Burjuva muhalefet ortak bir ama etrafında birleşti ya da başka bir ifadeyle; burjuvazi çökmekte olan sistemi kurtarmak, dolayısıyla da sınıf sömürüsünü sürdürmek için kendini kurtarma harekatının siyasal ayağını tek cephede topladı.
Bu şaşırtıcı bir hamle değildi zira zaten nicedir TÜSİAD ve MÜSİAD gibi büyükbaş burjuva kulüpleri kendi aralarındaki çelişkilere rağmen ortak hareket etmeye başlamıştı. Bu ortaklığın sonucunun burjuva siyasal arenaya yansıması da bu açıdan normal bir şey.
Burjuvazi şu an her zamankinden daha çok “yerli” ve “milli” kapitalizmi ve devleti kurtarmaya çalışıyor. Onu dehşete düşüren gerçeğin “gelmekte olanın farkında” ve “gelmekte olan da geliyor.” Yalnız burjuva muhalefet liderinin cılız bir coşkuyla dudaklarından dökülen “gelmekte olan geliyor”daki şey değil bu gelen. Alakası bile yok. “Gelmekte olan” burjuva muhalefetin ham hayallerine ve ahmakça sözlerine sığmaz. Zaten onlar bu sözleri emekçileri teselli ve onları aldatmak amacı ile söylüyorlar.
“Gelmekte olan” burjuva muhalefetin sandığı ya da söylediği, ima ve umut ettiği gibi ne öyle üç kuruşluk seçim zarfına, ne de beş para etmez “sandığa” sığar. O koca, devasa sınıf öfkesiyle dolu, kahretme, yaratma, alt üst etme ve en önemlisi de her şeyi sil baştan başlatma, yani yeni bir yaşamı inşa etme gücüne sahip olan devrimin ta kendisidir. “Gelmekte olan” eğer bundan başka bir şekilde gelirse ve basit bir hükümet değişimiyle yetinirse, elde ettiği bu değişimin aslında hiçbir şeyi değiştirmeyecek, aksine büyük bir enerji ve zaman kaybına neden olacaktır.
Burjuva ve onun şu sıralar herkese şeker dağıtan, tatlı Pollyannacık kıvamındaki muhalefetin tek amacı, gelmekte olan devrimin önünü kesmek ve içini boşaltmaktır. Bunun için de son derece basit bir taktik uyguluyorlar. Burjuvazi kendisi için her türden suçu işleyen dinci faşist partiyi hedef göstererek, tereddütsüz onu suçlu ilan etmeye hazırlanıyor. Hatta yapmaya da başladı. Bu bir hedef şaşırtma ve gerçek suçluları saklama oyunudur. Laf kalabalığı eşliğinde boş umutlar dağıtan ve beyhude teselliler satan burjuva muhalefet bu tiyatroda başrolde. Yardımcı rolde ise kendilerine “üçüncü yol” diyen ulusal Kürt hareketi ve ortalama sol var. Bu berbat oyunda rol alan herkes niyetlerinden bağımsız olarak veya bile bile burjuvazinin değirmenine su taşımaktadır.
Fakat, bizden söylemesi; bu değirmenin taşı artık dönmez çünkü ona su taşıyan bentler çoktan yıkıldı. Bu bentleri bizzat ardında, içinde biriken sular yıktı. Bu sular artık ne bent dinliyor, ne çark, ne değirmen. Şuan bu burjuva siyaset “dehaları”, bu “duayenler” bu “üstatlar” o çarkı döndürmek için bu suları kalbur dolusu taşımakta sonsuz kararlılar. Sular çağlayan, kaplar kalbur, kolay gelsin! Değirmenin taşından ise hiç bahsetmiyoruz, erimiş gitmiş o koca, taş ince bir tüle dönmüş ve eski halinden eser kalmamış. İronik ama onu tüketen onun un eylediği buğday denizinden başkası değil.
Bu değirmenin çarklarını döndürmek zorunda kalan bizdik, onun bendini yapmak zorunda da olan bizdik, o bende uyup akmak zorunda kalan da, taşını delen de bizdik, can vere vere ona dönen de… Biz, emekçiler ama yetti, adı kapitalizm olan bu değirmenin artık ne suyu olacağız ne bendine boyum eğen akışı; ne unu olacağız artık ne de ezilecek tahılı.
Yani ne sandık, ne seçim, ne de burjuva muhalefetin söylediği “helalleşmek” herkesle. Emekçi neden helalleşsin onu sömürenlerle, onu yoksulluğa ve yoksunluğa mahkum edenlerle, hastasını doktorsuz, çocuğunu eğitimsiz, ailesini evsiz bırakanlarla, onu korona salgınında bile madenlerde ve fabrikalarda ölümüne çalıştıranlarla, emekçi neden helalleşsin “aşına ekmeğine göz koyanlar”la? Unutanlar var herhalde “onlar engerekler ve çiyanlardır” emekçiler tanır onları, iyi tanır…
Burjuvazi ve onun muhalefeti kendilerini zeki, emekçileri ise ahmak sanıyor olabilir. Fakat yanılıyorlar; sınıf savaşının böylesine ileri devrimci evresinde Pollyanna taktikleri işe yaramaz. İsteyen istediği kadar “toplumsal barış”tan, dostluktan, sevgiden, hak ve hukuktan bahsedebilir. Fakat günün sonunda herkes bir şeyin hiç değişmeyeceğini bir kez daha görür ve anlar; sözler güzel hoş ama burjuvazi her gün daha da çok emekçileri sömürüyor. Bu gerçeğin üstünü bu berbat tiyatro ve burjuva muhalefetin o dünya tatlısı söylevleri örtemez. Çünkü bu oyun ve tiratlar başladığında da, başlamadan önce de ve hala da bu gerçek hiç değişmedi. Bir avuç asalak geriye kalan herkesi sömürüyor. İşte bu yüzden de “gelmekte olan geliyor.”
Zamanı zaten nicedir gelmişti. Artık onun gelişi, toprak kadar, su kadar, hava kadar, dal kadar, çiçek kadar, gün ve güneş kadar gerekli ve doğal. Bu gelenin ne çapının genişliği ne hızı ve ne de yol açacağı muazzam sonuçlar, burjuva siyasetinin çapsız iyi niyet ya da her şey için dinci faşist partiyi suçlayan açıklamalarıyla sınırlandırılamaz. Emekçiler bir çırpıda ve kati suretle bu sömürüden kurtulmak zorunda. Çünkü semer katırın sırtında olduğu sürece her daim birileri, o semere en ağır yükü yığmaya çalışacaktır. Çöken sistemin ağır yükünü, acımasız sömürüyü ve bunun sonucu olan, yoksulluğu, açlığı, işsizliği ve bin bir türlü türden yoksunluğu emekçi artık kaldıramaz. Çünkü onun dayanma sınırı çoktan aşıldı. Çöken bir maden misali sistem emekçinin üstüne çöküyor ve onu nefes alamaz hale getiriyor.
Özetle, bugün burjuva muhalefet, dinci faşist parti karşıtı bir cephe kurmuş gibi görünse de ve amaçlarını böyle lanse etseler de bu sadece bir görüntü ve hileden ibarettir. Çünkü bu cephe gelmekte olan devrime karşı kurulan bir ittifaktan öte bir şey değil. Reddetse de, kabul etmese de, tersini söyleseler de bu ittifak hiç çekinmeden devrime karşı her türlü suç ve suçluyla “helalleşmeye” hazırdır. Onun beyanının anlamı aslen ve sadece budur. Farklı bir değerlendirme kati suretle yanlış olacaktır. Çünkü Yeni Evre’de karşı cephedeki ittifaklar, bölünmeler, birleşmeler esasen burjuvazinin kendi içindeki çelişkiler nedeniyle değil, devrim nedeniyledir. Yeni evrede tüm “kamplaşmalar” esasen devrim ve karşı devrim arasındadır.
Tüm söylev taktikler de buna dairdir. Bu çerçevenin içindedir. “Üçüncü” ya da on beşinci yol da yoktur. Ve bu “iyi niyetlerden” tamamen bağımsızdır. İki yol var sadece, tüm dünyada iki yol; ya devrimin yolu ya burjuvazinin yolu…
Güneşli güzel günler için, tükenen yoksulluk ve son bulan yoksunluk için, yepyeni bir yaşam ve yepyeni başlangıçlar için, emekçinin yüzüne ve emekçinin yüzünde güneşler doğması için en önce bu değirmen yıkılmalı ve devrim zafere ulaşmalı.
Ve bu bilinç gelmekte olanın gelişine yürekten bir selam almalı.
Kenan Kızıl