Kapitalist ülkelerin hangisine bakarsak bakalım, ister demokrasisi ve refahı en gelişkin olduğu iddia edilen yerlere ister en yobaz, geri, yoksul ilan edilen yerlere, gördüğümüz şey aynı: Ayaklanmalar, devrimci kargaşalık. Peki ama neden?
1848’de Almanya’da yaşanan benzer bir süreci tahlil eden Engels, bu durumun nedenini şöyle açıklıyor: Her türlü devrimci kargaşalığın arkasında, günü geçmiş kurumların karşılanmasını engelledikleri gereksinimler bulunur.
Evet, bilinç ve davranışın itici gücü gereksinimdir. İnsanlar, varlıklarını ve gelişimlerini mevcut koşullar altında sürdüremeyeceklerini gördükçe, çözüm arayışına girerler. Var olanı sorgulamaya, anlamaya ve nihayetinde aşmaya yönelirler. Praksisin yani üretken etkinliğin ardında gereksinim vardır.
Bugün de mevcut toplumsal ilişkiler (kapitalist üretim ilişkileri ve bunun şekillendirdiği diğer tüm toplumsal ilişkiler), kitlelerin gereksinmelerini karşılayamıyor. Kitleler, toplumun küçük bir azınlığını oluşturan sömürü sınıfının gereksinmelerine göre şekillenmiş olan politik, hukuksal, kültürel, ahlaksal vb. tüm toplumsal ilişkilerde, ama esas olarak da ekonomik ilişkilerde köklü değişimler gerçekleşmediği sürece varlıklarını koruyup geliştirmelerinin mümkün olmadığını duyumsuyor, algılıyor, anlıyor ve nihayetinde de bilince çıkarıyorlar. Ve dolayısıyla, üretken eylemle, her türlü yol ve yöntemle bu değişimi sağlamaya yöneliyorlar.
Dolayısıyla kadınlar, göçmenler, işsizler, gençler, ten renginden dolayı ayrımcılığa maruz kalanlar, asimile edilmek istenen uluslar, aydınlar, köylüler, küçük burjuvalar, işçiler yani toplumun ezilen ve sömürülen tüm sınıf ve kesimleri, toplumsal ilişkilerin tüm alanlarında yaşadıkları köklü sorunlar nedeniyle sokakları terk etmiyorlar.
Kitlelerin bu yönelimi ise, karşısında mevcut toplumsal ilişkilerin ifadesi ve koruyucusu olan kurumları, örgütlenmeleri buluyor. Kitlelerin, mevcut toplumsal ilişkileri değiştirme isteği, bu kurumlar tarafından engelleniyor. Bu engelleme de, kitlelerle bu kurumların çatışmasını, devrimci kargaşalığı ortaya çıkarıyor. Yani kitleler, sokağa girmiş oluyorlar. Böylece, bir toplumsal devrim için gerekli nesnel koşulların yanında devrimin öznel koşulu da olgunlaşıyor.
Örneğin kadınlar... Varlıklarını korumak ve toplumsal konumlarını geliştirmek için attıkları her adımda karşılarında, mevcut toplumsal ilişkileri ve bunların ifadesi olan kurumları buldular, buluyorlar. Mevcut ekonomik, politik, kültürel, ahlaksal vd. ilişkiler ve bunların ifadesi olan meclis, partiler, mahkemeler, askeri güvenlik örgütlenmesi, aile, dini kurumlar... kadının karşısına dikiliyor. Bu durumda da, varlığını koruyup geliştirmek isteyen kadının önünde tek seçenek kalıyor: Tüm bunlarla çatışmak ve aşmak; tüm toplumsal ilişkileri ve örgütlenmeleri, kendi gelişimine engel olmayacak bir şekilde, tüm gereksinmelerini karşılayacak bir şekilde yeniden inşa etmek; yeniden inşası mümkün olmayanları ise ortadan kaldırmak. Bu durum, kadınların önünde bir seçenek olarak değil nesnel bir zorunluluk olarak duruyor. Nesnel bir zorunluluk olduğu için de, kadın hareketinin gelişimi engellenemez bir nitelik kazanıyor. Kadın hareketi, toplumsal devrim sürecinin en önemli parçalarından biri oluyor.
İşçi ve emekçiler açısından da durum aynı. Gereksinmelerini karşılamak için attıkları her adımda karşılarında, mevcut toplumsal ilişkileri ve kurumları buluyorlar. Mevcut toplumsal ilişkiler ve kurumlar tarafından şükretmek en önemli ahlaki değerlerden biri ilan edilirken, sendikalaşarak hakkını aramak gayrı ahlaki ilan edilerek kod 29’la yani işten çıkarılmayla cezalandırılıyor. İşten çıkarılmalara karşı mücadele polis jandarma copuyla, yetmedi nezaret ve savcılık kurumlarıyla engelleniyor. Greve çıkanların, gecikmiş maaşını talep edenlerin üzerine tüm kurumlar elbirliği ile yürüyor. İstatistik kurumu, kapitalistlerin maaş zamlarını düşük tutmalarına zemin hazırlayabilmek için enflasyonda mucizeler yaratıyor. Siyasi partiler, hükümet, meclis, oy-teşvik-hibe yasalarını üst üste çıkararak kapitalistlerin gereksinmelerini karşılarken, işçi ve emekçilerin, işsizlik fonundaki paralarını bile doğru düzgün almalarına engel oluyor.
Sadece 2020’de yaşananlara bir bakın. İktidar yanlısı ya da muhalif, hiç fark etmez, siyasetçiler, ekonomistler, medya; yani düzenin tüm kurumları ve sözcüleri, pandemiyle birlikte ağırlaşan ekonomik krizin tüm kesimleri vurduğunu anlatıp durdular. İşçi ve emekçilerin taleplerinin önüne set çekmeyi ve patronların taleplerini karşılamayı meşrulaştırmak için bu yalan döne döne anlatıldı. Ama gerçek hiç de böyle değildi. Bu bir yılda, 280 bin kişinin sadece banka hesaplarındaki para miktarı %30 artışla 260 milyar doları buldu. Bu bir yıldaki sadece nakit servetlerinin artışı 60 milyar dolar. Sanılmasın ki bu artış, iktidardan nemalanan yeni yetme üç beş kapitalistin durumunu yansıtıyor. Hiç de değil. Bu paranın yarısı soyadları Koç, Sabancı, Eczacıbaşı, Zorlu, Şahenk, Çalık, Özdemir olan 20 kişiye ait.
Evet, işçiler ve emekçiler de, gereksinmelerini karşılamalarının önündeki engellerin mevcut toplumsal ilişkiler ve kurumlar olduklarını ve bunların kapitalistlerin gereksinmelerini karşılamak için her türlü yola başvurduklarını deneyimleriyle öğreniyorlar.
Bu durumda da önlerinde tek seçenek kalıyor: mevcut toplumsal ilişkiler ve kurumlarla çatışmak ve aşmak. Kendi gereksinmeleriyle uyumlu bir toplumsal örgütlenme yaratmak! İşçi ve emekçiler için yeni bir toplumsal düzen kurmak, yaşamsal ihtiyaçlarını karşılamak için dahi bir zorunluluk haline geldi. Ki, insanca bir yaşama kavuşmak için oldukça uzun bir zamandır zorunluluk haline gelmişti.
Bu örnekleri çoğaltıp detaylandırmak mümkün. Ama gerek yak. Hepsi aynı kapıya çıkıyor. Günü geçmiş ilişkiler ve kurumlar, ezilen ve sömürülen kitlelerin gereksinmelerini karşılamıyorlar, karşılamalarına engel oluyorlar. Ve bunun sonucu, devrimci kargaşalık!..
Şüphesiz bu çatışma yeni değil. Uzun bir tarihi var. Bu tarih, günü geçmiş kurumların, kitleleri bastırma girişimleriyle dolu. Zaman zaman oyalama, aldatma ama asıl olarak zorla. Ama yine Engels’in dediği, “bu gereksinmeleri her bastırma girişimi, onu, engellerini parçalayıncaya kadar, daha belirgin bir duruma getirmekten başka bir sonuç vermez” ve vermedi de.
Bugünkü devrimci kargaşalığın, öncekilerden çok daha belirgin, güçlü, yaygın olması, uzun yıllardır bastırılan kitlelerin gereksinmelerinin çok daha belirgin, olgun, önüne çıkacak engelleri parçalayacak kadar zorunlu hale gelmiş olmasındandır. Bu durum, kapitalizmin sonunu getirecektir. Kapitalist düzenin, bu kaçınılmaz sonunu geciktirmek için uygulayacağı aldatma, oyalama ve zor politikaları, devrimci komünistlerin yol göstericiliğinde, devrimci kitleler tarafından boşa çıkarılacaktır.
İ.Cevat Çetiner