Dünyada bir devrim kasırgası esiyor; isyanlar ve ayaklanmalar beş kıtaya yayılmış durumda. Her yerde milyonların oluşturduğu devasa bir kitle ayağa kalkmış durumda. Ancak bu kitle homojen değil. Farklı bilinç seviyelerine, farklı yaşam biçimlerine, farklı politik tutumlara, farklı önyargılara ve alışkanlıklara sahip insanların oluşturduğu bir kitleden söz ediyoruz. Bu insanlar, dünyanın içinde bulunduğu nesnel koşullardan farklı biçimlerde ve farklı düzeylerde etkileniyorlar. Bu insanları bir araya getiren, artık daha fazla böyle gitmeyeceği, değiştirilmesi gerektiği fikridir.
Bu devasa kitleyi oluşturan kesimlerin başında proletarya ve özellikle de proletaryanın ileri kesimleri var. Her grevde, her eylemde, her toplumsal olayda burjuva sınıfa ve devletlerine meydan okuyan bu kesim devrimin en kararlı, en bilinçli savunucularıdır. Bu kesim devrimi sonuna kadar götürecek tek sınıf olan proletaryanın öncü müfrezesidir.
Bu devasa kitleyi oluşturan milyonların bir kısmı, devrimin yarı aydınlanmış dostlarından oluşur. Bu kesimler, kapitalist üretim sistemiyle temelde bir sorun yaşamasalar bile, dünya bunalımının yol açtığı devrimci kriz ve bu krizin küresel iç savaşa evrilmesi sonucunda gelecek umutlarını yitirmişlerdir. Geleceklerinin kapitalizm tarafından çalındığını, karartıldığını gören bu kesimleri, nesnel gelişmeler hızla devrim saflarına itmiştir, itmeye de devam etmektedir. Devrimin en çok arayış içinde olan, en hareketli kitlesini bu kesimler oluşturur.
Kitlenin bir diğer kesimi için, devrimin artçı birlikleri denilebilir. Büyük kentlerin o göz alıcı ışıltıları içinde yaşayan, iş merkezlerinin, borsaların, iletişim, medya, silikon dünyasının çalışanlarından oluşan bu kesim, esasında politik hesaplaşmalara açık değildir. Politikayla ilişkileri uzun zamandan beri oy vermekten öteye geçmemiştir. Altlarında arabaları, ceplerinde yüksek limitli kredi kartlarıyla alt sınıflardan daha iyi, daha rahat konforlu bir yaşamları vardır. Yeni evreyle birlikte ortaya çıkan küresel tedarik zinciri, bu kesime konforlu bir yaşam sürme olanakları sağlasa da ardı ardına gelen ekonomik kriz dalgaları yaşamlarında ciddi sarsıntılar yarattı. İşleri gereği dünyadaki gelişmelerle daha, içli dışlı olan bu kesim, küresel krizin yanı sıra karbon salınımındaki artışın yarattığı doğa yıkımı ve doğanın yağmalanması nedeniyle sisteme karşı ciddi sorgulamalar ve öfke birikimine sahiptir. Ama her şeye rağmen bu kesim sistemle ilişkilerinde, sistemin nimetlerinden yararlandıkları için ikircikli bir tavır içindedir.
Proletarya dışındaki bu iki kesim, küresel ölçekte yaşanan daha önceki ayaklanmalarda, özellikle küreselleşme karşıtı hareket olarak bilinen Seattle ve sonrasında önemli bir rol oynadılar. Bu ayaklanma dalgaları belirli bir yükselişten sonra sönümlendiler, bu kesimler de yeniden eski yaşamlarına döndüler.
Bugün artık küresel ölçekte yeniden patlayan ayaklanmalarda baş rol emekçi sınıfta; sistemin tamamen yaşamın dışına ittiği, işsizlik, açlık ve savaş başta olmak üzere kapitalizmin bütün felaketlerini Zeus’un şimşekleri gibi üstlerine yağdırdığı en alttakilerde.
Bu noktada Engels’in şu sözlerini hatırlıyoruz: “.... tarihte ilerleme nasıl var olan şeylerin yadsınması olarak ortaya çıkıyorsa, burada da -salt pratik nedenlerden dolayı- uyarlanma negatif etkinlik olarak daha iyi kavranmaktadır. Tarihte hareket önde gelen halkların bütün nazik dönemlerinde karşıtlıklarla en dikkat çekici biçimde ortaya çıkar. Böyle anlarda bir halkın, bir çıkmaz yolun iki yönünden birini ‘şunu ya da bunu’ seçmesi zorunluluğu vardır. Ve aslında sorun her dönemde politika ile uğraşan darkafalıların arzu ettiğinden daima başka türlü konur. (...) eski gericiliğe daha yoğun biçimde dönüş mü, yoksa (...) sosyalist temeli olan bir cumhuriyete kadar devrimin sürdürülmesi mi?” (Doğanın Diyalektiği, Sol Yay. 9. Basım sy.232)
Engels 1848 devrimleri üzerinden bunu söylerken, aslında devrim dönemlerine özgü bir durumdan söz ediyor. Burada asıl dikkat çekici yan, devrimin de “bir çıkmaz yolun iki yönünden biri” olduğu söylemidir. Dikkat çekici, ama şaşırtıcı değil. Zira emekçiler hiçbir zaman, bir devrime, devrimin zaferine dair güvence alarak girişmezler. Emekçi yığınlar, belirsizliklerle dolu, tehlikeli bir yol olan devrime, başka çareleri olmadığı için, bir “zorunluluk” olduğu için yönelirler.
Bugün de dünyanın her yerinde proletarya ve halklar için “yolun iki yönünden birini” seçme zorunluluğu vardır; devrim tarihsel-toplumsal bir zorunluluk olarak gündeme gelmiştir; ya umutsuzca, çaresizce, çılgın bir atılımla devrimi gerçekleştirip yeni bir yaşam kurma ya da doğayla birlikte çürüyüp yokoluş.
Kapitalizmden komünizme geçiş çağı olan çağımızda, bu zorunluluk her açıdan ve her alanda ortaya çıkmıştır. Burada devrimci komünist hareketin, devrimci kitlelerin dünya çapındaki isyan ve ayaklanmalarının, devrimci eylemlerinin amacı, ömrünü çoktan tamamlamış sermayeye dayalı bu üretim sistemine son vererek, emeği ve toplumu, üretim araçlarının ortaklaşa mülkiyeti temelinde yeniden örgütlemektir. Tarihsel gelişme bunun bütün koşullarını yaratmıştır. Bilimsel teknolojik gelişmeler, insanlığın entelektüel – kültürel birikimi, üretici güçlerin gelişim düzeyi, dünyanın her yerinde, daha ileri bir toplumsal sistem olan sosyalizme geçişi, artık daha fazla ertelenmesi felakete yol açacak bir zorunluluk durumuna getirmiştir. Kapitalizmin, emeği ve doğayı yağmalamasının böyle devam etmesi halinde doğa, doğanın bir parçası olan yaşam ve insan toplumu, hep birlikte geri döndürülemez büyük tahribatlara uğrayacaktır. Devrim, daha fazla ertelenmesi mümkün olmayan bir aciliyet kazanmıştır.
Bugün dünyanın her yerinde devrimci komünist hareket, bu devrimci dönüşümü gerçekleştirmek amacıyla faaliyet yürütüyor. Daha önceki dönemlerde bu faaliyet bir avuç öncünün girişimi olarak sürüyordu. Ama artık bu faaliyete pratik olarak milyonlarca kitle katılıyor. Dünyanın bütün kıtalarında üretici güçler eski toplumun dar kabuğuna sığmadığı için ayaklanmış durumda. Şili’den Endonezya’ya kadar milyonların katıldığı bu ayaklanmalarda şimdilik kendiliğinden yan ağır basıyor olsa da, kitleler, her geçen gün daha fazla biçimde gözünü, karanlık gecelerde yol gösteren kutup yıldızı gibi parlayan devrimci komünist öncüye dikmeye başlıyor. Bu koşullarda artık öncülük, hareketi daha ileriye götürmekten; bütün bir 20. yüzyıla damgasını vuran sosyalizmi daha yüksek, daha ileri düzeylere çıkaracak birikime sahip olmaktan, komünizm davasını başarıya götürecek kapasiteye sahip olmaktan geçiyor.
Dünyanın her yerinde kapitalizmin iki temel sınıfının hareketi, proleter hareketle burjuva hareket çok yoğun, çok sert çatışmalarla, iç savaşlarla süren kıyasıya bir mücadele içinde. Tarihin en devrimci mücadele çağında bu mücadele artık milyonlara mal olmuş durumda. Bu nedenle artık yeni bir toplum ve yeni bir gelecek, görülmeyen ufuklarda, bilinmez uzaklıklarda aranmasın. Daha ileri ve daha yüksek bir toplum olan sosyalizm artık çok ilerinin sorunu değil, ayaklanma halindeki milyonların güncel, pratik hedefi durumundadır.
Bugünün dünyasının nesnel gelişmeleri, emekçi sınıfın dünyanın devrimci dönüşümü hedefiyle sürdürdüğü devrimci sınıf mücadelesi, üretici güçlerin önündeki en büyük engel olan sermayenin ve sermayeye dayalı bu üretim sisteminin artık son demlerini yaşadığının kanıtlarıyla dolu. Ayaklanmaya büyüyen olayların dünya çapındaki akışı, çok çeşitli biçimler ve yollarla emekçi sınıfı yeni toplumun kuruluşuna hazırlıyor. Sosyalizme doğru hızlanarak akan bu tarihsel-toplumsal hareket mutlaka hedefine ulaşacaktır.
Özgür Güven