Son birkaç ayda sınıf hareketinin yükselişini açıkça görüyoruz. İşten atmalara karşı gelişen eylemler başta olmak üzere farklı taleplerle süren sayısız eylem gerçekleşiyor. Lezita, Merinos, CarrefuorSA, birçok belediyede işten atılan işçilerin eylemlerine kadar.
İşçiler için yaşanan zamlar karşısında eriyen maaşlarla ailesinin karnını doyurmak imkansız hale gelirken ailenin çalışabilir tüm fertleri kapitalizmin sömürü çarklarında öğütülmeye katılıyor. Ulusal tekeller tarihi karlar açıklarken işçi aileleri yoksulluğun pençesinde, ağır borç batağında yaşama tutunmaya çalışıyor.
Sınıf savaşlarının tarihsel akışı ileri doğrudur. Bunun içindir ki bu doğruyu unutup savaşta sadece günlük veya dönemsel mücadeleler üzerinden yapılacak değerlendirmelerle objektif sonuçlara ulaşılamaz. Bu uzun tarihsel süreç iniş ve çıkışları, zafer ve yenilgilerle bütünsel bir süreçtir.
Tekelci sermayenin arzuladığı çalışma düzeni işçilerin tam teslimiyetidir. Tüm örgütlenme dinamiklerinin ortadan kaldırıldığı, kölece çalışma koşullarının hakim kılındığı bir dünya ve çalışma düzenidir istediği. Sermayenin ilk doğduğu günden beri göçmen işçilerin ülkeye girişini açarak kuralsız çalışmayı işçi sınıfına dayatma fırsatını bulduğunu ve bunu politik olarak da işçiler arasında rekabet ve düşmanlık yaratarak kullandığını biliyoruz. Ülkemizde de Suriyeli yoksul işçiler başta olmak üzere Afgan, Türkmen, Kazak, Afrika’nın pek çok ülkesinden emekçi, ucuz iş gücü olarak sermayenin hizmetine sunuldu. Kamuoyunda genel olarak göçmen karşıtlığı ve ırkçılık sarmalında ele alınan bu olgunun asıl amacı şovenizmin baskısı altında en ileri kesimler tarafından bile pas geçildi. Bakanın ‘’göçmenler olmasa fabrikalarda çalışacak işçi bulamayız, çoban bulamayız’’ açıklaması özünde ucuz iş gücü ve kuralsız çalışmadan duyduğu hoşnutluğunu tarif ediyor. Yedek iş gücü yığınları büyüdükçe ücretli emeğin çalışma koşulları da baskılanarak sermayenin kar rekorlarına rekor katılıyor.
Kansu Yıldırım bir yazısında “kullan at” işçiler veya harcanabilir işçilerin, bir tarafta göçmen işçilerin, diğer tarafta MESEM’lerde çocuk işçilerin sömürü çarklarının içine nasıl atıldığına vurgu yapar. ’’Sermaye cephesi, işçileşme sürecinin hızlanması ve işçi rezervlerinin dolması amacıyla bir dizi strateji izlemektedir. Çocuk işçiliğe formel bir nitelik kazandıran MESEM programları yaygınlaştırılmakta ve organize sanayi bölgelerine meslek liseleri açılmaktadır. 1 milyon 500 bini aşan sayıda öğrenci-işçi orta ve uzun vadeli olarak işçi gücü piyasasına yedeklenmiştir.’’
Yukarıda ifade ettiğimiz, sayıları milyonları bulan göçmen işçiler olgunun bir yanı ise diğer yanı MESEM’lerde asgari ücretin üçte birine çalıştırılan çocuk işçilerdir.
Dinci faşizmin başı, bakanları, tekelci sermayenin sözcüleri bir koro halinde Türkiye’nin nasıl ucuz emek cenneti olduğuyla övünmekteydi. Sermaye açısından emek verimliliği, ‘’kölece çalışma koşullarının’’ yükseltilmesi, çalışma sürelerinin uzatılması, mola sürelerinin kısaltılması ve nihayet artık değerin yükseltilmesidir. Sermaye için tüm zamanlarda ve ülkelerde en verimli emek, ithal, ucuz iş gücü ve çocuk emeğidir. Suriyeli işçilerin çoluk çocuk uzun yıllar normal bir işçinin çeyrek ücretine güvencesiz ve kayıtsız çalıştırılması da, MESEM’ler eliyle organize sanayi bölgelerinde sermayenin karlılığını inanılmaz düzeylere çıkarması da aynı sınıfsal tutumun sonucudur. Bu tutum tüm işçilerin hem ücret rekabetini düşürdü hem de tüm aileyi onlarla aynı koşullarda işyerlerinde, tarlalarda çalışmaya mahkûm etti.
Bugün yaşadığımız yoksulluk ve yoksunluğun nedenlerini sığınmacılarda, hukukun burjuva işleyişinin adaletsizliğinde, krizin faturasının paylaşılmasında bulanlar sınıfı toptan yıkıma sürükleyen vahşeti gözlerimizden uzaklaştırıyorlar. Bu “muhalefet” aklı sınıf savaşımının bunca keskinleştiği, işçilerin köylülerin yollara çıktığı bir dönemde ayak sürçmekten başka bir şey değil.
Bu dönem işçi ve emekçiler üzerindeki yıkım o kadar büyük boyutlara vardı ki Türk-İş bile eylem kararları alıyor. Onlar da görüyor ki işçiler açısından kavga varlık yokluk noktasına evriliyor. Gelişecek bir eylemlilik sürecinin yıkıcı bir boyuta yükselmemesi için ön almak istiyorlar. İşçi sınıfından ve onun eylemli aklından o kadar uzaklaşmış durumdalar ki eylemde slogan atmayı bile unutmuşlar.
Bu dönem içinde öncü işçiler gelişecek eylemlerin içerisinde olacaktır. Ancak bunun yetmeyeceğini bilerek yaşanan süreç, sınıf içindeki tüm dinamikler incelemelidir. Göçmen işçilerden, çocuk işçilere, güvencesizlere kadar tüm alanlarda gelişen örgütlenme çabalarının içinde olmalıyız. Örgütlenmez görünen bu alanlara özgü araçları yaratmak bu alanların derinlemesine bilgisi ile mümkün olacak. Organize sanayilerde, sanayi sitelerinde, fabrikalarda, tarlalarda yaşanan insanlık dışı çalışma koşullarına karşı sürdürülen mücadele emeğin kurtuluşu mücadelesinden bağımsız olamaz. Ancak mücadelenin bu içiçeliği çalışmanın genel söylemlerle sürdürüleceği anlamına gelmez. Günlük talepler uğruna mücadelede işçi sınıfının düşmanını tanımayı, savaş alanlarında deneyim kazanmayı ve gerçekleşen her eylemde yönetmeyi öğrendiğini bilerek çalışmak zorundayız.
Israr, inat ve sabırla, mayalanan bu dönemin tam olarak içinde olacağız.