Devrim siyasi iktidarın ve ekonomik alt yapının köklü değişimidir. Değişen ekonomik alt yapı belirli bir sürede toplumsal ilişkileri ve üst yapıyı da değiştirir. Yeni bir topluma geçişin başka bir yolu da yoktur. Yeni toplum kuruluşu, ancak var olan koşulların devrimci dönüşümüyle gerçekleşir. Bunun için proletarya ve emekçi yığınların sınıf mücadelesini sonuna kadar sürdürmesi, aktif politik mücadeleyi yükseltmesi bir zorunluluktur.
Bu devrimci dönüşüm, dünyada eş zamanlı olmaz. Kapitalizmin eşitsiz gelişimi nedeniyle, her ülkedeki gelişim düzeyi ve nesnel koşullar birbirinden farklıdır. Buna bağlı olarak, her ülkedeki işçi sınıfı hareketi de farklı gelişme aşamalarında bulunur. İşçi emekçi kitlelerini ve diğer ezilen sömürülen yığınları devrimci mücadeleye kazanmak için, o ülkenin içinde bulunduğu ekonomik, politik, toplumsal gelişme aşamasını ve nesnel koşullarını göz önünde bulundurmak gerekir. Marksist Leninistler örgütlenme faaliyeti sürdürürken hem işçi sınıfı hareketinin, hem mücadele verdikleri ülkenin içinde bulunduğu somut gelişme aşamasına uygun davranır; mücadele ve örgütlenme politikalarını ona göre belirlerler.
Türkiye ve Kürdistan açısından verili anın somut koşulları gereği önümüzdeki süreçte DHD'yi (Demokratik Halk Devrimini gerçekleştirip DHİ'yi (Demokratik Halk İktidarını) kurmak ve oradan da kesintisiz olarak sosyalizme ilerlemek gerekiyor. Bu geçiş sürecinde gelişmenin şu ya da bu aşamasında iç savaş kaçınılmaz bir zorunluluk olarak gündeme gelir. Proletaryanın ve emeğin kurtuluşunun tek yolu olan sosyalizme geçmek için proletaryayla burjuvazi arasında, emek güçleriyle sermaye güçleri arasında birinin diğerine iradesini kabul ettirmek amacıyla verdiği amansız bir savaştır bu. Bütün dünyada olduğu gibi, bizde yaşanan devrimci mücadelenin tarihi de bunun en açık kanıtlarıyla doludur.
1871 Paris Komünü'nden, hatta öncesinden, 1848 devrimlerinden başlayarak dünyanın her yerinde yaşanan, yenen ve yenilen devrimlerin hepsi bunu kanıtladığı gibi, bu tezler, daha önceki burjuva devrimlerle de uygunluk içindedir. “Az bile olsa özgür ve ilerici bütün ülkelerde tüm iktisadi gelişimin, bütün dünyadaki tüm çağdaş toplum tarihinin aralarında uzlaşmazlığa yol açtığı ve bu uzlaşmazlığın şiddetlendirdiği sınıflar arasında, yani burjuvazi ve proletarya arasında genellikle -hemen hemen istisnasız da denilebilirdi- bir iç savaş görülür.” (Lenin, Ekim Devrimi Dosyası). Lenin'in de söylediği gibi iç savaş; “tüm çağdaş toplum tarihi” boyunca üst üste binen, biriken, tekrarlanan, artan ve şiddetlenen ekonomik, politik, toplumsal çelişki ve çatışmaların, sınıflar mücadelesinin gelişiminin belirli bir aşamasında iki karşıt sınıf arasındaki mücadelenin silahlı çatışma biçimini almasından başka bir şey değildir. Sınıflar mücadelesi, gelişiminin belirli bir aşamasında kaçınılmaz olarak bu biçimi alır.
Elli yıldan beri süren sert sınıf mücadelesinin deneyimine dayanarak iç savaşın bizdeki gelişimine kısaca bir göz atalım. Neredeyse yüzyılı aşan bu topraklardaki sosyalizm mücadelesinde devrimci olan ne varsa Denizlerle başlar. Biz de bu tarihsel dönemden başlayacağız.
1960'lı yıllar boyunca Türkiye kapitalizminin gelişimi sürdü ve işbirlikçi karakterde de olsa sanayi alanında tekelcilik egemen oldu. 1960'ların sonuna doğru Türkiye kapitalizminde kriz baş gösterdi. Bu kriz toplumun çeşitli kesimleri arasında yaygın eylemlerle de beslendi. Çukurova, Ege, Trakya gibi sanayi hammaddesi için tarım yapılan kapitalist tarımın geliştiği bölgelerde toprak işgalleri, isyanlar başladı.
1960'ların sonu 70'lerin başında işçi sınıfı da hareketlendi. İşçi grevleri yaşandı. ABD'nin kurdurduğu TÜRK-İŞ gibi bir devlet sendikasının varlığına rağmen DİSK kurulup örgütlenmeye başladı. Aynı dönemde öğrenci gençlik hareketleri devrimci mücadele örgütlerine evrilmektedir. Bu dönemin en büyük kitlesel eylemi 15-16 Haziran'dır. Ayaklanma boyutlarına varan, dört koldan İstanbul'a yürüyen işçi sınıfından yüzbinleri bulan kitleyi ne polis ne asker durdurabilir; işçiler barikatları ve tankları aşarak ilerlerler. Öğrenci gençliğin etkin olarak desteklediği hareketin gücü karşısında korkuya kapılan sermaye ve devleti geri adım atar, sendika yasasını geri çeker.
Bu eylem politik bir eylemdir, ancak politik olmasına rağmen kendiliğinden bir eylemdir.
Toplumsal gelişmenin hızlandığı, sınıflar mücadelesinin isyan ve ayaklanma biçimine doğru gelişmesi karşısında tekelci sermaye çareyi 12 Mart askeri faşist cuntasında arar. Henüz yolun başında bulunan devrimci örgütleri ortadan kaldırmak, devrimci önderleri katlederek devrimin gelişimini durdurmayı hedefleyen sermaye ve faşist devleti, Nurhaklarda Sinanların katlinden sonra Kızıldere'de Mahir'i ve 10'ların katliamını gerçekleştirir, sonra da Denizlerin idamını. Toplu tutuklamalar ve işkencelerden sonra askeri mahkemelerin kararıyla pek çok genç ve işçi devrimci olduğu için zindanlara kapatılır.
Toplumsal muhalefetin ve devrimin gelişimi karşısında cuntacılar geriye çekilir, parlamenter faşizm uygulamaya girer. 73-74'te yükselişe geçen toplumsal muhalefet sonucunda devrimci tutsaklar da dahil zindanlar boşaltılır. Devrimci mücadele yeniden ivme kazanıp yükselişe geçer. Bu süreçte politik grevler öne çıkar. Hedefine DGM'leri koyan metal işçilerinin başını çektiği 1976'daki yaygın grevler sonucunda DGM'ler kapatılır. İşçi sınıfının o dönemdeki en etkin politik grevi oldu bu grev. Bu eylemlerin ağırlıklı kitlesi işçilerdir. Gençlik hareketleri ve öğrenci gençlik de bu eylemlere etkin olarak destek verir, içinde yer alır.
1976'da sözü edilecek en önemli kitle eylemlerinden biri de 1 Mayıs'tır. Cumhuriyet tarihinde ilk defa açık sokak gösterileriyle, mitingle kutlanır. 1 Mayıs Taksim mitingine yüzbinden fazla kitle katılır. 1 Mayıs nedeniyle pek çok iş yeri ve fabrikada fiilen iş bırakılıp toplu halde Taksim'e çıkılır. 1 Mayıs gösterileri işçilerin sınıf bilincindeki gelişme düzeyini gösteriyor. Bu gelişimi engellemek amacıyla tekelci sermaye sivil faşist çeteleri MHP eliyle sokağa saldı. Bu çeteler eliyle katledilen öğrencilerin cenaze törenleri onbinlerin katıldığı görkemli anti-faşist gösterile dönüştü.
1977 1 Mayıs'ı devrimin güçlü bir yükseliş içinde olduğu, sadece metropolleri değil, Anadolu'daki pek çok kenti de kapsamaya başladığı, örgütlü devrimci mücadelenin hızla yayıldığı bir dönemde karşılandı. Tekelci sermaye ve faşist devlet, devrimin gelişimini engellemek amacıyla 77 1 Mayıs'ını kana buladı. 77 1 Mayıs'ı o güne dek yapılan en görkemli, en kalabalık mitingdi: 500 binden fazla işçi ve emekçi katılmıştı. Sermaye, işçi sınıfı ve emekçi yığınları açık terör ve baskıyla, katliamla durdurmayı denedi. Kitle silahlarla taranıp panzerler tarafından ezildi. Aynı gün akşam evlerine dönen işçi ve emekçilerde korku değil, yaşanan vahşi katliama duyulan öfke ve intikam duyguları hakimdi.
15-16 Haziran'ı kat kat aşan bu eylemlere DİSK öncülük etmiştir.
Bu dönem özellikle öne çıkan bir diğer katman da öğrenci gençliktir. Ezici çoğunluğu işçi-emekçi çocukları olan öğrenci gençlik bu dönemde hızla örgütlenerek silahlanmaya başladı. Önceleri savunma amacı taşıyor olsa da bu süreçte silahlı mücadele özellikle bu kesim eliyle öne çıkmaya başladı. Sermaye ve faşist devletin buna yanıtı sokağa saldığı sivil faşist çeteler eliyle işçi-emekçi mahallelerinde kahve taramaları, bombalamalar oldu. Evlerinde bastıkları 7 TİP'li öğrenciyi topluca katlettikleri gibi 16 Mart 1978'de İstanbul Üniversitesi öğrencilerini bombalayıp 7 öğrenciyi de Beyazıt'ta katlettiler. DİSK bu katliamlara “Faşizme İhtar Eylemi”yle cevap verdi: İş bırakıp yolları trafiğe kapattı.
1977, sınıflar mücadelesinin açık iç savaş boyutuna vardığının en açık kanıtlarıyla doludur. Aynı süreç 1978'de daha vahşi, daha kanlı boyutlara vararak sürdü. 77 1 Mayıs'ını kana bulayıp devrimci mücadeleyi ezmek isteyen sermaye, 78 1 Mayıs'ında tam tersi bir sonuçla karşılaştı: Taksim Meydanı çok daha görkemli ve öfkeli kalabalıklarla, işçi ve emekçilerle dolmuştu.
Bu süreçte toplumun bütün ezilen ve sömürülen kesimlerinde örgütlenme ve devrimci mücadeleye katılım arttı. Mücadele Türkiye ve Kürdistan'ın bütün kentlerinde ve kırsal kesimlerinde giderek yayılıyor, devrim güçlenip gelişiyordu. Yasal ve yasadışı grevler, boykot, miting, gösteri artmış; öğretmenlerden polislere kadar bütün devlet memurları kendi yasal örgütlerini kurmuş, toplumdaki saflaşmaya uygun olarak onlar da saflaşmışlardı. Tekelci sermaye toplumdaki siyasal saflaşmaya büyük bir katliamla yanıt verdi. Aralık 1978'de sivil faşist çeteler polisin ve ordunun kışkırtması, gözetimi ve dolaylı desteği altında Maraş'ın yoksul alevi kesimlerinin yaşadığı emekçi mahallelerine saldırdılar. Kadın, erkek, çocuk demeden 100'den fazla insanı katlettiler. Günlerce süren bu katliam toplumun geniş kesimlerinin nefretini ve tepkisini çekti. Tekelci sermaye ve faşist devleti yine yanıldı: Ezilen ve sömürülen emekçi yığınlar korkup sinmek bir yana büyük bir öfkeyle karşılanan bu katliamdan sonra boykot, direniş, işgal ve yürüyüşler daha güçlü, daha yaygın olarak yaşanmaya başladı. Silahlı çatışmalar her yana, her kente ve mahalleye yayıldı. Emekçi kesimlerde ve Alevilerde yoğun bir silahlanma eğilimi gelişti. Sivil faşistler her yerde devrimcilerin ve halkın saldırılarıyla karşılaştı. Bir çok mahalleden ve okuldan silah zoruyla sökülüp atıldı.
…Devam edecek
Özgür Güven