Siz hiç kulak asmayın kötü niyetli birkaç milyoncuk insanın kasıtlı sözlerine. Amaçları belli; memleketin imajını zedelemek. Vatan haini bunlar, allahtan yoksullar, birde zengin olsalardı nasıl baş edebilirdik bunlarla... Çekemiyorlar cıvıl cıvıl, hareketli, memleketimizin bu güzel hallerini!..
İnanmayan baksın şu döviz kurlarına. Pinpon topu gibi zıplayıp duruyor. Başka ülke kurları gibi yavaş ve sıkıcı değil. Adeta yüz metreyi beş saniyede koşuyor. Usain Bolt da kimmiş ki!..
Mazot ve benzin fiyatları nasıl! En çekişmeli basket maçından daha heyecanlı değil mi? Hem bu yolla trafik sorunu da çözülecek. 1.6 motorlu bir araca kaç kişi yakıt yetirebilir ki! Hem arabalar kapıda durursa sadece trafik sıkışıklığından değil hava kirliliğinden de kurtuluruz...
Ya gıda fiyatları!... “Gazi Koşusu” yanına bile yaklaşamaz. Şekerin sürati rahvan arap taylarına taş çıkartır. Beyaz peynir de ya şampiyon, ya ikinci. Gerçi iç kulvardan çay da fena ataklar yapıyor... Bu nedenle markete girdiğimizde yüreğimiz hop oturup hop kalkıyor. Raftan kasaya gelene kadar, on olan on beşe çıkıyor. Ne heyecan ama!...
Gıda fiyatlarının bu seyri, israfı da önlüyor. Bırakın ekmeğin zerresini çöpe atmayı, insanlar çöpteki kırıntıları bile topluyor!... Başarı değilse nedir?
Sağlık açısından da çok faydalı. Mesela obezite hastalarının sayısı hızla düşüyor. Zayıflamanın en kestirme yolu aç kalmaktır!... Vesselam.
Keza hayvansal ürünlere gelen astronomik zamlardan sonra Vegan, vejeteryan hareketler sevinmiş oldular. Fiyatlar öyle muhteşem ki, kimsenin süt içmeyi ya da et yemeyi aklından bile geçirmediği söylenebilir...
Tabii olaylara böyle olumlu, iyi yanından bakmak onlara göre değil. Varsa yoksa şikayet... İşte birkaç örnek daha.
Neymiş, tarlalar ekilmiyormuş. Cahil cühela takımı işte, toprağın da bir canı var. Bir elli yıl kadar dinlensin istedik. Siz 50 yıl sonra görün bu tarlaları...
Neymiş, göller kurumuş. Biz bu olayı toprak kazanımı olarak görüyoruz. Suyun altında kalan topraklarımızı kurtarmakta kararlıyız!..
Dereler kurumuşmuş; sel riskini yok ediyoruz. Kurutup içine bina yapıyoruz. Sular da gitsin başka yerden aksın, onu da biz mi söyleyelim!...
Ormanları yok ediyormuşuz. Bilakis biz onları bölerek çoğaltıyoruz.
Denizler kirleniyormuş, bu da mı bizim suçumuz!...
Kadınlar katlediliyormuş, erkekler edilse daha mı iyi. Hem bizi karıştırmayın; kaderi tanrı yazmış!
Yerli para değer kaybediyormuş. Elin parası kıymetli, bunu kimse görmüyor tabii. Hem milli paramız zaten değersizdi. Bunun için kalp kırmaya değer mi?...
Şimdi diyorsunuz ki “arkadaş bu ne ciddiyetsiz ve bu ne cahilce kaleme alınmış bir yazı.”
Haklısınız. Zaten bunları yazmak, Leninist yazın okurlarına karşı da bir saygısızlık sayılabilir, hatta sorumsuzluk.
Lakin bu ciddiyetsizlik ve cahillik; bu saygısızlık ve sorumsuzluk bize ait değil...
Bunlar dinci faşist parti iktidarının ve temsilcisi olduğu burjuva sınıfın şu anki pratiğinin ve milyonlarca emekçinin karşısında yaptıkları aymazca açıklamaların kısa ve yalın tercümelerinden biridir...
Evet, gözlerimizin içine baka baka biz, milyonlarca emekçiye karşı söyledikleri de arz-ı endamları da bu... (Tekrar biliyoruz ama altının çizilmesi gerekiyordu.)
Evet sinir bozucu, saygısızca, seviyesizce ve evet bizi aptal yerine koyuyorlar!
Ancak bu öylesine yapılmıyor. Bu bir “sosyal mühendislik” çalışması. Bununla hedefledikleri sinirlerimizi bozarak; bıkkınlık ve boşvermişlik (yani bir çeşit kabullenme!) yaratmak istiyorlar.
Umutsuzluk çok etkili bir silahtır. Şuan milyonlara karşı bunu da kullanıyorlar. Tek amaçları ve tek araçları bu değil elbet ama kesinlikle kullandıkları araçlardan ve ulaşmak istedikleri amaçlardan biridir.
Peki ne olacak?
Gerçekten de emekçiler bir çıkış olmadığına inanarak karamsarlık denizlerinde umutsuzluklar içinde tükenecek mi?
Yani emekçi bugünden, daha önemlisi yarından hem de çocuklarını bekleyen o yarından vazgeçerek “buna da şükür” mü çekecek. Yoksa harekete mi geçecek?
Dinci faşist partinin ve burjuvazinin çabası ne kadar çok olursa olsun, onlar ne kadar umutsuzluk ve çaresizlik hissi pompalamaya çalışırsa çalışsın, bu ciddiyetsiz lümpen jargonlarıyla moralimizi bozmaya çalışırsa çalışsınlar, yine de başaramayacaklar.
Şu ana kadar başaramadılar.
Şu andan sonra da başaramayacaklar. Çünkü karşı koyanlar var. Az da değiller. Kimileri fabrikalarda (grevler, işyeri işgalleri!..) kimileri üniversitelerde (Boğaziçi ve diğerleri!) kimileri sokakta (kadınlar, Cumartesi Anneleri, Kürt halkının öncüleri) kimileri ormanda, tarlada, köyde (Muğla’dan İzmir’e, Artvin’de her yana!)... Bunlar umutsuzluk adlı durgun suları ezip geçecek denizlerin dalgalarıdır. Çok sürmez köpürmüş ak batı atlar gibi şaha kalktıklarına da şahit olacağız.
Elbette yeterli değil ve dahası, şu an dağınık. Fakat kimse aldanmasın bu parçalı bulutlu görüntüye. Her şey bir rüzgara bakar, bulutları önüne katıp gelen o fırtınaya. Her şey doğru bir an’ı bekler tarihi arkasına alıp da gelen o anı...
Bazen bir tek insan çıkar en öne ve bir ateş yakar. (Buazizi / Tunus. Hala süren ve tüm bölgeyi kapsayan devrimlerin ilk ateşleyici fünyesi olma onuru ona aittir!) İşte bu ateşle, bütün o dalgalar birleşir. Sonra birleşen bu dalgalar devleşir. Sonra bu dalgalar durgun denizlere yürür ve onları da kendine katar. Sonra durgun denizleri de dalgalandıran bu şaha kalkmış atlar kale surlarını, bent duvarlarını yarıp geçercesine yıkar geçer ona örülen bütün kıyıları...
Sonra kopar kızılca bir tufan, sonra yeniden dizilir çarklar, makinalar, köprüler, yollar, yeniden kurulur hayatlar. İnsan yeni bir yolculuğa çıkar eski olanı silerek.
Onlar, işte onlar bizim umudumuzu yarattıkları kendi umutsuzluklarıyla yok etmek istiyorlar.
Şimdi bu umutla onları ve onların umutsuzluğunu yok etme zamanıdır.
Yarınları yazacak kalemin onların elinde değil bizim elimizde olduğunu asla unutmayalım.
Zira bu kalem ve onu tutan elin öncelikli bir görevi var:
Bugüne ve bugüne dair olan ne varsa hepsine kati bir şekilde kati bir son vermek...
Dağınıklık dediğimiz bu rüzgarlar birleşerek bir büyük fırtınaya dönüşmek üzere. Çünkü sabrın tükendiği yerde gerçek destanlar başlar...
Kenan Kızıl