2002’de dinci faşist hükümeti işbaşına getirecek olan erken seçimlerden önce yaşananlar, devrimci dalganın yükselişini hazırlayan ve hızlandıran ayaklanmaların, yerel isyanların yavaş yavaş genel ayaklanmayı hazırladığını, bir ayaklanmanın mayalanmaya başladığını işaret ediyordu. 2002’nin ilk büyük kitle eylemi Diyarbakır, Batman, Siirt’te yapılan “kayıplara karşı” gösteriler oldu. Kitlelerin sokağa çıkmasını, kent merkezlerine yürümelerini engellemek amacıyla kurulan polis barikatları sert çatışmalarla aşıldı; yürüyüş ve gösteriler yapıldı.
Bu eylemleri Newroz eylemleri izledi. Yüzbinlerin oluşturduğu kitleler pek çok kentte meydanlara çıktı. Büyük mitingler ve gösterilerle yapılan Newroz kutlamalarında tutsakların özgürlüğü ve F tipi zindanların kapatılması istemleri haykırıldı. 1 Mayıs’ta pek çok işyerinde işçiler şartelleri kapatıp iş durdurarak 1 Mayıs gösterilerine katıldı; bütün kentlerde eyleme geçen emekçi kitlelerden milyonların talepleri arasında f tipi zindanların kapatılması ve tutsakların özgürlüğü öne çıkan talepler oldular.
Ağustos ayında KESK’in Ankara’da organize ettiği merkezi eylem için pek çok kentten gelen emekçilerin Ankara’ya girişi polis-jandarma barikatlarıyla engellenmeye çalışıldı. Onbinlerce emekçi çatışa çatışa barikatları aşıp kente girdi. Sıhhiye meydanına çıkan 15 bini aşkın emekçi davul zurnayla halay çekip düşman çatlattı, haklı taleplerini haykırdı. KESK, 6 Eylül’de bütün kentlerde iş bıraktı. Pek çok okulda öğrenciler derslere girmeyerek öğretmenlerini desteklerken, okullarda ve devlet dairelerinde işler durma noktasına geldi.
2002 erken seçimlerinden hemen önce, 9 Eylül’de devletin yaptırdığı bir anketin sonuçları açıklandı. Bu ankete göre seçmenlerin yüzde 34’ünün oy vermeyeceği anlaşılıyordu. Zaten seçim sonuçları da bunu doğruladı: 12 milyon seçmen sandığa gitmedi. Bilinçli ya da bilinçsiz 12 milyon seçmen -ki toplam seçmen sayısının yaklaşık olarak üçte biri demektir- sorunların çözümünü parlamentodan beklemiyor, sandıkla, seçimle ilişkisini kesiyor demekti bu. Hemen ekleyelim, 12 milyon, 2002 seçimlerinde birinci parti olan ve ilk kez hükümet kuran dinci-faşist partinin aldığı oydan daha fazlaydı. Anlatılanlardan açıkça görüleceği gibi kitle hareketi seçim öncesinde ve sonrasında kesintisiz olarak sürüyor, devrimci dalga yükselişini sürdürüyordu. Bu dönemde, kendilerine “öncü” diyen ortalama solun önemli bir kesimi ise devrimin yenildiğini söyleyerek ölüm orucunu bırakıp eylem kırıcılığı yapıyordu. Devrimi, kendi pankartlarının arkasında toplananlarla sınırlı sanan oportünist ortalama solun ideolojik, politik sefaleti açığa çıkıyordu.
2002 seçimlerinden sonra “yeni hükümete fırsat verme” adına UKH tek taraflı ateşkesi uzattığını ilan etti. Kürdistan’da çatışmalar en alt düzeylere indi. Sadece ordu ve polis operasyonlarına bağlı olarak sürdü. Türkiye kesiminde de işçi sınıfı ve emekçilerin eylemlerinde geçici bir düşüş görüldü. Bunun nedeni, “ilk defa” hükümet olduklarını, işleri yoluna koyacaklarını söyleyen dinci-faşist partinin icraatlarını görmek, gözlemek, anlamaktı demek yanlış olmaz. Zaten 2004’ten itibaren kentlerde ve kırlarda yeniden tırmanmaya başlayan olaylar, çatışmalar ve devrimci mücadele bunu kanıtlıyordu.
2002’de oportünist ortalama solun önemli bir kısmı ölüm oruçlarını bıraksa da, zindanlardaki ölüm oruçları kesintisiz devam etti. 2004’te işçi ve emekçi sınıfların, halkların mücadelesinde yeniden bir yükseliş başladı. Mart ayında önemli bir eylem olan Lastik işçilerinin (Goodyear, Pirelli, Brisa) grevleri ertelendi. İşçiler sokağa indi. “Yeni” hükümetin bu ilk grev ertelemesi, işçilerin önemli bir bölümünün hükümetten beklentisini bitirdi, kafalarındaki tereddütleri sildi: “Yeni” hükümetin işçi sınıfına düşmanlığı netlik kazandı.
Nisan’da özelleştirmelere, Tüpraş’ın satışına karşı işçiler “sessiz” protesto yaptılar. Ancak işçiler, hükümetin yanı sıra sendikalara ve sendikacılara karşı da öfkeli ve tepkiliydi. Zira sendikalar işçileri son aşamaya kadar oyalayıp engellemiş, satış tamamlanırken de yasak savma mahiyetinde olabilecek en geri eylemle onları bir kez daha aldatmıştı. İşçiler, sendika barikatlarının aşılması gerektiğini yavaş yavaş anlıyor, bilince çıkarıyorlardı.
İşçi sınıfı hareketlenirken UKH’de bir deklarasyon yayınlayarak 6 yıldan beri devam eden ateşkesi Mayıs 2004’ten itibaren bitirdiğini açıkladı. İmralı’nın kararıyla yurtdışına çekilmeye çalışan gerilla, geri çekilme sürecinde devletin saldırılarıyla, 500 kayıp verdiğini açıkladı. Ateşkesin sona ermesiyle birlikte gerilla, Erzurum, Hatay, Adıyaman, Hakkari ve Dersim’i de kapsayan çok geniş bir alanda eyleme geçti. Kayıpları nedeniyle misillemeler, karakol baskınları yaptı, alan tutmaya başladı. TSK, binlerce askerle operasyona çıktı: Sadece Van ve Dersim’de iki kentle sınırlı operasyonlarda 5 binden fazla askerin operasyona çıktığı açıklandı.
2004’e asıl damgasını vuran eylem ise NATO’ya karşı devrimci kitle eylemleri oldu. NATO zirvesinin İstanbul’da toplanmasına karşı günlerce süren NATO ve emperyalizm karşıtı devrimci kitle eylemleri gerçekleşti. 2000’li yılların başında NATO, 21. yüzyıl için “Ayaklanmalar yüzyılı” saptaması yapmıştı. Emperyalist kapitalist sistemin çöküş sürecine girmesi ve ABD hegemonyasının dağılmaya başlamasıyla birlikte 9 Eylül 2001’de ABD, Küresel iç savaşı başlattı. NATO bu gelişmeler karşısında kendi kendisini yeniden organize etmeye ve küresel iç savaş olarak başlamış olan 3. Dünya savaşında emperyalist kapitalist sistemin karargahı ve cephe gücü olarak konuşlandırmaya hazırlanıyordu. Bu amaçla İstanbul’da toplanan zirve toplantısı boyunca, zirvenin yapıldığı Lütfi Kırdar’a giden bütün yollar trafiğe kapatıldı. Kitleler, Okmeydanı’ndan Beşiktaş’a, Tarlabaşı’ndan Nişantaşı’na kadar bütün bölgeyi ablukaya aldı, günlerce polisle çatıştılar.
Özgür Güven