Şu sıralar yine resmi “istatistikler” yayımlanıyor, mehter marşı eşliğinde ve tabii ki “savul dünyanın geri kalanı Çılgın Türkler geliyor” nidalarıyla birlikte, bir alana üçü bedava misali. Dahası, bu zafer havasına bir güzel eşlik ediyor, baş üstü istikrarlı düşüşüyle pek çok güçlü ve kudretli şanlı Türk lirası. Açıklanan enflasyon oranları ise gerçeklerin değil tanrısal bir mucizenin ürünü. Şüphesiz ki ciddi bir ekonomistten ziyade, trans halindeki mürteci bir müridin elinden çıkmış.
Mucizelerin sonu yok, hikmetinden sual olunmaz işte; milyonlar açlık çekerken ekonomi büyümüş ve yoksulluk azalmış. Saçma gelebilir ama gerçek bu, koca koca resmi kurumlar yalan mı söyleyecek. İnanmayan baksın şöyle yaşadığı kentin sokaklarına; neredeyse açık dükkan yok, kül olup gitti faşist partilerin taşıyıcı kolonu küçük esnaf. Lakin üzülmeyin onların külü savruldukça rüzgarlarla zenginleşti memleket.
Her şey nasıl da güllük ve gülistanlık. Bakın; kerameti kendinden menkul çok kıymetli ve müstakbel şeyhülislam hazretleri hutbeleriyle sık sık kutsuyor bizi ve her şeyi. Daha ne isteyelim bizim için her şeye o karar veriyor; hangi sitelerden neleri takip edeceğimize varana dek. Sayesinde kara kara düşünmeyeceğiz hangi yazıyı okuyup hangisini okumayacağız diye. Artık müstakbel şeyhülislam bu işi bizim için yapacak. Dahası hangi kitabı okuyacağımıza, hangi şarkıları dinleyeceğimize; hatta pek bir şey üretmesek (işsisiz malum) ve pek bir şey tüketmesek de (yoksuluz malum) ne üretip ne tüketeceğimize bile o karar veriyor ve verecek. İyi ki de böyle, yoksa böylesine uçabilir miydik ekonomik ve psikolojik olarak (60 milyon insan antidepresan kullanıyor maşallah nazar değmesin!)
Açıkçası, hani yapılan büyük hizmetleri görüp de şaşırmamak elde değil. Mesela başka devletlerde yollar, köprüler yolcular gidip gelsin diye yapılır. Bizimkiler kuş uçmaz kervan geçmez yerlere önce yolları, köprüleri yaptılar, sonra yolcu aramaya başladılar. İşte öngörü işte deha!... Boşuna mı yapıldı o koca koca, o çirkin çirkin köprüler ve saçma sapan yerlerden dolaşan yollar. Coşmuş bir kere uçarı gönül, her yere yol, cami, şehir hastanesi, köprü, kule yapılacak. Alışkanlık edinilmiş bir kere; beton beton yükseliyor, taş gibi çakıla çakıla, kala kala sonunda dayanamayarak kendi üstüne çökecek bir kule gibi yerli ve milli kapitalizm. “Dillerde bir Battal Gazi” hikayesi (Tamamen hayal ürünüdür!) akıllarda ise çok iyi bilinen bir şarkı: “Bindik bir alamete, gedeyoz gıyamete!” Hadi uğurlar olsun, tabi uğur da varsa içinde, neyse gidene dur demek yakışmaz bize. Yolcuyu yolundan almaksa hiç olmaz!!!
Haklısınız, gerçekten de övüyor muyuz yoksa yeriyor muyuz belli değil. Aslında orasını, cevabını size bırakıyoruz; hayra mı yorarsınız, şerre mi orası da sizin bileceğiniz. Biz sadece yapılanlara bakarak görüyoruz yapanların o müthiş dehasını. Misal tıp fakültelerinin toplam kontenjan sayısı neredeyse hiç artmazken, yetiştirilen doktor sayısı sabitken, şehir hastaneleri çürük bir ağacın gövdesini saran mantarlar gibi hızlıca çoğalıyorlar. Haklarını yemeyelim, artık bu hastanelerin garantili hastalarıyız. Devlet imzayla bizi hasta edeceğinin garantisini bile verdi. Yalnız bu hastanelerde yeterli sayıda doktor ve diğer tüm sağlık emekçilerinin olacağının bir garantisi yok. Onca hemşire, sağlık teknisyeni, patalog, ebe, hemşire, radyoloji çalışanı ve ve ve... hepsi hala bekliyor görevlerine başlamak için. Biz nerden bileceğiz tabi bir koca büyük çirkin bina yapmak ve üstüne hastane tabelasını çakmak yetiyormuş meğer.
Yetmedi bu kadarı ve bize hayal kurmayı da öğrettiler. Hani gaza gelmiştik, üç beş ay oldu olmadı daha Karadeniz’ın altının doğalgazla dolu olduğu müjdesini alalı. Hani ucuzlayacaktı gaz, ucuzlamak da lafı mı; halka açık meydanlara hayrat olsun diye doğalgaz çeşmeleri koyacaklardı. Bidon bidon, şişe şişe taşıyacaktın onu biz yoksullara, tenceremizdeki taşı kaynatmak için. (Dibi aş dolu bir deniz henüz bulunamadığı için biz hala tencerede taş kaynatıyoruz da!!!) Ne güzel bir hikayeydi ve nasıl da hoşumuza gitmişti (yalan da olsa). Sonra baktık hayaller başka telden çalıyor, doğalgaz faturaları başka telden. Kötüye yormadık yine de, bu defa da hayal kırıklığını öğrettiler bize, hem de bedavaya. Hem de bol bol... müteşekkiriz lütfünü bizden esirgemeyen büyüklere...
Durun daha diyeceğimiz var. Farkımız iyice anlaşılsın diye iki örnek vereceğiz iki ülkeden. Hollanda ülke olarak topraklarının %25’ini denizden kazanmış. (Bunun eko sisteme verdiği büyük zarar başka bir çalışma konusudur tabii!) Burada ne yapılıyor... toprağı kazıp içine denizi dolduruyoruz. Yani kanal yapılıyor. (Hani halkı çılgına çeviren çılgın projelerden biri) Sonra o kanalın üstüne köprüler yapacaklar; geçsek de geçmesek de geçiş parasını ödeyeceğiz. Etrafına şehir kuracaklar ve içine de şehir hastaneleri yapacaklar, turp gibi sağlıklı olsak da hiç muayene ve tedavi olmasak da oralarda, yine de oralara tonla tedavi ve muayene ücreti ödeyeceğiz. Aradaki farkı görüyor musunuz. Ey Hollanda! “One minute”, “Yanlış yapıyorsunuz yanlış!” Bilmiyorsanız çağırın bizim yerli ve milli beşli inşaat çetesini, Amsterdam’ı denize çevirsinler. Böylece siz de bizim gibi “uçuşa” geçersiniz ve böyle fukara kalmazsınız. Bakın uzay çağındayız, siz ise hala bize saman satıyorsunuz, bırakın bu tarla toprak işlerini size kanal lazım ey yoksul ve biilaç Hollanda. Çağırın bizimkileri sizi betona boğalım.
Artık yakmadığımız gazın, içmediğimiz suyun, tüketmediğimiz elektriğin geçmediğimiz köprünün, kullanmadığımız havaalanlarının, çocuklarımızın bir gece bile kalamayacağı öğrenci yurtlarının ve daha nelerin nelerin parasını ödüyoruz. Durum tam da bu, yani espri falan değil; gayet mantıklı, son derece rasyonal ve hiçbir şekilde saçma bir şey yok bunda... Evet, birileri her şeyin kötüye gittiğini söylüyorlarmış. Öyle olsaydı ekonomimiz böyle uçar mıydı ve enflasyon yukarı doğru bir seyirle düşüşte olur muydu hiç! Lütfen düşünmeden konuşmayalım!
Kenan Kızıl