Hala açık Dayika Berfo’nun oğlu Cemil Kırbayır’ı bekleyen kapısı. Kars’ın bir dağ köyündeki o kapı 1980’den beri bir kez bile kilitlenmedi. Kapı hep açıktı ve Berfo, bir ömür bekledi, ama Cemil hiçbir zaman geri dönmedi. Cemil Kırbayır, 1980’de faşist cunta askerleri tarafından gözaltına alındı ve bir çok örneğinde olduğu gibi bu onun son görülüşüydü.

Berfo ana son soluğuna kadar oğlunu bekledi. Önce sağ olarak, yıllar sonra ise ölüsünü istedi. Kim bilir bir annenin oğlunun öldüğünü kabul etmesi nice zor, nice ağır bir histir. Kor bir taşı bastı ak sinesine Berfo; sağ aldıkları oğlunun ölüsünü isterken. Yine de ‘’Cenazemi verin’’ diye yetkililerin karşısına dikilirken, Galatasaray Meydanı’nda oğlunun resmini bir çınar gibi elinde taşırken, hala bir ümit Kars’taki o evin kapısını kilitlememişti. İmkansız da olsa bir ümitti son nefesine kadar sarıldığı.

Dayika Berfo gözlerini yumduğunda ne bir mezar vardı elinde, ne de Cemil geri dönmüştü. Çok görülmüştü ona üstünde ağıtlar yakacağı bir mezar. Çok görülmüştü bir anneye koparıp aldıkları oğlunun cansız bedeni bile. Berfo gitti yüreğindeki acıyla ve bizi öksüz bırakarak… Evinin kapısı hala açık ve Cemil hala dönmedi.

Hikaye bitmedi… Açık kapının nöbetini Cemil’in kız kardeşi Fatma Kırbayır aldı. Elinde kardeşinin fotoğrafı ve Galatasaray Meydanı’nda Cumartesi insanlarının arasında; bir bayrak gibi taşıyarak yarasını, seslendi, kardeşinin cenazesini istedi. Yıllar geçti, bu kez de dayika Fatma’yı kaybettik. Annesine verilmeyen şey ona da verilmemişti. Ne ağıt yakılacak bir mezar, ne de sarılacak bir parça toprak.

Acılardan bahsetmek mutlu etmiyor, farkındayız. Hatta bazıları bu türden yazıları okumuyor bile. Bazıları umursamıyor. Fakat bunlar gerçekler, mutlu etmese de arkasını dönenler olsa da. Acılarını yok sayan bir toplum gerçekten mutlu olabilir mi? Her insan mutluluğun peşinde, hepimizin hayalleri var olmalı da. Fakat insan bencilce mutlu olamaz. İçinde yaşadığı toplumun acılarına kayıtsız bir mutluluk, mutluluk mudur acaba, daha doğrusu, nasıl bir mutluluktur.

Başkaları dediğimiz, bütün onca insanın çektiği acıların bizim mutluluğumuzun önündeki engel olduğunu ne zaman anlayacağız. Gerçek acı kabul etmesek de… Sistem bizi sadece sömürmüyor, mutluluğumuzu da elimizden alıyor. Çalışıyor bir şeyler ediniyoruz ama bunun mutluluk olduğunu sanmaktan öte elimize ne geçiyor. Sizce bu üzerine düşünmeye değer, değil mi?

Kandırmayalım kendimizi, dürüst olalım kendimize. Berfo’nun kapısı kapanmadıkça hangi mutluluktan, özgürlükten bahsediyor olacağız. Direndiğimiz gerçek bizden daha güçlü. Kabul etmesek ne yazacak. Bundan otuz iki yıl önce faşistler Cemil’i ve nice Cemilleri öldürdüğünde mutluluğumuzun ve özgürlüğümüzün birer parçasını öldürdüler. Durduramadık. Devam ettiler… Cemiller yok edildi Berfolar acı çekti ve biz özgürlüğümüzden ve mutluluğumuzdan daha büyük parçalar kaybettik. Kaybetmeye devam ediyoruz. Bu yüzden kalbimizdeki yaradır Berfo’nun açık bıraktığı o kapı ve oncası. Kapanmadan da her biri tek tek kalbimiz ve ruhumuz iyileşmeyecek.

Bu duygusal bir ajitasyon değil. İnanmayanlar, umursamayanlar elbette olacak. Hatta niyetimizi sorgulayanlar da. Fakat onlara soracağımız şey mutluluktan ne anladıklarıdır. Mücadeleden, özellikle sınıf mücadelesinden bahsettiğimizde, “yine mi” diye yüzünü ekşitenler. Nasıl bir çözüm öneriyorlar. “Bana ne” veya umursamazlık dışında. Bir insan böyle öldürülmüşse, pardon, bir çok insan böyle öldürülmüşse. Hak, yasa, düzen, adalet, hümanizm ve ve ve hangisi bir çözüm getirebilir ki? Kendimize bir soralım bir tek Berfo, bir tek Cemil için bu dünya neden alt üst olmuyor. Bir gün devlet güçleri geliyor, evladınızı alarak gidiyor ve size ne ölüsünü ne de dirisini geri veriyor. Sadece bu bile bir isyan sebebi değil mi?

Bunların hepsi birer soru, ama gene de esas soru bu değil. İnsanın insanı sömürdüğü bir dünyada gerçekten mutlu olmak mümkün müdür? Kimse kendini aldatmasın, değildir. Sistemle hesaplaşmayı sonuna kadar götürmeyen her yol, eninde sonunda onunla uzlaşmaya ve yaptıklarına ses etmemeye başlayacak ve bir süre sonrada ona hizmet etmeyi geçip suçlarına ortak olacaktır. Sömürünün olduğu yerde tarafsızlık zaten imkansız ama hepsi bu değil, adı konmasa da, bir çeşit suça ortaklıkta vardır.

Bir doktor düşünelim, hastaya bilerek müdahale etmiyor ve hasta ölüyor. Herhalde kimse doktorun yaptığının cinayet olduğuna karşı çıkmaz. Bazen yapmak, bazen de yapmamak suçtur. O halde masumiyetimizi ya da suçumuzu ispatlayan soru şu; cinayet işleyen bir devleti kim durdurabilir. Hatta insanı sömüren kapitalist sisteme kim son verebilir. Cevabı hepimiz biliyoruz, bizim sırtımızdan geçinen, bizi mutsuz eden, bizi işlediği suçlara dolaylı olsa bile ortak eden bu sisteme ve onun celladına, nice Cemiller’i yok eden, Berfoların canını böylesine yakan bu celladı kim durduracak. Yapılacak şey belli.

Gerekçelere ve mazeretlere sığınmayalım, bu bizi hiçbir yere götürmüyor. Dertlenmelerimiz, ağlamalarımız, üzülmelerimiz faydasız. Köklü değişimlerin elbet bir bedeli var. Bu bedel hem bireysel hem de toplumsal bazda yaşanacak. Fakat soru bu değil yarına ne bırakacağımızdır. Yaşlanacağız ve öleceğiz ve ardımızda acılar içinde anneler işkence gören binlerce genç ve nice Cemiller. Bizden sonra bizden nasıl bahsedilecek. Yarına bırakılacak miras bu mu?

Bir kapı var. Kapı, bizim ile yarının, bizimle şafağın arasında, bizimle mutluluğun arasında. Anahtarsa ellerimizde. Fakat o kapıyı açmıyoruz. Gerekçemiz ne? Kapıyla bizim aramızda Cemiller’in katilleri var. İşkenceciler var. Kadın katilleri var. Küçük çocuklara tecavüz eden alçaklar var, iliğimizi sömüren kan emiciler var. Yani bütün bu irin, cellatlık ve sömürü yolumuzun üstünde. Bir avuçlar ve hayatımızın canına okuyorlar. Tükürsek boğarız ama yapmıyoruz neden. Yarına bu korkaklığı mı bırakacağız.

Neden yarına güzel bir dünya bırakmayalım. Berfolar, Fatmalar mutlu olsa, güzel olmaz mı? Daha güzel olmaz mı emekçiler mutlu olsa. Daha güzel değil mi şu berbat hayatın yerine daha güzel bir yaşamı ilmek ilmek örmek. Anlamak zorundayız, o kapı kendiliğinden açılmayacak. Kimse bizim için bunu yapmayacak. Ya da her şeyi unutacağız ve hayatlarımıza devam edeceğiz.

Kenan Kızıl