Kapitalizmin hem dünya ölçeğinde hem de tek tek ülkelerde geçerli evrensel yasalarından biri de kendi tarihsel gelişim sürecinde kendisinin sonunu getirecek ögeleri de birlikte geliştirmesidir. Kapitalizmi yıkacak olan ögeler bu düzenin içinde doğar ve gelişir. Koşullar olgunlaşıp yıkıcı güçler yeterince güçlenince de bu toplumsal sisteme son verirler.
Kapitalizmde egemen sınıf olan burjuvazi, daha en baştan kendi mezar kazıcısı olan proletaryayla birlikte doğar. Burjuvazi ancak kendi karşıtıyla birlikte vardır. Tek tek ülkelerde olsun dünya ölçeğinde olsun politik olaylar hangi biçim altında görünürse görünsün, hepsi de emek sermaye çelişkisi üzerinde yükselir. Tarihin geldiği bugünkü aşamada dünyanın her yerinde yaşanan sınıfsal çatışmalarda, mücadelelerde, bütün politik toplumsal olaylarda asıl neden emek-sermaye çelişkisidir. Bu belirlemeden hareketle şu gerçeğin altını çizmek gerekiyor: Dünyanın her yerinde süren mücadelelerde asıl olan proletaryanın verdiği sınıf mücadelesidir. Proletarya bunu sonuna kadar vardırdığında kurtuluşunu da gerçekleştirecektir.
Burjuvazinin sınıf egemenliği devlet olmadan devlet zoruna dayanmadan varlığını sürdüremez. Tekelci kapitalizm koşullarında devlet de tekelci devlettir, tekellerin devletidir, tekellerin hizmetindedir. Görevi tekelci egemenliğin sürmesi ve tekellerin gücünün artması için gerekenleri yapmaktır. Günümüzde öteki şeylerin yanı sıra, çeşitli şekillerde tekellere kaynak yaratarak, kasalarına para akıtarak onları daha da güçlendirir. Özelleştirmeler yoluyla bu yapıldı, yapılıyor. Taşeron çalışmanın yaygınlaştırılmasıyla emeğin sömürüsü ve talanının yoğunlaştırılması; sağlık, eğitim gibi kamu harcamalarına devlet bütçesinden ayrılan harcamaların kısılmasıyla elde edilen birikimler tekelleri daha da güçlendirmeye hizmet etmektedir.
Aynı şekilde işçilerden kesilerek işsizlik fonunda toplananlar da yatırımı teşvik adı altında tekellere ikram ediliyor. Kıdem tazminat fonu oluşturarak aktaracakları kaynakların da aynı amaçla kullanılacağı şimdiden görülüyor. Yine bazı kamu kuruluşları, vakıflar ve bazı kamu bankalarına ait varlıkların bir araya toplanmasıyla oluşturulan varlık fonunun da tekellerin güçlendirilmesi için kullanıldığı, kullanılacağı ortada.
Bütün bunlar kaçınılmaz olarak toplumdaki sınıfsal çelişkileri keskinleştirip çatışmaları şekillendiriyor. Sermaye kendi eliyle bu çelişki ve çatışmaları yumuşatan sosyal yatırımları birer birer ortadan kaldırıyor. Proletarya ve emekçi yığınların sefaleti, yoksunluğu, yokluğu alabildiğine derinleşiyor. Sermayenin kendisi burjuva toplumu havaya uçuracak çelişki ve son kertesine kadar keskinleştirip olgunlaştırıyor.
Ekonomi ile politika arasındaki sıkı bağ ve ilişkiyi bir kez daha vurgulamanın tam yeri. Ama bunu söylerken kastımız politikanın ekonominin yoğunlaşmış hali olduğuna vurgu yapmak değil. Bu zaten biliniyor. Asıl vurgulamak istediğimiz işçi sınıfının politik mücadelesiyle ekonomik mücadele ve kazanımlarıyla arasındaki ilişkidir. Proletarya ne zaman politik olarak etkin olup güçlü konuma geldiyse, bu derhal ekonomik alanda da artıyor, günlük yaşamı biraz daha iyi duruma geliyor. Ne zaman politik olarak zayıflar da gücünü kaybederse, bu sefer elindeki kazanılmış hakları da koruyamıyor, ekonomik alanda da kayıplara uğruyor. Bu hem bizim gibi bağımlı ülkelerde hem de emperyalist ülkelerde böyle. 150 yılı aşkın sınıf mücadeleleriyle kazanılmış haklar bugün birer birer budanıp kuşa dönüştürülüyor. Bunda Sovyetler Birliği ve sosyalizmin dağılmasının büyük rolü var. Özellikle ikinci emperyalist savaş sonrasında proletaryanın sosyalizme yönelmesinin önüne geçmek için bir burjuva silahı olarak kullanılan sosyal devletler, proletarya ve emekçiler için sağlık, eğitim, emeklilik, işsizlik sigortası, işçi sağılığı ve iş güvenliği gibi pek çok alanda ekonomik kazanımlar getirdi. Ancak 20. yüzyılın sonuna Sovyetler Birliği'nin dağılması ve bir çok ülkede gerçekleşen karşı-devrimler sonucunda sosyalizmin yıkılmasından sonra proletarya, bütün bu kazanımları kaybetmeye başladı.
Politika ile ekonomi arasındaki bu sıkı bağ bizde de kendisini gösteriyor. Sendikal örgütlenmenin 70'li yıllarla kıyaslanması bile dediğimizin açık kanıtıdır. Yani sendikal örgütlenmeden tutun, çalışma koşullarının ağırlığına, taşeron çalışmanın yaygınlığına, ücretlerin düşüklüğüne, sigortasız ve kayıtdışı çalıştırmaya, işten atmalara, iş kazası denen iş cinayetlerinin yaygınlığına kadar her alandaki proletarya aleyhinde koşulların ağırlığında işçi sınıfının politik örgütlenmesi ve politik mücadelesinin zayıflığının önemli payı var.
Politik örgütlenme ve politik mücadele derken kastımız işçi sınıfının devrimci mücadelede, demokrasi ve sosyalizm mücadelesinde omuzlaması gereken görevleri yeterince yerine getirmiyor olmasıdır. Elbette biliyoruz bu topraklarda her büyük toplumsal olay proletaryanın damgasını taşıyor. Tekel eylemleri mi dersiniz, Gezi Ayaklanması mı, yoksa Kürt kentlerinde yaşanan hendek-barikat savaşları mı, hepsinde bu açık. Bu eylemlere katılanların ezici çoğunluğu ücretli emekçi. Ama bu katılım politik örgütlenmeye dayanmadığı için, burjuvazinin sınıf egemenliğine son verip sosyalizme geçmeyi hedeflemediği için yapması gereken etkiyi de yapamıyor.
Feuerbach Üzerine Tezler'de “Tüm toplumsal yaşam, özünde pratiktir” der Marx, proleter hareketin kendisi de pratiğe dayanmak zorundadır. Tabi buradan teorinin önemsiz olduğu sonucu asla çıkarılamaz. Zira teori, pratiğin soyutlanmasından çıkar. Proletarya, burjuva sınıfın, sermayenin egemenliğine ve kapitalizme pratik yoluyla (devrimle) son verip sosyalizme geçmek amacıyla hareket etmelidir. Bunu amaçlamayan proleter hareket dağılmaktan kurtulamaz. Aynı şekilde, proletaryanın dünyayı değiştirme amacına bağlanmayan bütün toplumsal hareketler de aynı akıbetten kurtulamaz. Bu nedenle proletarya ile burjuvaziyi uzlaştırmaya çalışan küçük burjuva hareketin başarı olasılığı yoktur. Bu toplumda daha ileri gitmenin tek bir yolu var: Sınıf mücadelesi. Sınıf mücadelesine dayanmayan bir hareket varlık nedenini yitirir, aynı zamanda yozlaşıp dağılır. Proletarya asıl amacı olan politik kurtuluşuna sadece sınıf mücadelesi yoluyla, yani pratikle ulaşabilir.
Özgür Güven