< Yıkım Savaşlarının Eşiğinde Zorlu Görevler!

İnsanlık sınıflı toplumlardan bu yana korkunç savaşlar, yıkımlar, katliamlar ve yok oluşlara tanıklık etti. Sınıflı toplumlar ortaya çıktığı andan itibaren bir tarafta ezilen sınıflar egemenlerin kendi savaşlarında, kendi ordularında savaşmak zorunda bırakıldı; diğer tarafta ise ezilen sınıflar her defasında savaş sanatını öğrenerek egemen sınıflara karşı isyanlara girişti.

Köleci toplumda kılıç, mızrak, kalkan ile savaşan ordulardan, feodalizmde kaleleri fethetmeye çalışan köylü ordularına, oradan kapitalizmde teknik gelişmişliğin her türlü imkanlarını kullanarak kitle imha savaşlarına kadar sınıflı toplumların ve devlet biçimlerinin gelişmesiyle savaşlar ve yıkımların boyutu da şiddetlendi. Çünkü sermayenin egemen olduğu kapitalist toplum ile köleci ve feodal toplumlar arasında üretici güçler, üretim ilişkileri, teknik gelişmişlik, devlet biçimlerinin yetke ve kapasitesi, yani kısacası alt yapı ve üst yapı ilişkileri açısından muazzam farklar bulunmaktadır. Bu aralığın kendisi de bugünün dünyasında gerçekleşen sınıf savaşımlarını, iç savaşları ve sermayenin kendi iç çatışmasını anlamak açısından önemli bir yerde durmaktadır.

Sınıflı toplumların başladığı tarihten bu yana hiçbir savaş, emperyalizm ve kapitalizmin bağrında nüvelenen, devasa teknik gelişmişliğin eşlik ettiği 1. ve 2. Emperyalist Paylaşım Savaşları kadar yıkıcı olmadı. 1.Emperyalist Paylaşım Savaşı dünyanın pazarlar bakımından paylaşılması için küresel bir çatışmaya dönüşürken, 2.Emperyalist Paylaşım Savaşı’nın temellerinde ise yine büyük bir pazar paylaşım mücadelesi bulunuyordu. Ancak emperyalistlerin hedefinde ise özelde Sovyetler Birliği’nin yıkılması ve sosyalizmin yok edilmesi hedefi vardı.

1. Emperyalist Paylaşım Savaşı’nın ardından Sovyetler Birliği kurulurken, 2. Emperyalist Paylaşım Savaşı’nda beklenenin tam aksine, Sovyetler Nazi Almanyası ve işbirlikçi devletleri ezerek Berlin’e girdi, Yugoslavya’da sosyalistler büyük bir güç kazandı. Savaşın ardından muzaffer çıkan sosyalizm dünyanın 4 kıtasında atağa geçti. Doğu Avrupa’da kurulan halk demokrasileriyle birlikte Çin, Küba, Vietnam’da gerçekleşen devrimler Afrika’da yükselen ulusal kurtuluş hareketleri, Latinler’de yükselen gerilla savaşımı, Avrupa, Türkiye’yi sarsan işçi eylemleri ve bunlara eşlik eden, dünyayı derinden etkileyen Filistin halkının devrimci savaşımı sermayenin egemenliğini her yerde sarsıyordu.

Ancak emperyalist devletler kolay vazgeçip sosyalizmin başarılarını kenardan izlemeyecekti. 1945’te Japonya’ya nükleer bomba atan ve bu süreçte savaştan muzaffer çıkan Sovyetler’e dahi nükleer bomba atmayı planlayan ABD hızla karşı saldırıya geçecekti. ABD öncülüğünde uluslararası sermaye egemenliği ve onun işbirlikçisi emperyalist devletler, 12 devletin katılımıyla 1949 yılında NATO’yu kuracaktı. NATO ile birlikte Amerika ve Avrupa’da bu devletlerin bütün kurumları ve başta istihbarat örgütlerinin yönettiği özel bir psikolojik, ekonomik ve ideolojik bir savaş başlatıldı. NATO’nun kurulmasının ardından emperyalizm iş birlikçisi kapitalist devletler adım adım sosyalizme karşı kurulan NATO’ya katılarak saflarını genişletti. Kurulmasının hemen ardından NATO dünyadaki bütün ilerici güçlere yönelik saldırganlığını artırdı. İsrail’in uydu bir devlet olarak kurulmasının ardından silahlandırılması, Sosyalist Kore’nin işgal edilmesi, Vietnam halkına karşı yükseltilen saldırganlık, Latinler’de ardı ardına gerçekleşen karşı devrimler, darbeler…

Bu süreç yaşanırken, emperyalist kapitalizm özellikle 70’li yıllardan bu yana klasik tipte sömürgeciliği terk ederek yeni bir ekonomik modele yöneldi. Bundan dolayı 1970’li yıllarda küresel sermaye ulusal devrimci savaşların yükselmesi ve eski tip sömürgeciliğin askeri, ekonomik ve siyasal olarak eskisi gibi yürütülemeyeceğini tespit ederek, yeni tip bağımlılık ilişkilerini geliştirmeye başladı. Bu yönelim eski tip askeri işgallere ve genel bir vali atayarak yoğunluklu olarak meta değişimi üzerinden kurulan sömürgeciliğin terk edilmesiydi. Bunun yerine yeni tip bağımlılık ilişkilerinin oluşturulmasına, sermaye ihracının yoğunlaştırılarak eski sömürge ülkelerin her anlamda bağımlı ülkelere dönüştürülmesi süreciydi. Burada o ülkenin ekonomik alt yapısı çökertilerek zerre kadar bağımsız olmasının önüne geçilir, idari sınırlar itibariyle ‘egemen’ bir ülke olsa da o kapitalist devlet, iktidardaki sermayedarlar emperyalizme göbekten bağımlıdır, özellikle finans kapital ilişkileri bağlamında. Bu ekonomik politikanın kendisi bağımlı ülkelerin işçi sınıfını daha çok sömürerek, daha çok yoksullaştırıp geleceksizleştirerek o ülkelerdeki devrimci durumu hızlandırmıştır. Bu eklemlenme sürecinin kendisi sadece ekonomik ilişkilerde değil, dünyada gelişen küresel iç savaşın hızlanmasında da önemli bir katalizör olmuştur. Occupy hareketinin Arap devrimleri ile devam etmesi ve bu sürecin yaşadığımız topraklarda Gezi ayaklanması sürmesi de buna iyi bir örnektir.

Bundan dolayı ekonomik ilişki biçiminin değişmesi politik eğilimlerde ve savaşların yürütülme biçimlerinde de değişiklikler yarattı. Sosyalizmin dünya ölçeğinde dağılmasının ardından emperyalizmin kısa süreli zafer sarhoşluğunun yerini, sermaye dünyasında panik ve korku kapladı. Bu dağılmanın ardından kısa bir dönem için tarihin sonunu ilan eden emperyalist-kapitalist dünya, kısa sürede bunun böyle olmadığını, kapitalizmin tarihsel olarak miadını doldurduğunu derinleşen sosyo-ekonomik krizle birlikte anlayacaktı. 90’larda Asya’da başlayan finans krizi, tüm dünyaya yayılacaktı. Yaşlı dünyamızda milyarlarca emekçi sermaye egemenliğine karşı isyanlara girişti. Tarihin en büyük işçi grevleri yeryüzünün dört bir yanını sardı. Halklar 90’larda başlayıp 2000’lerin başında yoğun hissedilen krizin etkilerine karşı emperyalist başkentlerin sokaklarını ateşe veriyordu. Bundan dolayı çöken hegemonyanın yeniden tesis edilmesi, gelişen proleter inisiyatifin ezilmesi için, 3. Dünya Savaşı emperyalistler tarafından İkiz Kulelerin planlı bir şekilde vurulmasıyla başlatıldı. 3. Dünya Savaşı tüm dünyada tam ilhak sürecinin derinleştirilmesi ile birlikte yürümektedir.

2001’de Sovyetler’in çökmesinin ardından ise ilk olarak Afganistan ve ardından Irak işgal edildi, Rusya ve İran askeri olarak kuşatıldı, NATO adım adım Rusya sınırlarına doğru genişledi. Suriye ve Libya dinci-faşist çeteler eliyle yağmalanıp güçten düşürüldü, Ukrayna’da Naziler iktidara getirildi ve Rusya güney cephesi Kafkasya ve Ukrayna üzerinden kuşatıldı. Çin ve Sosyalist Kore’ye karşı Güney Çin Denizi’nde Japonya, Güney Kore, Tayvan ve Avustralya ABD öncülüğünde savaşa hazır hale getirildi. Filistin halkının devrimci savaşımı her defasında kanla boğuldu. Kürdistan devrimine ve Kürt halkının kazanımlarına karşı adım adım gerici ittifaklar kuruldu. Kısacası askeri işgaller, vekalet savaşları, hibrit savaşlar, darbeler ve karşı devrimler her yerde hızlandı. Rusya’nın Ukrayna’daki NATO destekli Nazi iktidarına karşı başlatmış olduğu özel askeri operasyon doludizgin bir savaşa dönüşürken tüm Avrupa’yı içine çekecek ve oradan dünyaya sıçrayabilecek bir yıkım savaşının tehlikelerini taşıyor. Tüm bunlar gerçekleşirken insanlık hızla tüm yer küreyi saracak, nükleer silahların kullanılabileceği bir yıkım savaşına doğru çekiliyor.

Şimdi insanlığın ileri güçlerinin, devrimci proletaryanın ve devrimci gençliğin önünde bu tehlikeye karşı ne yapılacağı sorunsalı duruyor. Ya bu savaşlar gezegeni ve insanlığı yok edecek ya da savaşın yarattığı yıkımdan oluşacak devrimci koşullardan yararlanarak sosyalizme yürüyeceğiz. Bunun için hepimizin önünde bu kritik eşikte çok fazla sorumluluk ve tarihsel görev düşmektedir. Kendi ülkelerimizdeki devrim mücadelesinin güçlendirilmesi sermaye egemenliğinin yıkılarak NATO’nun ve tüm emperyalist kurumların yaşadığımız topraklardan kovulması ve emperyalist halkanın buradan kırılması şimdi devrimci proletaryanın ve devrimci gençliğin önündeki en yakıcı görevdir! Bunun için hızla pratiğe koyulmak, çalışmalarımızı her yerde güçlendirmek, savaşın yıkıcılığını ve kendi burjuva iktidarımızın iş birlikçi karakterini ortaya koymak başat işlerden biridir. Anti emperyalist enternasyonallerin geliştirilmesi, savaşa karşı gerçek kurtuluş yolunun iki anlama gelmeyecek şekilde, açıkça anlatılması, emperyalist yağma savaşlarına karşı yaygın bir devrimci ajitasyon ve propaganda faaliyetinin örülmesi… İşte önümüzdeki dönemde öne çıkması gereken pratiklerdir!

K. Taylan Kızıldağ