplumun yeniden örgütlenmesini sağlayarak komünizme doğru ilerler. Üretimin kolektif mülkiyete dayalı olarak ilerlemesi ve bütün üretimin komünistçe düzenlenmesi gerçekleştikçe, buna bağlı olarak toplumsal yaşamın komünistçe düzenlenmesi de hayata geçecektir. Bütün toplumsal sistemin üzerinde yükseldiği ekonomik temel yetkinleşip pekiştikçe, toplumsal ilişkiler de gelişip yetkinleşecektir. Ekonomi toplumsal ilişkileri; toplumsal ilişkiler ekonomiyi yetkinleştirip geliştirdikçe, insanlığın özgürlük ve mutluluk çağı başlayacaktır.
Kapitalist toplum koşullarında emekçinin yaşamı her zaman yokluk, yoksunluk içinde, acılarla dolu oldu. Ne sağlık hizmetinden, ne eğitim hizmetinden, ne kendi emekleriyle ürettikleri emek ürünlerinden ne de kültür ve sanattan paylarını aldılar. Burjuvazi hem toplumdaki boş zamanların hem de zevklerin tamamını kendi tekeline alıp sahiplendi; emekçiye, bütün iş yüküyle birlikte açlık, sefalet, güvensiz ve güvencesiz acı yüklü bir yaşam kaldı. Oysa komünist toplumda bu böyle olmayacak; iş yükü, bütün topluma dağıtılacak; çalışma, yaşamın temel bir gereksinmesi durumuna gelecektir. Böyle olunca, boş zamanlar da bütün topluma dağıtılacak; insanların boş zamanları, yani kendilerine ayıracakları zamanları olacağından, insanın çok yönlü gelişimi gerçekleşecek; her insan toplumsal üretimden ihtiyaç duyduğu kadarını alıp tüketecek, bilimden, sanattan, kültürden, eğlence ve diğer zevklerden de payını alacak, mutluluk dolu, özgürlük dolu bir yaşam sürecektir.
Özgür Güven