Gazetelerin işçi haberlerine şöyle bir baktığımızda, farklı iş kollarında yaşanan sorunları ve bu sorunların çözümüne yönelik eylem haberlerini görüyoruz.
Yaşanan ekonomik krizle gerçek anlamda nefesi kesilen işçiler kuralsızlık ve güvencesizlikle boğuşuyorlar. Sermayeye sınırsızca açılan maden alanları, türlü teşviklerle kurulan Organize Sanayi Bölgeleri, sermaye için çocuk emeği sömürüsünün kullanışlı aparatlarından biri olan MESEM’ler eliyle fabrikalara sürülen çocuk işçilerin uğradığı iş cinayetleri...
Pek çok iş yerinde olan bitenlerden sorumlu oldukları gibi “yetkili” sendikaların sendikalarını değiştiren işçilere yönelen saldırıların da işbirlikçi sendikalar eliyle yürütüldüğüne tanık oluyoruz. Bu ikisinin birbirinden farklı olmadığını da. Örgütlenme çalışmasının öncüleri Antep'te oluşturulan kara listelere alınıyor, moto kuryeler her gün farklı bir sorun ve taleple alanlara çıkıyorlar. Her kriz döneminde olduğu gibi krizi kendileri için gerçek fırsata çeviren patronların sadece işten atmalar değil aynı zamanda pek çok fabrikada oluşturdukları kara listelerle birleşen, harekete geçen işçileri ve öncü işçileri hayattan kovmakla cezalandırdıklarını görüyoruz.
TÜİK’e göre, iş aramaktan vazgeçmişler hariç sadece İŞKUR'a başvurularla sınırlanmış işsizlik oranı yüzde 9'larda seyrederken geniş tanımlı işsizliğin yüzde 25'e çıktığını görüyoruz. Dört işçiden biri ailesi ve çocukları ile birlikte açlığa mahkum edilmiş durumda. Orta vadeli program ve ardından açıklanan tasarruf tedbirleri ile kısmen kurallı ve güvenceli olan kamu işçi ve emekçileri de esnek çalışmaya ve güvencesizliğe sürükleniyor. Çalışma sürelerinin amirlerin insiyatifi ile on saate çıkarılması da haftalık 45 saati tamamlayamayanlar için cumartesi çalışmasının önünün açılması da, uzaktan çalışma yapılan işlerde ortamı ve memuru denetleme yetkisinin amirin eline bırakılması da yeni saldırılardan. Son aylarda sınıf hareketinin görünür şekilde yükseldiği, Antep, Adana, Urfa gibi illerde durgunluk bahanesiyle yüzlerce işçi kapının önüne konuluyor. SANKO gibi fabrikalar küçülme gerekçesiyle işten atmaları hızlandırıyor. Ancak yine SANKO işçilerinden öğreniyoruz ki SANKO’da üretim düşmesi bir yana üretim kapasitesi günden güne artmakta. İşsizliğin tarihi bir noktaya evrildiği, her dört işçiden birinin neredeyse kalıcı olarak işsiz olduğu bu koşullarda açıklanan orta vadeli program ve tasarruf tedbirleriyle sermayeye yeni kaynakların aktarıldığını işçiler görüyor. Bu yıl işsizlik fonundan sermayeye aktarılacak olan kaynağın 350 milyar TL'yi bulacağı da açıkça ifade ediliyor. Sermayeye sınırsız kaynak aktarımı devam ederken işçiler gerçek manada yokluğa, yoksulluğa ve açlığa itiliyor.
İş sınıfının karşı karşıya olduğu saldırılar ve bu saldırılar karşısında sınıfın eylemlerini yazmaya devam etsek sayfalar alacağı kesin. Orta vadeli programın sermayeye sağladığı ayrıcalıklar ve teşvikleri incelemek isteyenler için sosyal medyada bunları araştıranlardan tüm verilere ulaşabilir. Önümüzdeki günlerde gerek büyük ölçekli sendikalı iş yerlerinde gerekse tekil küçük iş yerlerinde patlayan eylemlerde işçi eylemlerinin yükselişini göreceğiz. Bu dönem, işçi eylemlerini ortaya çıkartırken onların içinde olmayı, örgütlemeyi öncü işçilerin önüne görev olarak koyuyor. Ne var ki bu ortaya çıkacak gerçeklerin bir tarafı. İşçiler, işsizler, onların aileleri ama özellikle işçi çocukları, işsiz çocukları gerçek manada eğitim hayatlarından uzaklaşmakla ve yoksullukla karşı karşıya. Bir burjuva partinin bariz gerçeği saklayamadığı için, okullarda açlıktan bayılan emekçi çocuklarıyla ilgili çağrılar yaptığı bir dönemin içinden geçiyoruz.
Yakın dönemde yapılan bir araştırma açlığın ve yoksulluğun boyutlarını göstermesi açısından önemli: ülkemizde çocukların yüzde 65'i ekmek ve makarna ile besleniyor. Burjuva partilerin buraya yönelik hamleleri sistemin içine yuvarlanacağı açlık ayaklanmalarına yol açmasından korktuğu için. Emekçi çocukların kahvaltı yapamadan, çantasında beslenmesi olmadan okula gittiği bu dönemde her platformda neler yapılabileceği tartışılmalıdır. Bu soruna yönelik çözüm ve örgütlenme dinamikleri toplumun en geniş katmanları ile birlikte değerlendirilmeli ve tüm yönleriyle dayanışma harekete geçirilmelidir.
Çalışma Bakanlığı tarafından temmuz ayında emekliye çok düşük bir zam verileceği, asgari ücretlilere zam yapılmayacağı şimdiden ilan edildi bile. Bu bizlere temmuz sonrası yaşanacakların daha ağır sonuçlar doğuracağını gösteriyor.
Böyle bir dönemde durmaya vaktimiz, izlemeye hakkımız yok.
İnan Çelik