Kapitalist toplumda da daha önceki sınıflı toplumlarda olduğu gibi tarihin devindirici gücü sınıf mücadelesidir. Çıkarları birbirine karşıt iki sınıf arasındaki çelişki ve çatışmaların maddi temelinde ekonomi yer alır. Ancak ideolojik üst yapı da burada etkin bir güç olarak devreye girer. Tarihsel toplumsal gelişme, bu iki karşıt sınıfın çelişki ve çatışmalarıyla ilerler.
Bugünkü tarihsel-toplumsal aşamada üretici güçlerin gelişim seviyesi bütün toplumun ihtiyaçlarını karşılayacak kadar gelişmiş olduğu halde, kapitalist özel mülkiyet ve sermayeye dayalı bu üretim sistemi nedeniyle emekçi sınıfı büyük bir yoksulluk, sefalet ve acılar içinde bir yaşam sürmektedir. Bu acıların kaynağı sermayenin egemenliği ve sömürüsünün devamı için uyguladığı baskılardır. Üretici güçlerdeki büyük potansiyele rağmen, bu sömürü ve sefaleti, acıları yaratan koşulların derinleşerek sürmesi karşısında emekçi sınıfta çok büyük öfke birikimi söz konusudur. Biriken öfke, zaman zaman bireysel eylemler, intiharlar vb biçimlerle, ama asıl olarak büyük toplumsal olaylar, isyanlar ve ayaklanmalar biçiminde patlamalarla açığa çıkıyor. Bu öfke birikimi ve ayaklanmalar tek tek ülkelerle sınırlı da değil. Bu gün artık bütün dünya emekçilerin büyük eylemleriyle, ayaklanmalarıyla sarsılıyor. Eğer burjuva sınıfın sömürü ve baskısı karşısında emekçi sınıfta büyük bir öfke birikimi olmasaydı, ezilen ve sömürülenlerin, yaşamdan kovulan milyonların eylemi de olmazdı.
Sermayenin egemenliği, sömürüsü ve baskıları altındaki emekçi sınıfın acılarından kurtulup, yarattığı uygarlığın nimetlerinden yararlanabilmesinin tek yolu ise bir toplumsal devrimdir. Eski topluma son verecek olan bir toplumsal devrim, hiçbir zaman emekçilerin ya da diğer toplumsal kesimlerin düşüncelerinden kaynaklanmaz. Toplumsal devrimi bir zorunluluk olarak emekçi sınıfın önüne çıkaran ekonominin evrimidir; bütün bir tarihsel-toplumsal gelişmedir. Bütün bu gelişmelerin yarattığı bugünkü ekonomik ve toplumsal maddi koşullar, emekçi sınıfın önüne, kendi kurtuluşunun biricik yolu, yaşadığı sorunların tek çözümü olarak bir toplumsal devrim görevini koymuştur. Bu toplumsal devrimi, gömülü olduğu bugünkü maddi koşulların içinden çekip çıkarmak ve hayata geçirmek için de, tarihin en devrimci sınıfı olan proletaryanın devrimci eylemi olmazsa olmaz koşuldur.
Bir toplumsal devrimin maddi koşullarının başında kapitalizmin krizi yer alır. Ki bu kriz, günümüzde küresel bunalım boyutlarında yaşanıyor. Ekonomik kriz, emekle sermaye arasındaki çelişki ve çatışmayı en uç noktaya kadar derinleştirip keskinleştirerek, politik, toplumsal krize de yol açtı. Bugün artık emekçi kitlelerin devrimci enerjisi, her yerde yaşanan büyük öfke patlamalarıyla, isyan ve ayaklanmalarla kendisini açığa vuruyor. Bu isyan ve ayaklanmaları, bastırmak, egemenliğini güçlendirmek ve sömürüyü sürdürmek isteyen tekelci sermaye her yerde emekçi sınıfa yönelik baskı ve terörünü artırıyor: Emek güçlerine yeni saldırılar düzenliyor; devrimci güçleri terörize etmeye, eylemlerini kriminalize etmeye çalışıyor. Bugün yaşananların da açıkça ortaya koyduğu gibi, kriz dönemleri düzen güçleriyle devrim güçleri arasındaki çatışmaların, mücadelenin en sert biçimler aldığı, şiddetlendiği dönemlerdir.
Sermayenin ve devletin baskısı ve terörü ne kadar yoğun ne kadar şiddetli olursa olsun, tarih hükmünü yürütecek, emekçi sınıf zaferi mutlaka kazanacaktır. Bu, kapitalizmin işleyiş yasaları nedeniyle ortaya çıkan bir zorunluluktur. Kapitalizmde ekonominin işleyişi emekle sermaye arasındaki çelişki ve çatışmaları sürekli olarak derinleştirip keskinleştirme yönündedir. İşçi sınıfı, kendi emeğiyle yarattığı uygarlığın bütün nimetlerinden kapitalizm tarafından uzaklaştırılırken burjuva sınıfın servetini, kendi kendisinin sefaletini sürekli olarak yeniden üretir. Bu süreç, belirli bir noktadan sonra sistemi işlemez duruma getirir. Artık, bizzat sermayenin kendisi yeniden üretimin önünde engel haline gelir. Sermayeye dayalı üretim sistemi, yani kapitalist üretim biçimi bu evreye çoktan geldi; kendi kendisiyle birlikte sermaye, bütün dünyayı da çürüterek kendi üzerine doğru çöküyor. Sistemin kendi işleyiş yasaları emekçi sınıfı, eski topluma son verip daha ileri bir toplumsal sisteme geçmeye zorluyor. Burada sermayenin ve devletin baskısı bir süre için sonuç veriyor gibi görünse de sonuç vermez, vermiyor. Emekçiler her seferinde çok daha kitlesel, çok daha büyük ve yıkıcı eylemlerle yeniden ortaya çıkar, çıkıyor. Bu, kapitalist sisteme son verinceye kadar böyle devam edecektir.
Emekçiler, sermayeye karşı mücadelelerinde tek bir eylemle sonuç alamazlar. Böyle olsa elbette çok daha kolay ve iyi olurdu, ama böyle olmaz. Sınıf mücadelesi uzun soluklu bir mücadeledir. Emekçiler kapitalizmin dünya egemenliğine karşı bugüne kadar onlarca ayaklanma, isyan ve sayısız eylem yaptılar. Bu eylemlerin büyük çoğunluğu sonuçsuz kaldı; yenen ve yenilen devrimler yaşandı. Bu uzun soluklu mücadele sürecinde kriz dönemleri hep yoğun çatışmalı dönemler oldu. Bu yoğun çatışmalı dönemlerde emekçiler, onlarca yılda olmadığı kadar aydınlanıp ileri atıldılar. Dünya devrimler tarihi bu türden ileri atılımlar, ayaklanmalar yenilgiler ve devrimlerle doludur. Bazı ülkelerde proleter komünist hareketin diğer ülkelerden daha ileri ve daha devrimci olmasının nedeni, proletaryanın devrimci bir sınıf olma niteliğinden daha çok gerçekleştirdikleri devrimci eylemler ve ayaklanmalardır. Emekçi sınıf zaferlerinden daha çok yenilgilerinden öğrenerek yollarını açtı. 1848 olmasa Komün, Komün olmasa Ekim olmazdı. Her yenilgi, emekçiler için nasıl olmayacağını öğreten derslerle doludur.
Büyük bir tarihsel olay olan devrim, çıkarları birbirine karşıt bireylerin, toplumsal sınıfların ve katmanların istek ve arzularının yönelimlerinin çok özgün bir tarihsel kesitteki çakışmasından; bütün bu olayların, üst üste binip iç içe geçmesinden doğar. Devrime katılan bireyler hangi sınıftan olursa olsun, her biri süreci kendi lehine çevirmeye, sonucu kendi istek ve arzularına uygun olarak etkilemeye çalışır. Çıkarları birbiriyle çatışan bireylerin, toplumsal kesimlerin ve sınıfların hareketinin, eylemlerinin üst üste binmesi tarihsel gelişmeyi hızlandırır. İç içe geçen, üst üste yığılan olaylar nedeniyle her şey çok hızlı ve yoğun yaşanır; gelişmeler çok ani ve sıçramalarla gerçekleşir. Böylesi tarihsel kesitlerde emekçi sınıfın sermayeye karşı sürdürdüğü sınıf mücadelesi, devrimci kitle eylemleri, açık çatışmalar, sokak savaşları biçimini alır. Bu sert çatışmalarla dolu süreç, emekçi kitlelerin baş eğmez, dirençli ve savaşkan yeteneklerini geliştirmelerinde etkili olur. Emekçiler bu türden sert mücadelelerle dolu süreçlerde birbirlerine kenetlenip sımsıkı kaynaşarak etkin bir güç haline gelirler. Bu da onlara, iktidarı ele geçirmeyi hedefleyen devrimci eylemlerinde büyük avantaj kazandırır. Buradan da açıkça anlaşılacağı gibi, gelişmelerin, emeğin iktidarıyla taçlanması için işçi sınıfı başta olmak üzere geniş halk kitlelerinin kendi örgütlerini kurmaları, devrimin zaferinin bir diğer koşuludur. Dünya deneyimi, devrim dönemlerinde harekete geçen emekçi yığınların, devrimci inisiyatif ve girişkenlikle, örgütlenme konusunda da harikalar yarattığının örnekleriyle doludur. 20. yüzyıl başında Rusya’da ortaya çıkan komite ve konseyler (sovyetler) bunun en iyi örneklerinden, en iyi bilinenlerden biridir. Bizde de aynı girişkenlikle kurulan örgütler, kısa süreli de olsa Gezi’de ve hemen sonrasında yaşanan park ve mahalle forumları oldu. Ancak ayaklanmanın geriye çekilmesiyle bu örgütler dağıldı. Bu örgütlerin devrimde çok önemli bir yere sahip olduğu biliniyor. Eğer emekçi sınıfın ve halkın sözü edilebilecek bir kesimi bu türden kapsayıcı ve demokratik örgütlerde birleşmişse, bu örgütlere dayanarak, rahatlıkla iktidara yürüyebilirler.
İşçi sınıfı tarihin en devrimci sınıfıdır. Bu doğru. Ama işçi sınıfı böyledir diye, devrimci mücadele de kendiliğinden ya da otomatik olarak başarıya ulaşmaz. Mücadeleyi başarıya ulaştırmak isteyen işçi sınıfı bu niteliğine uygun davranmalıdır. Yani işçi sınıfı kendi devrimci sınıf örgütlerinde örgütlenerek ve bu örgütler eliyle yürüttüğü, yürüteceği devrimci eylemiyle başarıya ulaşabilir. Ancak bu eylemiyle halkın geniş kesimlerinin enerjisini açığa çıkarabilir ve bu enerjiyle sermayenin egemenliğini yıkarak kapitalist özel mülkiyete son verebilir.
Özgür Güven